26 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Hakkıyla tövbe eden ve bir daha suç işlemeyen kula gelince, Allahu Teâlâ, onun bütün günahlarını ibâdete çevirir. "اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ Ancak tövbe ve îmân edip sâlih ameller işleyenler başka, çünkü Allah onların seyyiâtını hasenâta çevirir". Hangi tüccar bundan daha çok kâr edebilir ki kulun suçu, ibâdet olmadadır, cefâ, vefâ hâlini almadadır, uzaklık, yakınlığa dönmededir, yabancılık, bilişliğe dönmededir, kapıda duran kul, tapıya alınmadadır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Âdemoğlu, uçsuz bucaksız bir çöle varır ve orada konaklar, devesinin dizini bağlar, yeryüzünü döşek, elini yastık edinir, biraz uykuya dalar. Uykudan uyanınca bakar ki deve gitmiş, azığı, ayakkabısı, elbisesi de devenin üstünde olduğu için, deve gidince onları da götürmüş. Bir sağ yana koşar, bir sol yana koşar ama hiç bir yerde devenin izinin tozunu bile bulamaz ve artık helâk olacağını anlar. Derken deveyi yitirdiği yere döner, bir de bakar ki deve oracıkda durmakda. İnsan, hiçbir şeye bundan daha çok sevinmez. Görür ki yular elinde, yere kapanır, yüzünü deveye tutar, hani hep 'Allah'ım sen benim rabbimsin, ben senin kulunum' derdi ya, bu kez sevincinden 'Allah'ım sen benim kulumsun, ben senin rabbinim' der. Sevincinin çokluğundan yanılır da bu sözü söyler, 'Sen benim Rabbimsin, ben senin kulunum' diyeceği yerde, şaşkınlığından 'Sen benim kulumsun ben senin rabbinim' der.
Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm sonra buyurdu ki, "Allahu Teâlâ âsî kulunun tövbesine, deveyi bulup sevinen bu adamın sevincinden daha çok sevinir. Allah'ın, kulun tövbesine sevinmesinin ma'nâsı şudur ki kul, bir şeye sevindi mi, o şeyi üstün tutar. İşte o tövbe eden kul da, Allahu Teâlâ katında pek üstündür. Gene buyurdu ki, "Bir kul suç işler, o suç onu cennete sokar". Ashâb-ı kirâm, "Yâ Resulallah bu nasıl olur?" dediler. Buyurdu ki, "O suç, kulun hep gözünün önünde durur, her nefesde ondan pişmânlık duyar ve Allah'dan afv diler. Bu pişmanlık, bu istiğfâr, sonunda onu cennete sokar".
Bir kul, kıyâmet gününde suç defterini görür, cehennemin yolunu tutar. Ona derler ki, "Defterin öbür tarafını da oku. Okuyunca görür ki tümden ibâdet, tümden kulluk. Sebebi de tövbe-i nasûh ile tövbe etmesidir. Allahu Teâlâ bu yüzden onun suçlarını kulluğa, ibâdete çevirmişdir. Halîl'e kumu un hâline getiren, Dâvûd'a dermiri yumuşatan, İsâ için balçığı kuş yapan, çocuklara hayız kanını gıdâ yapan Allah'ın, suçları da kulluğa, ibâdete çevirmeğe gücü yeter.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Mukbil-i Tammâr adında biri vardı, hurma satardı. Bir kadın hurmacının dükkânına geldi, hurmaların iyi olduğunu gördü. Hurmacı, dükkânın içinde daha iyileri var dedi. Kadın dükkâna girince, kadını öpdü, çarşafına sarıldı. Kadın, onu kovmağa çalışıyor, bir yandan da 'Çok kötü bir iş yapıyorsun, Allah'a âsî oldun, müslüman olduğun halde, kızkardeşine hâinlikde bulundun' diyordu.
Maksad Mukbil'in hikâyesini anlatmak değil, maksad, günahın dermânı nedir, ne yapmak gerek, onu anlatmakdır. Mukbil, bir daha suç işlememek üzere tövbe edince şu âyet geldi, "Onlar kötü bir iş işlediler mi, yâhud nefislerine bir zulümde bulundular mı, Allah'ı anıp suçlarının bağışlanmasını dileyenlerdir. Allah'dan başka günahları bağışlayan kimdir?". Bir topluluk bu âyetin, mezar açıp kefen soyan Behlûl hakkında geldiğini söylerler.
Câbir radıyallahu anh rivâyet ediyor :
Ensârdan bir genç vardı, adı Sa'lebe bin Abdurrahmân idi, Peygamber'e hizmet ederdi. Bir gün ensârdan birisinin kapısının önünden geçerken evin içine bakdı, gözü, yıkanmakda olan bir kadına ilişdi. Orda durdu ve kadını seyre koyuldu. Derken ansızın gönlüne bir korku düşdü, "Ya Peygamber'e benim hakkımda bir vahiy gelirse" diye düşündü ve yapdığına çok pişmân oldu, o kadar pişmân oldu ki utancından Medine'nin dışına çıkdı. Mekke ile Medîne arasındaki bir dağa vardı. Kırk gün kırk gece o dağda ağlayıp inledi. Peygamber, onu sorup soruşturmakdaydı. O kırk gün içinde hiç vahiy gelmedi, hattâ kâfirler "Onu rabbi terketdi, ona darıldı" dediler. Derken Cebrâil geldi, "O kul, cehennem ateşinden korkarak bana feryâd edip durmakda" diye Allah'dan haber getirdi. Peygamber aleyhisselâm, Ömer ibn Hattâb ile Selmân-ı Fârisî'yi Sa'lebe'yi bulup getirmeleri için yolladı. İkisi de Medîne'den çıkdılar. Oralarda koyun otlatan bir çobandan sordular. Çoban dedi ki, "Sizin aradığınız kişi, kırk gündür, iki elini başına koymuş, 'Ne olurdu, canlılar içinden benim canım kıyâmet gününde bana verilmeseydi, ölüp gitseydim' diye ağlayıp inlemekde. Dağa vardıkları zaman gecenin bir kısmı geçmişdi. O genç, dağdaki yerinden çıkdı, "Keşke rûhlar arasından benim rûhum kabz ediliverseydi, bedenler içinde, benim bedenim dağılıp gidiverseydi" diyordu. Hazret-i Ömer, onu tutunca, "Suçlardan kurtuluş ne vakit?" dedi ve "Yâ Ömer, beni Peygamber'in yanına, Peygamber namaz kılarken, yâhud Bilâl kâmet getirirken götür" dedi. Medîne'ye vardıklarında Peygamber'in Kur'ân okuduğunu duyunca Sa'lebe'nin aklı başından gitdi ve yere yığıldı. Peygamber, namazı bitirince Sa'lebe'nin yanına vardı. Sa'lebe, Peygamber'in nûruyla kendine geldi, canlandı, "Yâ Resûlallah, günâhımın verdiği endîşe ve utanç yüzünden kaçdım" dedi. Peygamber, "Sana bir âyet öğreteyim ki, kul o âyet hürmetine bağışlanır" buyurdu ve "Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ hasene ve fi'l-âhireti hasene ve kınâ 'azâbe'n-nâr" âyet-i kerîmesini okudu. Sa'lebe, "Yâ Resûlallah, benim suçum bundan daha büyük' deyince Peygamber aleyhisselâm, "Allah'ın kelâmı senin suçundan daha büyükdür" buyurdu. Sonra Sa'lebe evine gitdi ve üç gün üç gece namazda ağlayıp inledi. Sonra Peygamber aleyhisselâm, Sa'lebe'nin evine vardı ve onun başını dizine aldı. Tam o sırada "Onun suçundan geçdik" diye fermân-ı ilâhî gelmişdi ki Sa'lebe de o anda dünyâdan göçdü. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn.