Hallâc-ı Mansûr

4 Şubat 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Azîz Mürşidim Muzaffer Efendi Hazretlerinin en önemli husûsiyetlerinden biri de kimsenin içinden çıkamadığı bir takım girift meseleleri ve çok mübhem mevzûları en açık şekilde beyân ederek bütün şüpheleri gidermeleri idi. Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l Hakk" meselesi de bunlardan biridir. Efendi Hazretlerinin bu mesele hakkında lutfettikleri bazı beyânât ve îzâhâtı meraklılar için yayınladık.

Önce Muhyiddîn İbn Arabî Hazretlerinden rivâyet edilen o meşhûr rüyâyı yazalım. Efendi Hazretlerinin sohbetlerinde de bahsettiği bu rüyâyı kitabındaki hâliyle aktaralım :

Şeyh-i Ekber Hazretleri diyor ki : 

Ben, Kurtuba şehrinde oturduğum sıralarda, bir rüyâ görmüşdüm. Rüyâmda, bütün resûller ve nebîler toplanmışlardı. Nebîler topluluğundan bir zât, bana doğru geldi. Gelen zât, ulü'l-azm peygamberlerden Hazret-i Hûd aleyhisselâm idi. Bana iltifât buyurdular ve : "Yâ Şeyh! Bu toplantımızın sebebini merak etmiyor musun? Bizler, Hüseyn Hallâc-ı Mansûr'un affı için Resûl-i âhir zamâna ricâ ve niyâza geldik. Bu gördüğün enbiyâ, Hallâc'ın affı için mefhar-i âleme istirhâmda bulunacağız".

Ben Hazret-i Hûd aleyhisselâma dedim ki : "Hallâc-ı Mansûr'un günâhı nedir? Ne gibi bir hatâda bulunmuştur ki, affı için toplandınız?". Bu suâlime cevâben, Hûd aleyhisselâm şöyle buyurdu :

Hallâc-ı Mansûr, Sûre-i Duhâ'daki "ve le sevfe yu'tîke rabbüke fe terdâ" âyetini tefsîr ederken, demiş ki, "Eğer mi'râcda Hazret-i Peygamber'e olan iltifât-ı ilâhî, bana olsaydı bu va'd-i Kerîm'den ve rızâ-yı Bârî'den istifâde eder, kâfire dahî şefâ'at eyler, kâfirlerin bile cennete girmelerini sağlardım. Bütün insanları, Allah'a affettirir ve hepsini cennete koymadan râzı olmazdım. Fakat, aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz, Allah'ın kendisine bahşettiği bu azîm himmetten hakkıyla istifâde edemedi. Zîrâ aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin, Allah sübhânehû ve teâlâ indinde o kadar büyük bir mevkii ve o derece azîm bir derecesi vardır ki, ne isterse hiç bir isteği reddolunmaz ve mutlakâ yerine getirilir. Mahbûb-i Rahmân O'dur. O, Hakk'ın ismiyle anılandır. O, sebeb-i rahmetdir. O, mûcib-i hilkat-i kâinâtdır. Böyle olmasına rağmen, yalnız kendi ümmetinin affını dilemişdir. Yalnız ümmetini nârdan âzâd ettirmiş, cennete duhûllerini te'mîn buyurmuşdur. O dileseydi, Allah teâlâya daha nice niyazlarını kabûl ettirir, bir derde yüz binlerce devâ buldururdu. Halbuki, o böyle yapmamışdır" demişdi. İşte, Hallâc'ın bu şekilde konuşması Fahrü'l-mürselîn'i üzmüş ve kendisine rüyâsında görünerek : "Yâ Hallâc! Hatâ ettin ve düşünmeden söz söyledin. Sen bilmez misin ki, Allah teâlâ bir kuluna yaklaşarak o kulunun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olursa, o kul nasıl olur da, Rabbinin isteğine aykırı bir hareketde bulunabilir? Nasıl olur da, kâfire şefâ'at edebilir?". 

Hallâc, derhal hatâsını anlamış, "Estağfirullah. Elbette Hakk'ın isteğinden başka türlü hareket etmezsiniz" diyerek Seyyidü'l-enâm'ın ayaklarına kapanmış ve : "Amân! Bahrine düştüm! Meded ey ehl-i kerem! Başımdan büyük bir cür'etle söylediğim o sözden rücû' etdim, benim hatâmı affeyle. Nübüvvetine sarıldım, nübüvvetinle ört, setreyle. Beni ümmetliğinden ihrâc eyleme, kapından kovma" diyerek yalvarmış, ağlamış, feryâd u figân eylemiş ve sormuş : "Yâ Resûlallah! Benim bu hatâma kefâret nedir? Lutfet, onu bildir de kefâreti yerine getireyim, bin cânım olsa yoluna fedâ edeyim. O'nun bu yalvarmalarına karşılık, ResûIü's-sekaleyn şöyle buyurmuş : "Yâ Mansûr! Allah yolunda, şerî'at kılıcı ile nefsini kurbân eyle!" İşte, o Hallâc-ı Mansûr ki, "Ene'l Hak" da'vâsının sâhibidir. Kendisine "Ene'l-Hakk" dedirdiler ve bu sözünü kefâret olmak üzere şerî'at kılıcı ile katlolundu. Dünyâca cezâsını görerek fenâyı terk ve bekâya nakleyledi. Fakat şu var ki, Mansûr'un dünyâdan âhirete intikâli üzerinden üç yüz sene geçtiği halde, bu kelâmı sarfettiğinden dolayı huzur-ı nübüvvetde hâlâ mahzûn ve mahcûbdur. Yüzünün perdesini açarak, nûr-i cemâl-i Ahmed'e bakmakdan mahrûmdur. Binâenaleyh, Mansûr'un artık affını niyâz ve cemâl-i Muhammed Mustafâ'yı nikâbsız müşâhede etmesini iltimâs niyyet ve gayreti ile Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem nezdinde Mansûr'a şefâ'ate geldik. Zîrâ Server-i kâinat aleyhi ve âlihî ekmelü't-tahiyyat, cürm ehlinin özrünü kabûl eder. Bu kapı nübüvvet kapısıdır, bu kapı mürüvvet kaprsıdır. Bu kapı Fahr-i risâlet kapısıdır" buyurdu.

Efendi Hazretleri bu rivâyetin sonunda buyuruyorlar ki :
İnsân, Hakk'a yaklaşdıkça yaptığı hatânın cezâsı da ağır olur. Bir kimse, bir hatâ eder ve başına dünyâda bir musîbet gelmezse, sakın sevinmesin. Bilakis oturup ağlasın. Demek ki, o kimse Hakk'dan uzakdır. O'nun cezâsı mahşere kalmışdır. Eğer kişi Hakk'a yakîn ise, yaptığının cezâsını hemen bu dünyâda çeker, âhirete öyle gider.
ENE'L-HAKK MESELESİ

Efendi Hazretleri Hallâc’ın “Ene’l Hakk” meselesi hakkında buyurdular ki :
Hallâc’ın şecere-i mübâreke misâlidir, Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” sözü,  “innî enallah” hitâbının Hazret-i Mûsâ’ya şecere-i mübârekeden zâhir olması gibidir. Şecerin isteği ve irâdesi var mıydı? Yokdu, Hakk oradan tecellî etmişdi. İşte Hallâc tıpkı bunun gibi. Hallâc’ın bu sözde hiç isteği ve irâdesi yok. Hakk oradan zâhir oldu.
Hallâc’ın ağzından Peygamber’e karşı bir söz çıkdı, onun üzerine şerîat kılıcıyla başı vuruldu yani cezâya çarptırıldı. Hallâc-ı Mansûr mi’râc dersi yapıyormuş, "ve le sevfe yu'tîke rabbüke fe terdâ" âyet-i kerîmesini tefsîr ederken, “Himmeti kıt” demiş. “Allah indinde Resûl-i Ekrem’in o kadar kıymeti var ki, istese herkesi cehennemden kurtarabilirdi ama himmeti kıt. ‘İbâdillahi’s-sâlihîn’ kaydını koydu, eğer ‘ibâdillah’ deseydi yani ‘esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillah’ deseydi de ‘sâlihîn’ kaydını koymasaydı, cehennem sönerdi” demiş. Onun üzerine o gece Cenâb-ı Peygamber’i rüyâda görmüş, Hazret-i Peygamber, “Sen benim hakkımda nasıl konuşuyorsun!” demiş. Hallâc, “Amân Yâ Resûlallah! Hatâ ettim” diyerek ayaklarına kapanmış. Resûl-i Ekrem, “Sen bilmiyor musun, enbiyânın ve evliyânın kelâmı kendi kelâmı değildir. Onlardan zâhir olan Hakk’ın kelâmıdır. ‘Vemâ yentıku anil hevâ’ âyetini duymadın mı, ben söylemedim ki, Hakk söyledi benim ağzımdan” demiş ve “Şimdi senin ağzından arzun isteğin olmadan bir söz zuhûr edecek ve o sözden dolayı senin kafanı vuracaklar, buna bedel o olacak” buyurmuş. İşte bunun üzerine Hallâc, “Ene’l-Hakk” diye ortaya çıkıyor.
Halbuki bu mesele üzerinde durmaya hiç lüzûm yok ki. El-cennetü hakkun, ve’n-nâru hakkun, ve’s-sûalü hakkun, ve’s-sırâtu hakkun” diyoruz. Eğer “hakk” lafzını “ilâh” ma’nâsına alırsak,  bunların da ilâh olması lâzım gelir. “Ene’l-Hakk” o demek değil ki, çünkü hakk sıfatdır. Hallâc “Enallah” demiyor ki, “Ene’l-Hakk” diyor, sıfat söylüyor.  
Büyük velîlerden birine, Hallâc, “Ene’l-Hakk” diyor demişler. Hazret, “Ene’l-bâtıl” mı desin demiş.
 Mansûr "ene'l-hakk" söyledi
Hakdır sözü Hakk söyledi
Nâdân mukayyed anladı
Ammâ ki mutlak söyledi
 HALLÂC-I MANSÛR İLE CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ VE ŞEYH ŞİBLÎ ARASINDA GEÇEN KONUŞMALAR

Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hallâc-ı Mansûr'un öldürülmesine Cüneyd-i Bağdâdî fetvâ veriyor. Evvelâ kendisiyle konuşuyor. Cüneyd-i Bağdâdî kendisine, "Seni asacaklar, sen dar ağacına çekileceksin" diyor. O da diyor ki, "Benim dar ağacına çekilmem husûsunda sen de fetvâ vereceksin ama sôfiyye elbisesi ile verme, ulemâ kisvesini giy, fetvâyı öyle ver" diyor. Aynen de öyle oluyor. 
Şiblî Hallâc-ı Mansûr'a soruyor, "Aşk nedir?" diyor, Hallâc, "Sehbâda can vermekdir" diyor. "Üstelik bu ednâsıdır" diyor. Şiblî, "Peki a'lâsı nedir?" diye soruyor, Hallâc, "Senin aklın ona ermez, sen o makâma çıkamadın" diyor.
Yıllar önce yabancı bir arkeolog, Bağdad yakınlarında arkeolojik bir kazı yaparken, kırık bir testi üzerinde bir yazı görür.Testinin üzerinde Hallâc-ı Mansûr'un şu sözü yazmakdadır. "Allah'a kavuşmak için iki rekat namaz da yeter ancak bu namazın abdestini insan kendi kanıyla almalıdır". Bu sözün tesiriyle işi gücü bırakan o arkeolog, ömrünü Hallâc-ı Mansûr'u araştırmaya adar ve ortaya kıymetli bir eser çıkarır. Louis Massignon adındaki bu âlimin eseri Türkçeye de tercüme edilmişdir. 

Şu hikmetli söz de Hallâc'dan rivâyet edilmişdir :
"Dünyayı terk eylemek nefsin zühdü, âhireti terk eylemek gönlün zühdü, kendini terk eylemek ise cânın zühdüdür"
Mest olanların kelâmı kendinden gelmez velî
Pes "ene'l hakk" nice söyler kişi Mansûr olmadan

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön