7 Ocak 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Ey mü'minler! Ey âşık u sâdıklar! Ey Allah'ın sevdikleri, Allah'ı sevenler! Sultânü'l-enbiyâ aleyhi's-salâtü ve's-selâma gönül verenler! Ve Resûlullah'ı her şeyinden ziyâde severek îmânlarını kemâle erdiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
İşitin, duyun, dinleyin ve dinlediklerinizi iyi anlayın ve anladıklarınızı dîn kardeşlerinize yayın. İnsanları Hakk'a, felâha, necâta davet edin. İnsanlığı, elinden tutun ve kurtarın.
Kur`ân'a tâbi olmayanlar, gözleri kör bir uçuruma doğru gitmekdeler, onları o yoldan çevirin. Allah'a inanmayan, Hazret-i Muhammed aleyhisselâma gönül vermeyen bir kimse, muhakkak hüsrandadır, bakar da görmez, işidir de anlamaz, bulunduğu nimetin içinde, hangi nimetlere sâhib olduğunu dahi bilemez. Yalnız yer, içer ve emeller besler ve bu âlemden elleri açık, boş olarak gider. Eli boş ve açık gider demek maddeyi götüremez demekdir. Halbuki taşınan tabut, çok şeyleri götürür o tarafa. Görenedir, köre ne!
Kabirlerin üstlerini süsleyip altlarını süslemeyenler helâkdadır. Kabirlerin zâhirlerini tezyîn etdiğimiz gibi, içi bize daha çok lâzımdır, orayı tezyîn etmek lâzımdır. Kabrin nûru Kur`ân'dır, îmândır, islâmdır, îkândır, ihsândır, ibâdât ü tâatdır, muhabbetdir, muhabbet ile Allah'a ibâdet etmekdir, Resûlullah'ı sevmekdir, sallallahu aleyhi vesellem. Kalbinde Resûlullah'a muhabbetin yoksa, hem de her şeyden ziyâde, îmânın kemâlde değildir.
Şimdi, Cenâb-ı Hakk, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki...
Okuduğum âyet-i kerîme O'nun kelâmıdır, ne Peygamber'in sözü, ne şeyhülislâmın kelâmı, ne hatîblerin sözüdür, ne hâfızların sözüdür, Allahu Teâlâ Hazretleri, hâfızın ağzıyla Kur`ân'ı sana okur. Kur`ân'ı dinlediğin vakit bil ki Allah sana hitâb etmekde. Kur`ân'ı okuduğun vakit Allah ile konuşmakdasın. Bunun farkına var.
Bu okuduğum sûre-i celîle Asır Sûresi. Bunun hakkında İmâm-ı Şâfii Hazretleri, mahalle imamı değil! İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Hanbelî, İmâm-ı Mâlikî, İmâm-ı Hanefî denildiği vakit, mahalle imamını gözönüne getirme. Arkasından milyonları götüren, Allah'a götüren kimseleri, onları gözönüne getir, milyarları, bugüne kadar. Sen ve ben ekmek yedirdiğimiz, beslediğimiz, giydirdiğimiz, meskeninin ücretini verdiğimiz âilelerimizi, çocuklarımızı arkamızdan getiremiyoruz. Bunlar, milyonları, milyarları arkalarından sürüklemişler ve kıyâmet gününe kadar sürükleyeceklerdir yani devam edecekdir. Çünkü Kur`ân nûru sönmeyecekdir. Söndürmek için uğraşanlar, ona üfleyecekler fakat o, sönmeyecek, parlayacakdır, parlamışdır ve parlayacakdır. Geçiyoruz.
Bu sûre-i celîle, ve'l-asri. İmâm-ı Şâfiî Hazretleri buyuruyor ki, "Kur`ân'ın kâffesi nâzil olmayıp", iyi dinle, ""Kur`ân-ı Kerîm'in kâffesi nâzil olmayıp mücerred bu sûre-i celîle nâzil olsaydı, beşeri necâta götürmeye kâfî gelirdi" diyor. O kadar mühim bir sûre, okuduğumuz sûre-i celîle.
Geçen hafta aynı sûreden bir mikdar, yani denizden bir katre, şemsden bir hüzme, cemâdâtdan bir zerre, denizlerden bir katre olarak bir parça sunmuşduk. Gene aynı âyet üzerinde duracağız ve Allah'ın bize söyletdiği kadar söyleyeceğiz, sen de izânın, irfânın, Allah'a olan kurbiyyetin mikdârı alacaksın, öğreneceksin.
Öğrenmekle bırakma! Öğrendiğini fiilen göstermen lâzımdır. Yani bir adam mahkemeye gitdiği vakit, o adam suçlu olarak varsa, hangi suçdansa, hâkim ona dese ki, "Bu suçu niye işledin?", o da, "Efendim, ben bunun suç olduğunu bilirim ama gene de irtikab ettim" dese, bilmesi onu hapis olmakdan kurtaramaz. Onun için bilmek kâfî gelmez. Bilmek kâfî gelmez, bildiğini, öğrendiğini hayâtına tatbîk edeceksin. Güzel şeyleri, çirkin şeyleri değil. Biz güzelleri bırakmışız, çirkinlere dönmüşüz. Güzelleri, güzelliği.
Karanlık bir yerdesin, nûr, Muhammed Mustafâ'nın nûru, Kur`ân nûrudur, O'na tâbi' olmazsan, o karanlık yerden amel çuvalına, ne doldurduğunun farkına varmazsın. İp diye yılan, nûr diye nâr, cevâhir diye akrebi doldurabilirsin. Sana bunun bir hikâyesini anlatayım da komprime olarak kafanda kalsın.
Bir yaz sabâhı, bir a'mâ ile bir baş gözü gören yola çıkmışlar. Giderlerken a'mâ elinden kamçısını yere düşürmüş. Sopaymış elindeki kamçı, düşürmüş. Öteki önden gidiyor. A'mâ atdan aşağı indi, eliyle böyle araştırırken kamçı diye yerde bir yılan, soğuk sabahleyin, bir engerek kıvrılmış yatıyor, onu aldı eline. Bakdı böyle elinle, a'mâ yılanı tanımıyor çünkü. "Güzel bir kamçı bu, bunu ben kullanayım" dedi. "Allah sopamı düşürtdü ama bu kamçıyı bana verdi" dedi ve bindi atın üzerine ve arkadaşına yetişdi. "Nerdesin? diye sordu, baş gözü gören.
Bazı adamın baş gözü görür, kalb gözü görmez. Bazısının kalb gözü görür, baş gözü görmez. Bazısının hem baş gözü görür, hem kalb gözü görür yani hem basarı hem basîreti görür.
O zât, "Nerdesin?" dedi. "Sopam düşdü yere, indim aşağı, Allah bana başka bir kamçı verdi" dedi. "Amân!" dedi o, o gözü gören, "bırak elinden, kamçı filan değil o, yılan" dedi. "Yok canım, sen hased ediyorsun bana, güzel kamçımı yere attırmak istiyorsun, sen alacaksın" dedi. Fakat bir müddet sonra yılanın beli ısınınca a'mânın elini sokdu ve onun helâkine sebeb oldu.
Bunun ma'nâsı ne biliyor musun? Gözüne Kur`ân gözlüğü koymayan, kâinâta Muhammed nûruyla bakmayan, a'mâ gibidir, kamçı diye yılanı alır ve helâk olur sonra. Peygamberler, evliyâullah ve ulemâ gözü gören gibidir. "Gitme önünde çukur var" diyor, "Gitme önünde çukur var, çukura doğru yürüme" diyor. Halbuki o inadına gidiyor, "Bırak beni canım! Ne karışıyorsun bana!" diyor.
Ya lisânla söyle ya da elinden tut, ordan çevirmeye gayret et. Ama güzel sözle söyle, benim gibi acı sözle söyleme, tatlı sözle söyle, düşündürerek söyle, soğutma, kerih gösterme, tatlı göster. Hakîkaten tatlıdır, çok tatlıdır. O tadı duyana çok tatlıdır ama duymayan için, belki hasta olanların mizacı bozuksa acı gelir. Geçiyoruz.
Kur`ân-ı Kerîm olmadı mı bir yerde, yani islâmdan, îmândan haberin olmadı mı, sen yılanla sopayı ayıramazsın, zulmetle nûru da fark edemezsin. Karanlık bir yerdesin, toplarsın, çuvalına koyarsın, sonra sırtına yüklenirsin, haberin olmaz. O giden tabutun içerisinde neler gidiyor, o tabut boş gitmez. Sen ve ben görmüyoruz gidenleri, neler gidiyor içerisinde. Yılanı ve çıyanı burdan götürürsün, cehennemin ateşini de burdan alırsın. Cennât-i âliyâtın miftâhı da, derecât-ı cennet de burdan kazanılır.
Cennet ibâdet karşılığı değildir, Allah'ın fazl u keremiyledir. Bir adam bin sene namaz kılsa, iki bin sene namaz kılsa, on bin sene namaz kılsa, alnı yerde çürüse, dizleri devenin dizleri gibi nasır tutsa, on bin sene de oruç tutsa, yani böyle mümkün olsa, bir kere semâya bakarak güneşi görmesinin şükrünü Allah'a ödeyemez. Yaa, senin hiç bir şeyden haberin yok, benim haberim yok hiç bir şeyden. Her gün görüyoruz, semâya güneş çıkıyor, bulutlar geliyor, yağmurlar yağıyor, mevsimler değişiyor, kış, yaz, güz, ilkbahar filan. Bir kere bakıp güneşi görmesini, bir bakdığın vakit tâ süreyyâya kadar burdan görüyorsun, onun hakkını ödeyemezsin. On bin sene namazla, ibâdetle. Onun için cennât-i âliyât ibâdet karşılığı değil, Allah'ın fazl u keremiyledir. Kulağında bulunsun. Cehennem de günah karşılığı değildir, adâlet-i ilâhînin tecellîsidir. Geçiyoruz.
Kur`ân gözlüğünü gözüne koymayan adam hüsrândadır, yani karanlıkdadır, dalâletdedir. İlle Kur`ân'a iyi sarılacaksın. Kur`ân'ın kağıdına, yaprağına sarıldığın gibi değil. Okuduğun elfâz-ı Kur`âniyyenin ma'nâsını anlayıp hayâtını ona tatbîk edeceksin. Yasaklarına riâyet, emirlerine devâm. Ve seve seve yapacaksın. Yasaklarından da Allah'dan korkarak kaçınacaksın. Çünkü Allah'dan korkanlar, müttakîler, insanların en kerîmidir, en yücesidir, en yükseğidir. Müttakîlerin imâmı Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Mi'râca çıkdığım gece, Cebrâil'in Hakk korkusuyla devenin çulunun rüzgarda titrediği gibi titrediğini gördüm" diyor. Bir daha söyleyeyim. "Devenin çulunun rüzgarda titrediği gibi", titrer ya rüzgarda, sallanır, "Cebrâil'in Hakk korkusuyla öyle titrediğini gördüm" diyor Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. Peygamberimiz müttakîlerin imâmıdır, fâsıkların değil, müttakîlerin imâmıdır, önderidir.
Sana iki yol gösteriyor, bak, aklın başında, gözün de var. Dünyâ menfaatini gâyet iyi biliyorsun. Kaşığı ağzımıza mı sokacağız, burnumuza mı, onu da biliyoruz.Onun için sana iyi yol gösteriyoruz. Sonra bu fırsat ele gelmez, geçmez bir daha. Namaz kılmaya kalkarsın, bir gün olur, kıldırmazlar, belin bükülmez çünkü. Allah demeye kalkarsın, çenen açılmaz. O günler gelmeden evvel hemen Allah de ve Allah yoluna sarıl, Allah'ı sev! Rabbü'l-âlemîn'i sev! O sana senden yakın, sen de O'na yaklaş. İşte Allah'ın emirlerini seve seve yapanlar, Allah'a tekarrüb ederler. Hele Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Habîbi Ahmed'in lisânı ile "Ben kullarıma öyle yaklaşırım ki, onların gördüğü göz benim gözüm, onların söylediği söz benim sözüm, onların yürüdüğü ayak benim ayağım olur" diyor Cenâb-ı Allah Celle ve Tekâddes Hazretleri. Sevdir Allah'a kendini. Sevdir! O muhabbet bir kaledir, oraya giren kimseye dünyâ ve âhiretde, maddî-manevî hiç felâket dokunmaz.
Haydi bakalım dinle. Sûreye gelemeyeceğiz. Bir kıssa daha zuhûr etdi, söyleyeceğim. Tâcü'r-ricâl Cenâb-ı Rabiatü'l-Adeviyye Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî Hazretleri. İşitirsiniz siz, işitmişsinizdir, yâhud işitmeyenler işitsinler, bir veliyye var, bir veliyye, ismine Rabia derler. Hani Hasan-ı Basrî diyor ki, "Kabe'ye vardım, rûh-i Kabe'yi görmedim, sordum, nereye gitdi diye, "Rabia Kabe'ye geliyor, Kabe onu karşılamaya gitdi" dediler diyor. İşte bu Rabia. Allah'ı öyle sevmiş, Allah onu öyle sevmiş.
Böyle olacaksın. Hepimizde bu istidâd vardır bizim. Çünkü biz Muhammedîyiz. Resûlullah'a bağlıyız. Resulullah'ın bendesiyiz. Fakat sâhib olduğun hazîneden haberin yok senin! Biz milyonların, milyarların üzerine oturmuşuz, defîne altımızda duruyor, biz elimizi Avrupa'ya açmışız, "Bana versene" diyoruz. Bu hâle gelmişiz. Ve gidenlerimiz de Avrupa'nın güzel şeylerini almıyorlar, kötü şeylerini buraya getiriyorlar. Hiç müslüman Türk evlâdı eroin, kokain kullanır mıydı? Böyle şeyleri bilir miydi? Bilmezdi böyle şeyler. Nişanlısının yüzüne bakamayan, iffet ile bakamayan delikanlı, eli kanlı kâtil oldu.
Biz Rabiatü'l-Adeviyye'ye gelelim şimdi. Rabiatü'l-Adeviyye, tâcür-ricâl, yani evliyâullahın başı tâcı demek. Kadınlardan böyle insanlar var yani. Hâlâ sofu kalkıyor, "Câmiye kadın sokma" diyor. Beyinsiz adam. "Câmiye kadın girmez" diyor. Kadın nereye gitsin câmiye girmesin de? Ama câmide bir tertîb vardır, o tertîb, şerîatın tasnîf etdiği tertîbidir, ona riâyet etmesi şerâitdendir. Ona riâyet eden kimseyi tabii alır. Etmediyse, onu riâyete davet ederiz. Sakın ha, böyle beyinsizlik yapmayın. Allah'In yoluna gelenleri men etmeyiniz. Sen erkeksen kadınları fenâlıkdan men et bakayım haydi. Câmiden herkesi men edebilirsin. Kolay o, câminin kapısında durursun. Geçiyoruz.
Rabiatü'l-Adeviyye gibi bir çok muhadderât-ı islâmiyye vardır yani kadın meşhûrları vardır, Allah yanında sevgili. Rabia'ya şu rütbeyi vermişler : tâcü'r-ricâl. Yani erkek evliyâların baş tâcı. Bir çok evliyâullah ondan istifâde ederlerdi yani. Gelirle,r Hazret-i Rabia'dan istifâde ederlerdi, istiftâ ederler, fetvâ alırlardı, bazı şeyler husûsunda istifâde ederlerdi. Hattâ uzun menkıbeleri var ama vakit dar olduğu için anlatmayacağım, bir tânesini söyleyeceğim, geçiyorum.
Rabia, bir akşam, bir gece, ibâdet ve tâatını yapmış...
Tâat ve ibâdet Allah'la sohbetdir, Allah'la konuşmadır, Allah'la sevişmedir. İnsanların Allah'a en karîb olduğu yer secdedir. Allah, o kadar seviyor secde eden mü'mini. Sûre-i "ikra bismi"nin sonuna bakıver. Burda okursam şimd,, secde lâzım gelir. Hakk'a secde eden, Hakk'a yaklaşır. Geceleri bazen kalk, nısfu'l-leylde, Allah'la başbaşa kal. İnsan sevdiği ile tenhâlarda dolaşır, Allah'ı seviyorsan. Allah'a muhtâcsın. Bırak ihtiyâcını, sev Allah'ı. Allah'ı sev, Celle Celâluhû Hazretlerini.
Rabia, ibâdet ü tâatını yapmış, bir hırsız da gözetiyor kendisini. Allah sevgililerini korur. Ve bir müddet sonra yoruldu, vücûdun ihtiyâcı, yatmak ihtiyâcını duydu ve yatdı. Hırsız, "hemen içeri girdim" diyor. Kendi anlatıyor hırsız. "İçeri girdim, yükde hafif, bahada ağır ne varsa gördüğümü aldım" diyor. Ne olacak evliyânın, veliyyenin evinde, zâviyesinde. "Aldım, tam çıkacağım, kapılar duvar oldu, ne kapı var ne pencere, kaldım. Şimdi ben burdan girdim içeriye, duvar. Eşyaları koydum, kapı zâhir oldu. Gene eşyâları aldım, kapı duvar oldu. Gene eşyâyı koydum, kapı zâhir oldu. Gene yüklendim, o vakit, evin köşesinden bir nidâ bana, 'o eşyâları oraya bırak ve çık git! Kul uyuyorsa Allah uyumuyor. Sevgili uyuyorsa, seven uyumuyor' dediler" diyor. "Onun üzerine orada bayılmışım, kendimden geçmişim, uyandığım vakit Rabiatü'l-Adeviyye benim yüzüme su döküyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu. Sonra ayaklarının basdığı yerleri öpdüm, kendisine bende oldum ve onun nûruyla pür nûr oldum" diyor.