22 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hallâc'ın ağzından bir söz çıkdı, söz Hallâc'ın değildi. Mest olmuşdu çünkü. Hakk yolunda kudret eliyle, aşk-ı ilâhîyi nûş edenler mest olurlar, mest olanlar, nereye bakarlarsa kendi sevgililerini görürler. Anlayana söyledik bunu da.
Hallâc'ın ağzından bir söz zuhûr etdi ve kendisini haps ettiler. Kudâtın yani hâkimlerin, kâdıların vazîfesiydi. Çünkü şerîat ehli, kâdılar, hâkimler, bunlar, polis gibidirler. Velîler de sarhoş gibidir. Bazen sarhoş yoldan çıkarsa nasıl ki polis kuvvetiyle onu yola getirirler, terbiyeye davet ederler, bazen böyle şeyler de olabilir yani. Bu kadar söyledik. Sonra isteyenler bana sorabilirler.
Hallâc'ın ağzından böyle bir şey çıkdı, sekir hâliyle, onu haps ettiler ve kendisini idâma mahkûm ettiler. Hapishânede yatıyor, bir zât da üç şeyi öğrenmek üzere uzak bir diyardan Hallâc'a geldi. Üç müşkili var, üç müşkili var, müşkilini halletmeye Hallâc'a geldi. Sordu "nerde?" dedi, Şeyh Hallâc-ı Mansûr el-Hüseynî. Dediler, "zindanda". Şaşırdı, teaaccüb etti, "hem bir mürşid hem zindanda ne işi var" diye. Sonra dediler ki, "Ağzından bir söz zuhûr etti, bu sözden dolayı".
Bu sözün de niçin ağzından zuhûr ettiğini inşâallah başka bir dersimizde söyleriz. Bu sırrı da ifşâ ederiz, söyleriz size. Ağzından o söz niye çıkdığının sebebini de söylüyorlar ehlullah.
Ve hapishâneye gitti, izin istedi, gösterdiler, içeri girdi, elleri bukağıda oturuyordu orda. Dedi, "Efendim, uzak bir yerden geldim, bazı müşkillerim var bunu hallettirmeye. Burası yeri değil ama, uzak diyardan geldim, sizler mürüvvet sâhibisiniz, beni burdan boş çevirmezsiniz. Sorularıma cevâb istiyorum ama sorunun cevâbı değil, bana fiiliyatla bunu göster".
Çünkü konuşmak kolay değildir fakat konuşmak, fiiliyata göre daha kolaydır. Konuşmak kolay değil ama fiiliyatına göre konuşmak daha kolaydır. Fiil zordur, güçdür. İşlemek yani.
"Nedir?" dedi, "Mürüvvet nedir? Sabır nedir? Kanâat nedir?" dedi. "Bunları bana fiilen gösterin, bunları istiyorum" dedi. "Ben sabrın ne olduğunu kitâbda okudum, mürüvvetin de okudum kitâbda ne olduğunu, kanâatin de ne olduğunu okudum ama fiilen görmek istiyorum yani gözümle göreyim" dedi.
Hani İbrâhim aleyhisselâm demişdi ya Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi, ölüleri nasıl diriltiyorsun?" diye sormuşdu. Allah dedi ki, "İnanmadın mı yâ İbrâhim?". "İnandım yâ Rabbi ama gözümle göreyim de kalbime itmi'nan hâsıl olsun" dedi. Görmek mes'elesi.
Onun üzerine Hallâc dedi ki, "Bak" dedi, kendisine sevdikleri tarafından ikrâm ve ihsân olunmuşdu, bir çok nimet vardı orda, onların hiç birini yemiyor, onları hapishânede bulunan garîbân fukarâya veriyordu. Hapis ehline dağıtıyordu, kendisi kuru ekmeği suya banıyor onu yiyordu. "Buna kanâat derler" dedi. "Sana kanâatin bir numûnesini gösteriyorum, kanâatin hepsi bu demek değil ya, ama böyle gösteriyorum, bu kadarla anla" dedi.
İnsan bir eşyânın, bir metâın hepsini pazara getirmez, bir parça numûnesini getirir. Allah da ahretdeki bulunan âlemin, ne görüyorsan nikmet ve nimet, bir numûnesini dünyâya getirmişdir. O kadar değil iş, yani iş onunla bitmiyor.
Hallâc da onu söyledi ona, dedi, "İşte gördüğün şey kanâatdır". "Yâ sabır nedir?". Elleri bukağıda idi, bismillah dedi, çekdi ve zincirler boşandı ve duvarı itdi açıldı.
"Efendim, nasıl olur bu, bu bir safsata". Evliyâullahın işine akıl ermez. Evliyâullaha verilen kerâmât, peygamberelere verilen mucizât, insanların akıllarının mâverâsındadır, akıl bunu ölçemez. Çünkü fâili Allah'dır. Onun için kendi kısa aklınla, "Duvar nasıl gidermiş, zincir nasıl koparmış" diye konuşma böyle. Ateş yakar mı? Yakar. İbrâhim Peygamber'i yakmadı ateş. İşte gördün, aklın mâverâsında. Bıçak keser mi? Keser. İsmâil'i kesdi mi bıçak? Kesmedi. Aklın mâverâsında. Senin bileceğin iş değil. Onun için kısa aklınla Allah'ın kudretini ve mucizât-ı enbiyâyı ve kerâmât-ı evliyâyı inkâra yeltenmeye kalkma. Yaya kalırsın sonra. Geçiyoruz.
İşte bu kudreti Cenâb-ı Hakk bana ihsân u inâyet buyurdu fakat ben burda sabrederim. Kaderimi bekliyorum, ne ise hükmüm. Hükmün de ne olduğunu biliyorum ben. Benim de isteğim ve arzum odur. Çünkü gâfiller suyla abdest alabilirler ama âşıklar kanlarıyla abdest alırlar" dedi. Geçiyoruz.
"Evet, gördüm, teşekkür ederim, kalbime itmi'nân hâsıl oldu. Ya mürüvvet nedir?" dedi, "mürüvvet nedir?" Buyurdular ki "Yarın gel, sana mürüvveti göstereyim". "Yâ Şeyh, lutfet. Ey üstâz, ey mürşid-i âlî, lutfet, göster bize şu mürüvveti de". "Yok, yarın görmen lâzım, sözü dinle, itiraz etme, git". Gitdi, ertesi gün geldi, bakdı ki, Hallâc'ı asmışlar, berdâr olmuş Hallâc. Onu gördü, "Eyvâh! Dün keşke şeyhi zorlasaydım, mürüvveti bana fiilen gösterseydi" dedi, mahzûn oldu, bir Fâtiha okudu, çıkdı, gitdi.
O akşam bir rüyâ gördü. Kıyâmet kopmuş, Hallâc'ın idâmına hüküm veren kâdıyı cehenneme atmak üzere, Allah, emir verdi meleklerine. "Kâdıyı nâra atın" dedi. Hallâc ortaya çıkdı. Rüyâsında görüyor o zât-ı muhterem. "Yâ Rabbi" dedi, "O benim şehâdetime sebeb oldu. Eğer bu benim kâtilim olan bu kâdıyı nâra atarsanız ben de cehenneme giderim. Onu bana bağışlayacaksın" dedi Cenâb-ı Hakk'a. "Bağışladım" dedi. Hallâc, kâdının elinden tutdu, götürdü cennetin kapısından içeriye sokdu, evvelâ kâdıyı sokdu içeriye, yani kâtilini sokdu. Sonra geri döndü, "Mürüvvet buna derler" dedi. O da uykudan uyandı. Mürüvveti fiilen gösterdi. Şimdi ayân oldu beyân oldu.
Mü'minsen bunları hikâye diye dinleme, nefsine tatbîk et. Sana zulmedeni sen affet. Kîni kaldır. Düşmanlığı bir tarafa def et. Bir kalb ya sağlam olur ya çürük olur. Kalb sağlam olursa vücûd da sağlamdır, kalb çürük olursa vücûd da çürükdür. Bir kalbde hem kîn, hem dîn olmaz. Hem muhabbet hem adâvet, ikisi birden oraya girmez. Sen kalbini aşkullah ile ve aşk-ı Resûlullah ile doldur. Vücûdunu sıbgatullah ile boya. Şemme-i Muhammedî'yi duy, başka koku duyma. Bir şeye bakdığın vakit, onun çirkinliğini görme, güzelliğini gör, güzel tarafını gör, çirkinliğini görme. Geçiyoruz.
www.muzafferozak.com