Bektâşî hamama gitmiş, yıkandıkdan sonra bir de bakmış ki para kesesi ortada yok. Hamamcıya param yok dese başı belâya girecek. Hemen Cenâb-ı Hakk'a ilticâ etmiş. "Yâ Rabbi! Bir sebeb halk eyle de beni buradan kurtar" diye niyâz etmiş. Hemen o anda bir sarsıntı başlamış. Zelzelenin korkusuyla hamamda ne kadar adam varsa hepsi dışarıya kaçışmışlar. Tabii bektâşî de dışarı çıkmış ve böylece paçayı kurtarmış. Oradan bir câmiye gitmiş, câmide bir adamın yana yakıla duâ ettiğine şâhid olmuş. Duâ eden adamcağız, "Yâ Rabbi! İki bin lira borcum var. Biliyorsun ki ödeyecek hâlim yok, çok dardayım, lutfet, kerem et, ihsân et" diye ağlayarak Cenâb-ı Hakk'a yalvarıyormuş. Bektâşî adamın yanına gidip şöyle demiş : "Boşuna yalvarma! Hiç bir şey alamazsın. Az evvel ben de istedim, on kuruş hamam parasını vermemek için neredeyse hamamı yerle bir edecekdi"
İnsanların bir kısmı tıpkı hikâyedeki Bektâşî gibi, Cenâb-ı Hakk'ın işlerindeki hikmetleri, incelikleri ve sırları anlayamazlar da hep bâtıl kıyaslar yapar, yanlış hükümler verirler. Cenâb-ı Hakk'ın her işinde nice hikmetler vardır ki aklı kıt, görüşü dar olanlar bu hikmetleri anlayamazlar. Daha da kötüsü, anlamadıkları halde anladıklarını zannederler ve kendilerini rezîl eder, gülünç duruma düşerler...