Halvet ve Celvet

22 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Ankaravî Hazretleri Minâhcü'l-Fukarâ'sında buyuruyorlar ki :

Hakk Teâlâ Hazret-i Dâvûd'a dedi ki, "Yâ Dâvûd, benim için bir ev tahliye eyle, tâ ben anda olam. Kâşânî der ki, "Bil ki, tahkîkan sülûk, kalb evini mülâhaza-i ağyârdan tahliye kılmakdır, Melik-i Cebbâr'ın tecellîsinin husûlü için. Pes, bir kimse serây-ı kalbi ağyârdan tahliye eylemek murâd eyleye, anın üzerine lâzımdır ki, kapıları bağlaya ve perdeleri kapayıvere. Yani havâss-i hamse kapılarını bağlaya ki, anın üzerine turuk-ı vesvâs münsedd ola". 
Pes, tarîkimizde âkil olan ol kimsedir ki, bu âlem-i halkdan firâr eyleyip, künc-i halvetde karâr eyleye. Tâ ihtiyâr-ı halvet etmekle bu havâssın durrundan ve bu halkın mekr ve şerrinden emîn ola. Nitekim Hazret-i Mevlânâ buyururlar : "Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmişdir. Çünkü gönül safâları halvetdedir. Kuyunun zulmeti halkın zulmetinden yeğdir. Zîrâ halkın ayağını tutan, başını kurtaramamışdır".

Bu mahalle münâsib olarak, halvetin lüzûmu hakkında tavsiye isteyen bir mürîdine  Şiblî şöyle demişdir, "Halkın dilinden adını sil ve onlarla arana ölünceye kadar bir perde çek". Halvet eylemek sünnetdir. Nitekim bidâyet-i hâllerinde Hazret-i Resûl Hirâ Dağında mağara içre nice müddet halvet eylemişlerdir. Tâ melek vâsıtasıyla vahiy gelinceye kadar. Meşhûr ve mütevâtir haberdir. Ve pîr-i tarîkatimiz Hazret-i Mevlânâ, bidâyet-i hâllerinde halevât-ı kesîreye müdâvemet kıldıkları ve nice nic erbaînler çıkardıkları menâkıblarında mestûr ve beyne'l-fukarâ meşhûrdur. Ammâ ba'de mülâkati'ş-Şems, terk-i halvet ve ihtiyâr-ı celvet kılmışlardır. Ammâ ekser-i evkâtde  yine uzletden hâlî olmazlardı. Pes, selefin revîşi, halefe tarîkatdir. Öyle olunca tarîkimizde sâlike halvet çıkarmak şart olur. Velâkin ekser-i hulefâ terk-i halvet ve ihtiyâr-ı celvet etmişlerdir ve tarîkate böyle gitmişlerdir. Zîrâ halvetden murâd, hâne-i kalbi ağyârdan tahliye kılmakdır ve Yâr ile hâne-i dilde musâhib olmakdır. Bu haslet ise mâsivâdan perhîz etmekle ve nefsi pûte-i riyâzatda eritmekle de mümkün olur ve ele gelir. Onun için terk-i halvet ve ihtiyâr-ı celvet kılmışlardır. Nitekim Hazret-i Mevlânâ, "Ağyârdan halvet etmek gerek yârdan değil, Kürk kışın işe yarar, baharda değil" beytini bu mahalle münâsib hûb buyurmuşlardır. Pes, hakîkat-i halvet, hâne-i kalbi ağyârdan hâlî kılmak ve Yâr'i halvethânede tenhâ bulmak ve kesret içre vahdetde olmakdır. Meselâ eğer bir kimse cemî'-i ömründe halvetde otursa, velâkin kalbini ağyâr ve mâsivâdan tahliye kılmasa, ol kimse ehl-i halvet olmaz. Ammâ o kimsenin ki kalbi ağyâr ve mâsivâdan pâkdır, ol kimse ehl-i halvetdir, eğer kesretde ise de.

Fütûhât'da geçer, bazı kimseler halvete çekilen bir zâta, "Halvetinde Rabbine bizi de zikret" dediler.  O zât dedi ki, "Eğer halvetde Rabbime sizi zikredersem, O'nunla halvetde olmuş olmam ki". Pes, gönül ağyâr ve mâsivâdan hâlî olup, vahdet-i Yâr zuhûra gelip, isneyniyet ve kesret mürtefi' oldukda sâlik gerekse halvetde otursun,  gerekse kesretde dursun, ona halvet olmaz ve tenhâlık sûret bulmaz. 
Nitekim Şeyhü'l-Ekber Fütûhât'da Halvetin Terki bâbında buyururlar ki, "Muhakkak ki vahdet-i zâtın keşfi halveti men' eyler, gerçi halvetde dahi olursa. Pes şol vakitde ki vahdet-i mutlaka keşf ola ve ağyâr kalmaya, sâhib-i halvet bilir ki, ol halvetde değildir. Farazâ keşfden sonra halvet-i ma'hûdeyi ittihâz eylemek  sâhib-i halvetin cehline delalet eder. Zîrâ inde'l-keşf kendi cehlini bilir. Cehli budur ki, âlem-i kesreti ağyâr bilip, künc-i hâneyi ondan hâlî anlar. Pes insan zâhirde ve bâtında ilâhından gayrı görmeyince halvet ona muhâl olur. Pes sen ki bu müşâhedenin sâhibi olasın, sâhib-i celvet olursun. Celvet, terk-i halvet etmeye derler. Fefhem!

Listeye geri dön