21 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Yıllar evvel, halvet hakkındaki ilk yazıyı yazdığımda, hiç beklemediğim bazı yorumlar ve sorular aldım. Bazı arkadaşlar bu işi çocuk oyuncağı zannetmiş olacaklar ki, "Ben de halvete girmek istiyorum" diyen pek çok kişi çıkdı. Amân hâ! Bu iş öyle zannedildiği gibi basit bir iş değil. Kırk gün kapkaranlık, daracık mezar gibi bir yerde yapılır halvet. Üstelik hemen hemen hiç yememek, içmemek, uyumamak, konuşmamak şartıyla. Ne kitâb okumaya müsâade var halvetde, ne müzik dinlemeye, ne ilâhî okumaya müsâade var, ne de bir kimseyle görüşmeye. Ve bu kırk gün kırk gece sürüyor. Dile kolay. Değil bu şekilde halvete girmek, insan kendi evinin en ferah odasında bile, ışıkları kapatıp, perdeleri çekip, yalnız zikirle ve namazla meşgûl olsa, kaç saat yapabilir bunu? Ama ev halkıyla bile konuşmayacak, telefona hiç dokunmayacak, televizyona, bilgisayara hiç bakmayacak. Tek işi namaz ve zikir olacak. İsteyen densin, hodri meydan.
Halvetin şekil şartlardan daha mühim olan bir şartı vardır ki o da ihlâsdır. İhlâs, ibâdeti karşılıksız yapmak demekdir yani ibâdet karşılığında hiç bir menfaat, fayda beklememekdir. Bu fayda ister dünyevî olsun, ister uhrevî olsun. Halvete girme arzusu, sevâba nâil olmak, yâhud manevî bir mertebe elde etmek yâhud keşf ü kerâmet sâhibi olmak olursa, o halvetden hayır gelmez. Hele de halvete girdi desinler, erbâin çıkardı desinler diye halvete girilirse, felâket olur. Zîrâ riyâda gizli şirk vardır.
Asıl mühim olan husûs da şu. Halvet ancak bir mürşid-i kâmilin emriyle, izniyle ve onun murâkabesi altında yapılabilir. Hiç kimse kendi kendine halvete girmeye karar veremez. Neden? Hiç hasta kendi kendine reçete yazabilir mi? Hiç kendi kendini ameliyat eden bir hasta gördünüz mü siz? Mürşid hâzik bir tabîb gibidir, kimin ne vakit halvete gireceğine ancak mürşid karar verir.
Peki kişi bir mürşidin izni olmadan halvete girerse ne olur? Bu durumda ne olacağını büyük mürşidlerimizden Zeynüddîn el-Hafî Hazretleri Vesâyâ-yı Kudsiyyesinde şöyle haber veriyor :
Kaçan sâlik halvete girip halâyıkdan kesilmek kasd etse, gerekdir kim o halvet şeyh huzûrunda ola. Ve dahi şeyhin zâhir emriyle ola, yâhud bâtın emriyle ola. Zîrâ mürîdin şeyhiyle râbıtası sahîh olsa, onun emirlerine ve işâretlerine kendi teslîm olmuş olsa, ol mürîd vâkıasında şeyhi görür. Ve ol şeyh ona vâkıasında emreder ve nehyeder ve dahi vâkıasın halleder. Eğer sâlik, keşf-i kevnî kasdı için yâhud kerâmât-ı ayân tahsîli için halvete girerse, ihlâs-ı sırf şartına riâyet eylemezse, Şeytan onda tasarruf eder, onunla oynar. Onu maskaralığa alır. Bâtıl nesneleri ona hak sûretinde gösterir.
Mürîdlerimizden birisi Horasan'da destûrsuz ve vakitsiz halvete girdikde, Şeytan Hızır sûretinde ona geldi ve dedi ki, "İmdi diler misin ki sana ulûm-i ledünniyye hâsıl ola". Ol mürîd dahi "Dilerim" dedi. Ol mürîdin cereyân-ı lisânla maârifden söz söylemeğe meyli vâr idi. Pes, Şeytan, "Ağzını aç" dedi. Ağzını açdı. Şeytan ağzına tükürdü. Ondan sonra bir kitâb tasnîf etdi kim maârifden nice bâbı müştemil idi. Çün kim tasnîfini arz kıldı ve vâkıasını hikâye etdi, ben dedim, "Ey miskîn! O gördüğün Şeytan'dır. Hızır sûretinde seninle oynadı. Ve Allah'ın zikrinden ve tâatından seni men eyledi. Var bu kitâbı mahveyle ve tövbe eyle" dedim.
Muhakkak ki Şeytan sâlihler sûretinde çok gelir. Ammâ Resûlullah sûretine giremez. Nitekim Peygamberimiz buyurdu : "Her kim beni görürse, muhakka beni görmüşdür, zîtâ Şeytan benim sûretime giremez". Şeyh olan kişi, Resûlullah'a tâbi olur ve kendi şeyhinden irşâd izni alır ve şeyhi de kendi şeyhinden, derken zincir bu şekilde Resûlullah'a kadar giderse, Şeytan o şeyhin de sûretine giremez.
Şeytan birçok sûretlerde gelir. Meselâ ehl-i hîleden, sahte fakîh sûretinde, bid'at uyduran şeklinde gelir. Çirkin görünüşlü, başı takkeli, altı yedi yaşında bir çocuk yâhud on üç on beş yaşında bir genç sûretinde gelir. Siyah köpek ve kurtd sûretinde gelir. Rengi bulanık kızıl nûr suretinde gelir. Ortası kızıl ve ak olan bulanık nûr sûretinde gelir. Süratle yanıp sönen beyaz nûr sûretinde gelir. Bunlardan başka sûretlerde de gelir. Ama müttakîlere, Allah'a sığınanlara, muhlislere ve Allah ile muâmelelerinde sâdık olanlara, Allahu Teâlâ bu sûretlerin hakîkatini bildirir, onları Şeytan'dan muhâfaza eder. Ve şeyhleri vâsıtasıyla onları uyarır. Şeyh yanlarında olsun ya da olmasın, sâlikin şeyhine râbıtası tam ise eğer, şeyh ona Şeytan'ın ne sûretde geldiğini, hangi yönden iğvâ etdiğini ve hakkı nasıl bâtıl gösterdiğini haber verir.
Nûrâbâd Zâviyesinde halvetde iken Şeytan'ı Hızır sûretinde görmüşdüm. Onunla birkaç kelime söyleşdikden sonra dedim ki, "Senden vâsıtasız olarak Resûlullah'dan işittiğin bir hadîs duymak isterim". Bunun üzerine rengi döndü, başkalaşdı. Ben Resûlullah'ın "Kendi görüşünde inadçı bir kişiyi görürsen, onun zarar vermesi muhakkakdır" hadîsini nakletmeye başlayınca, Şeytan hemen ayağa kalkdı ve kaçdı gitdi. Hızır sûretinden hırsız sûretine girdi.
Bütün bunları anlatmakdan maksadım, sâlikleri îkâz ve sakındırmakdır. Söylediklerimden ders alınmazsa maksadım hâsıl olmamış demekdir. Bu nasîhatımı tutarak kendini Allah'a verip uzlete niyet eden sâlik, Şeytan'ın tuzağına düşmez. Böyle bir mürîd, şeyhinin izni olmadan katiyyen halvete girmez.
Velhâsıl, halvete izinsiz, destûrsuz girilmez. İzni verecek olan zâtın da kâmil bir mürşid olması lâzımdır. Bir kimsenin bu şartları yerine getirmeden halvete girmeye kalkması, tıpkı bir hastanın doktora gitmeden kendi kendine tedavi etmeye kalkması gibidir. Hiç şübhe yok ki, böyle bir hastanın hastalığı daha da artacak, hattâ belki de ölümle sonuçlanacakdır.