21 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde, "فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ" buyuruyor. Manâsı şu. "Bizim zikrimizden yüz çeviren ve dünyâ hayâtından başka bir şey istemeyenden yüz çevir". İşte halvetin hakîkati budur. Tarîkat-ı aliyyeye mahsûs kırk günlük halvet bunun bir cüz'üdür, bir tezâhürüdür ancak. Zîrâ insan kırk gün bir yere kapanmakla, yâhud bin bir gün bir dergâhda çile doldurmakla yâhud bir müddet için dağlara, çöllere, tenhâlara çekilmekle dünyâdan ve ehl-i dünyâdan yüz çevirmiş olmaz. Yerine göre, adamına göre bunların da faydası vardır elbet ama asıl halvet, insanın halk içinde Hakk'la olması, kesret içinde vahdeti bulmasıdır. "El kârda, gönül yârda" dedikleri de budur.
İslâm'da ruhbâniyyet yokdur, Hıristiyan keşişlerinin yapdıkları gibi, halkdan uzaklaşmak, bir dağ başında bekar ve yalnız yaşamak makbûl değildir. Bilakis makbûl olan, cemiyet içinde olmak, halkın arasına karışmakdır, halka hizmeti Hakk'a hizmet bilmekdir, halka ikrâm ve ihsânda bulunmak, halkın cefâsına katlanmak, insanlarla iyi geçinmekdir. Evlenmek, Peygamberimizin sünnetidir, bekar kalmakda hayır olsaydı Peygamberimiz evlenmezdi. Bilakis hayır, evlenmekde, çoluk çocuk sâhibi olmakda, hayırlı evlad yetiştirmekdedir.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Amerika'daki bir sohbetlerinde bu husûsda sorulan bir suâl üzerine şöyle buyurdular :
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, "Halkın içinde bulunarak, halka hizmet ederek, halkı irşâd ederek, halkın zulmüne tahammül etmek, tek başına dağa çekilip ibâdet etmekden Allah'a daha sevgilidir. Dağa çekilen, ibâdet yapar ve kendi nefsini kurtarır. Halkın içinde bulunarak, halka hizmet etmekle, halkı irşâd etmekde bulunan kimse, halkı irşâd eder. Kendini cehennemden koruyanla, halkı cehennemden kurtaran bir değildir. Elbet ki halkı kurtaran daha muhteremdir.
Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, bir gün mescide girdi, orada iki zümre halk vardı. Birisi, ilme çalışıyorlardı, bir kısmı da Allah'ı zikrediyorlardı. Ve yanındaki bulunan arkadaşı Ebâ Hureyre'ye dedi ki, "Yâ Ebâ Hureyre, bu ilme çalışanlar mı efdaldir, zikr-i ilâhî ile meşgûl olanlar mı efdaldir?" diye sorduğunda, Ebâ Hureyre, Peygamberimize, "Yâ Resûlallah, hak ve hakîkati siz bilirsiniz" dedi, "Allah ve Resûl'ü bilir" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber buyurdu ki, "Tek başına zikredenler, nefslerini cehennemden koruyorlar. İlmi tahsîl edenler ise, halkı cehennemden kurtarıyorlar" dedi. Bu sözle, apâşikâr, gün gibi âşikâr oldu ki, halka hizmet etmek, halkı kurtarmak, kendini kurtarmakdan efdaldir. Ve her milletde de bu böyledir.
Bir gemi batdığı vakitde kendini kurtaran başkadır, halkı kurtarmak için kendini fedâ eden elbet ki herkes tarafından takdîr olunur. Gemi batarken tek başına kendini kurtaranlar, dağa çekilenler gibidir. Halkı kurtarmaya çalışanlar ise, onlar, halkın içinde bulunup, halka hizmet ederek, halka yardım edenlerdir. Halkın içinde bulunup halkı kurtarmak, elbet ki kendini kurtarmakdan daha takdire lâyık ve şâyândır.
'Ârifin bir sohbeti bin halvete kıymet değil
Alagör bir cân ile bin câna hod minnet değil
Halvet oldur mâsivâdan kalmaya aslâ eser
Olmaya rıdvâna meylin âhiret cennet değil
Halvet edüp kendüyi halkdan cüdâ tutan kişi
Günde bin kez halvet etse kâbil-i kurbet değil
Halvet etdim deyü sôfî gayra hor bakma sakın
Hakk'dan ayrı yer mi vardır kangı yer halvet değil