Hamdûn Kassâr Hazretleri

23 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

Asıl adı, Ebû Sâlih Hamdûn bin Ahmed bin Umâre en-Nîsâbûrî'dir. 9. asır ricâlinden olup sôfîlerin ileri gelenlerindendir. Melâmîlerin ilk pîri olarak kabûl edilmişdir yani birinci devre melâmîlerinin reisi O'dur. Nitekim Şeyhü'l Ekber Hazretleri de O'nun ismini melâmiyyûn hazerâtı arasında zikretmişdir.

Hayâtı hakkında bilinenler pek azdır. Tahsîlini Horasan bölgesinde ikmâl etdiğini, hadîs ve fıkıh ilminde en yüksek dereceye erişdiğini, sonra tasavvuf yoluna girdiğini biliyoruz. İlk mürşidlerinin Ali en-Nasrâbâdî ve Selm bin Hasan el-Bârûsî Hazretleri olduğunu fakat O'nun en çok tesirinde kaldığı zâtın, Ebû Türâb en-Nahşebî Hazretleri olduğunu biliyoruz. Bu büyük velî, sôfîlere has kıyafetlere ve merâsimlere karşı çıkanların ilki olarak bilinir. Nitekim "Kim hırka giyerse, kim hankâha gidip oturursa dilencilik yapıyor demekdir” sözünü bu ma'nâda söylemişdir. O devride sayıları gittikçe artan sahte şeyhler ve  sahte sôfiler yüzünden, bazı sôfîler, şekle, kıyâfete ve merâsime karşı çıkmış, takvâya, ihlâsa ve ahlâka dikkat çekmişlerdir. Hamdûn Kassâr Hazretleri de onlardandır. 

Hazret-i Şeyh'in düstûrları, İslâm'ın da tasavvufun da düstûrlarından farklı değildir. Onun en çok üzerinde durduğu husûslar, riyâdan, ucubdan, kibirden, şöhretden kaçınmak, takvâ, verâ, sıdk, ihlâs, tevâzu ve tevekküldür. 

Ona göre tevâzu, insanın dünyâda ve âhiretde hiç kimsenin kendisine muhtâc olmadığını kabûl etmesidir. Buna kendini herkesden dûn görmek de diyebiliriz. Hazret-i Şeyh, "Bir sarhoş gördüğün zaman hemen kendi günahlarını hatırla, o sarhoşu kınayarak sakın yeni bir günah işleme" diyerek buna işâret etmişdir. Yine kendisini kınayan ve ayıplayan birisine, "Sen ne dersen de, ne yaparsan yap, benim kendimi kınadığım gibi, sen beni kınayamazsın" buyurmuşlardır. Hazret-i Şeyh, kibirden ve ucubdan kaçınmak husûsunda o derece hassas davranmışdır ki, insanın kendisini Firavun'dan bile aşağı görmesi gerekdiğini söylemiş, kendisi de sık sık "Ben kendimi Firavun'dan üstün görmem" buyurmuşlardır. 

Tevekkül hakkındaki şu sözü de hakîkaten pek ârifânedir : "Bir mahlûkun başka bir mahlûkdan yardım istemesi, hapisdeki bir mahkûmun diğer bir mahkûmdan yardım istemesi gibidir". Hazret-i Şeyh'e göre tevekkül, Hakk'a yüz tutmak, mahlûkdan ümîdi kesmekdir.

Şöhret ve riyâ âfetleri hakkında da, "Hakk'ın seni bilmesi halkın bilmesinden daha önemlidir" buyurmuşlar ve ihlâsa dikkat çekmişlerdir.

Hazret-i Şeyh takvâ ve verâ üzerinde de çok durmuşdur. Mesela bir arkadaşının vefâtı esnâsında yanında imiş, o zât rûhunu teslîm eder etmez, lambayı söndürmüş. "Lambayı niçin söndürdün, tam da şimdi bize ışık lâzım" denilince, "Şu âna kadar lamba onundu ama şu ândan itibaren vârislerinindir, onların rızası olmadan yakmak câiz değildir" buyurmuşlardır. 

Yine bir gün bir yerde misafir olmuş. Hâne sahibi evde yokmuş. Kendisine kağıt lazım olmuş. Hâne sâhibinin çocukları hemen bir kağıt parçası bulup getirmişler. O kağıdı almamış, "Sâhibinin bunu vermeğe rızâsının bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Nasıl kullanabiliriz ki?" buyurmuşlar. 

Hazret-i Şeyh o kadar ilmine ve irfânına rağmen, halka vaaz etmekden imtina eder, kendini bun alâyık görmezmiş. Kendisine ısrar edilince şöyle buyurmuşlar : "Bir kimse, susduğu zaman dîn bozulur, konuşduğu zaman bozukluk kalmaz ise, böyle bir zâtın konuşması doğru olur. Bizim gibilerin halka nasîhat etmesi câiz olmaz. Etse de kalblere tesir etmez. Kalblere tesir etmeyecek sözü söylemek, ilmi hafife almak ve dîni küçümsemek olur". 

Son olarak Hazret-i Şeyh'in melâmet hakkındaki beyânâtını da zikredelim. Buyurmuşlar ki, "Melâmet, mutezilenin havfı, mürcienin recâsıdır". Yine şöyle buyurmuşlar, "Melâmî, bâtınında bir iddiâsı, zâhirinde de yapmacık ve riyâsı olmayan kimsedir. Allah ile arasındaki sırdan, mahlûkat şöyle dursun, kendisi bile haberdâr olmayan kimsedir". Melâmetin mâhiyetini soran birisine cevâben de şöyle buyurmuşlar :"Halk için süslenmeyi, her hâl ve davranışda halkın rızâsını gözetmeyi tamâmen terk etmen ve kınayanın kınamasının seni Allah yolundan alıkoymamasıdır".

Melâmet hırkasın giyince bir kul
Olur ol şahların şahına makbûl
Listeye geri dön