4 Şubat 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
İnsân, Hakk'a yaklaşdıkça yaptığı hatânın cezâsı da ağır olur. Bir kimse, bir hatâ eder ve başına dünyâda bir musîbet gelmezse, sakın sevinmesin. Bilakis oturup ağlasın. Demek ki, o kimse Hakk'dan uzakdır. O'nun cezâsı mahşere kalmışdır. Eğer kişi Hakk'a yakîn ise, yaptığının cezâsını hemen bu dünyâda çeker, âhirete öyle gider.
Hallâc’ın şecere-i mübâreke misâlidir, Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” sözü, “innî enallah” hitâbının Hazret-i Mûsâ’ya şecere-i mübârekeden zâhir olması gibidir. Şecerin isteği ve irâdesi var mıydı? Yokdu, Hakk oradan tecellî etmişdi. İşte Hallâc tıpkı bunun gibi. Hallâc’ın bu sözde hiç isteği ve irâdesi yok. Hakk oradan zâhir oldu.
Hallâc’ın ağzından Peygamber’e karşı bir söz çıkdı, onun üzerine şerîat kılıcıyla başı vuruldu yani cezâya çarptırıldı. Hallâc-ı Mansûr mi’râc dersi yapıyormuş, "ve le sevfe yu'tîke rabbüke fe terdâ" âyet-i kerîmesini tefsîr ederken, “Himmeti kıt” demiş. “Allah indinde Resûl-i Ekrem’in o kadar kıymeti var ki, istese herkesi cehennemden kurtarabilirdi ama himmeti kıt. ‘İbâdillahi’s-sâlihîn’ kaydını koydu, eğer ‘ibâdillah’ deseydi yani ‘esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillah’ deseydi de ‘sâlihîn’ kaydını koymasaydı, cehennem sönerdi” demiş. Onun üzerine o gece Cenâb-ı Peygamber’i rüyâda görmüş, Hazret-i Peygamber, “Sen benim hakkımda nasıl konuşuyorsun!” demiş. Hallâc, “Amân Yâ Resûlallah! Hatâ ettim” diyerek ayaklarına kapanmış. Resûl-i Ekrem, “Sen bilmiyor musun, enbiyânın ve evliyânın kelâmı kendi kelâmı değildir. Onlardan zâhir olan Hakk’ın kelâmıdır. ‘Vemâ yentıku anil hevâ’ âyetini duymadın mı, ben söylemedim ki, Hakk söyledi benim ağzımdan” demiş ve “Şimdi senin ağzından arzun isteğin olmadan bir söz zuhûr edecek ve o sözden dolayı senin kafanı vuracaklar, buna bedel o olacak” buyurmuş. İşte bunun üzerine Hallâc, “Ene’l-Hakk” diye ortaya çıkıyor.
Halbuki bu mesele üzerinde durmaya hiç lüzûm yok ki. El-cennetü hakkun, ve’n-nâru hakkun, ve’s-sûalü hakkun, ve’s-sırâtu hakkun” diyoruz. Eğer “hakk” lafzını “ilâh” ma’nâsına alırsak, bunların da ilâh olması lâzım gelir. “Ene’l-Hakk” o demek değil ki, çünkü hakk sıfatdır. Hallâc “Enallah” demiyor ki, “Ene’l-Hakk” diyor, sıfat söylüyor.
Büyük velîlerden birine, Hallâc, “Ene’l-Hakk” diyor demişler. Hazret, “Ene’l-bâtıl” mı desin demiş.
Hallâc-ı Mansûr'un öldürülmesine Cüneyd-i Bağdâdî fetvâ veriyor. Evvelâ kendisiyle konuşuyor. Cüneyd-i Bağdâdî kendisine, "Seni asacaklar, sen dar ağacına çekileceksin" diyor. O da diyor ki, "Benim dar ağacına çekilmem husûsunda sen de fetvâ vereceksin ama sôfiyye elbisesi ile verme, ulemâ kisvesini giy, fetvâyı öyle ver" diyor. Aynen de öyle oluyor.
Şiblî Hallâc-ı Mansûr'a soruyor, "Aşk nedir?" diyor, Hallâc, "Sehbâda can vermekdir" diyor. "Üstelik bu ednâsıdır" diyor. Şiblî, "Peki a'lâsı nedir?" diye soruyor, Hallâc, "Senin aklın ona ermez, sen o makâma çıkamadın" diyor.
"Dünyayı terk eylemek nefsin zühdü, âhireti terk eylemek gönlün zühdü, kendini terk eylemek ise cânın zühdüdür"Mest olanların kelâmı kendinden gelmez velî