19 Ocak 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Yavuz Sultân Selîm Hân, cennetmekân, Mısır Seferinden önce bir rüyâ görmüş, rüyâsında "Hasan kulun sana bir rüyâ anlatacak, sana taraf-ı risâletden bir emir tebliğ edecek" demişler. Malûm ya o devirde pâdişahın erminde bulunan kimselere kul tabir edilirdi. Rüyâda "Hasan kulun" denildiği için pâdişahın aklına hemen en yakın adamı olan Hasan Can gelmiş ve ona mühim bir rüyâ görüp görmediğini sormuş. Hasan Can "görmedim pâdişahım" dediyse de pâdişah ısrar etmiş, "Düşün biraz görmüş olman lâzım" demiş. Hasan Can pâdişahın bu ısrarına akıl erdiremeyip derin derin düşünürken sarayın ağalarından biri kendisine gelip bir rüyâ anlatmış. Meğer rüyâyı gören Hasan, Kapıağası Hasan imiş.
Hasan Ağa, Harem-i Hümâyûn kapısında kendisine mahsûs odasında uyurken, rüyâsında kapının şiddetli bir şekilde çalındığını işitir, "kimdir o?" diye sorar. Fakat bakar ki kapı aralıkdır ve dışarısı görünmekdedir. Bakar ki, dışarıda Arabistan ahâlisine benzer bir takım nûrlu sîmâlar var. Her birinin elinde birer de sancak bulunan silahlı askerler görür. Sarayı bu askerlerle dolu görünce hayrete ve dehşete düşer. O bu vaziyetde iken, kapıya yaklaşan bir zât, kendisine hitâb ederek der ki, "Bu gördüğün askerler Resûlullah'ın ashâbıdır. Peygamberimiz bizi Selim Hân'a gönderdi ve Harameyn hizmetini kendilerine tevfiz buyurdular. Şu gördüğün zât Sıddîk-ı A'zam'dır, şu da Ömerü'l-Fâruk'dur, yanımdaki zât Osman ibn Affan'dır, ben ise Ali ibn Ebî Tâlib'im. Haydi pâdişah'a haber ver". Der demez hepsi birden gözden kaybolurlar. Hasan Ağa da uykudan uyanır.
Hasan Ağa, rüyâsını Hasan Can'a anlatır. Hasan Can, Sultân Selim Hân'ın huzûruna çıkar, "Pâdişâhım, rüyâyı bu Hasan kulunuz görmedi ise de bir başka Hasan kulunuz görmüş, emriniz olursa arz edeyim" der. Pâdişah heyecanlanır ve derhal anlatmasını ister. Pâdişah rüyâyı dinlerken önce yüzü kızarmış sonra da ağlamaya başlamış ve demiş ki, "Hasan, ben sana demez miydim, biz memûr olmadıkça bir tarafa hareket etmeyiz. Âbâ u ecdâdım ashâb-ı kerâmetden idiler. Biz onlara benzeyemedik". Hakîkaten her hâliyle pek mütevâzi olan Yavuz Selim Hân, bu sözleriyle de mahviyyet ve tevâzu göstermişdir.
İşte meşhûr Mısır Seferine bu rüyâdan sonra çıkılmış, bu seferde büyük muzafferiyyetler elde edilmiş ve netîcesinde Harameyn-i Şerîfeyn hizmeti Osmanlılara geçmişdir ve Osmanlı pâdişahları o târihden itibaren Hâdimü'l-Harameyn olarak anılmışlardır. Hâlen Topkapı Sarayında muhâfaza edilen Mukaddes Emânetler de işte bu Mısır Seferinden sonra İstanbul'a getirilmişdir.
Farkındaysanız bir haftadır hep Mukaddes Emânetler hakkında yazıyorum. İstedim ki, bu fasla bu yazıyla nokta koyayım. Neden? Çünkü bu ibretlik hâdise, mes'elenin özünü bütünüyle gözler önüne seriyor, fazla söze hâcet kalmıyor. Bir zamanlar biz, Resûl-i Ekrem'e gönülden bağlı idik. Biz derken, pâdişahından askerine, paşasından ağasına, mollasından şeyhülislâmına, hacısından hocasına, dervişinden meşâyihine kadar bütün milleti kasd ediyorum. İşte bu muhabbetin bereketiyledir ki bütün dünyâ bizim emrimize verilmişdi. Harameyn-i Şerîfeyn hizmeti de bize tevdi kılınmışdı. Sonradan ne olduysa oldu, bu muhabbet bağı kopdu, kopunca her şeyimizi kaybetdik. Hikâyenin özeti budur.