Hasenü'l-Basrî Hazretlerinin Bazı Menkıbeleri

19 Eylül 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Dua
Muzaffer Efendi Hazretleri, âdetleri olduğu vechile, her Ramazan-ı Şerîf'de Bayezid Câmi-i Şerîfinde ikindi namazından sonra okunan mukâbeleleri dinlerler, mukâbeleler bitdikten sonra da sohbet ederlerdi. Bu sohbetler çoğu zaman iftara on-on beş dakika kalana kadar devâm ederdi. İşte o sohbetlerden birinde, reîsü't-tâbiîn lakabı ile anılan büyük velî Hasenü'l-Basrî Hazretlerinin bazı menkıbelerini anlatmışlardı. Buyurmuşlardı ki :
Bizim yolumuzun, bizim tuttuğumuz manevi yolun başı, gençliğinde biraz hafifmeşrep yetişmiş, biraz şımarıkmış. Gençliğinde güzel bir hanımı görmüş, kadına laf atmış. "Ne kadar güzel gözleriniz var, insanın helâk etmeye sebep" filan demiş, kadına tatlı sözler söylemiş. Kadın da ona "Arkamdan gel" demiş. Gitmişler bir konağın önüne varmışlar. DEmiş, "Sen burda otur, ben şimdi sana haber salarım" demiş ve içeri girmiş. Bir müddet sonra içerden bir kadın çıkmış, elinde bir tabak, üzerinde bir örtü var. "Hanımın otur dediği zât siz misiniz?", "Evet benim", "Hanımın gözlerine âşık olmuşsun, hanımefendi dedi ki, "Benim gözlerimden dolayı bir mü'minin cehenneme girmesine ben râzı değilim, gözlerimi ona hediye ettim', buyrun" demiş. Tabağın içinde iki tâne göz. Kadın gözlerini çıkarmış ona vermiş. 
Şimdi zamânımızda böyle bir şey olursa, deli derler adama. Sen şimdi bakma, deli kim velî kim belli değil. Tımarhânenin önünden geçerken "İçerde kaç tâne deli var" demişler. Birisi içerden seslenmiş, "Dışarda kaç tâne akıllı varsınız?" demiş. Şimdi belli değil, kim deli kim velî. 
Sonra Hasenü'l-Basrî ertesi gün gelmiş, bakmış ki konakda bir feryâd u figân var. "Ne oldu?". "Hanımefendi dün gözlerini çıkarttıydı, acısına dayanamadı bugün vefât etti" demişler. O gece rüyâda görmüş, "Yâ Hasen! Böyle şeylerle meşgûl olma. Bu dünyâ kısa bir müddettir. Yani dünya o kadar kısa ki, ana rahminden çıktık pazara, bir kefen aldık döndük mezara, o kadar kısa bir zaman. Onun için bu kadar kısa bir zamanda sakın sen nefs ü hevâna düşme, Allah yoluna kendini sülûk ettir. Cennetin miftâhını burda kazanacaksın" demiş. Sonra Hasenü'l Basrî, İmâm-ı Ali'ye gitmiş elini tutmuş. Ordan yürümüş bizim yolumuz. Öyle gelir. İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh, Hasenü'l-Basrî, Habîb-i Acemî, Dâvûd-i Tâî, Marûf-i Kerhî, Süreyr-i Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, bizim şecere böyle gelir, bana gelinceye kadar. 
Evet, işte Hasenü'l-Basrî bu zât-ı muhterem.
Gene İmâm-ı Amr, meşhûr imamlardan yani Hafs Kıraatını bize rivâyet eden zevâtdan, o zât-ı muhterem, kız talebelerinden birini öpmüş. Fakat Allahu Teâlâ kafasından Kur`ân'ı sildirmiş. Slinivermiş Kur`ân-ı Kerîm. Meşhûr kıraat âlimlerinden Amr.  O zât, bir kız çocuğunu öpmüş, talebesinden. Olur ya, insanlık hâli, kız hoşuna gitmiş, kızı öpmüş. Herhalde biraz şehvânî mi öptü ne yaptıysa, Hazret-i İmâm, Allah bütün Kur`ân'ın hıfzını kafasından çıkarmış onun. Böyle damdazlak kalmış. Sipsivri böyle. Oraya gidiyor, buraya gidiyor, aman ne yapacağım ben diye düşünüyor, sonra en sonunda Hasenü'l-Basrî Hazretlerine gitmiş, "Aman Efendi, ben bir hatâ ettim, istiğfar ettim, tövbe ettim, rücû ettim ama kafamada Kur`ân'dan hiç bir şey yok. Bir lâilâheillallah biliyorum, hepsi silindi gitti kafamdan" demiş. "Ne kıraat biliyorum, ne başka şey, hiç bir şey bilmiyorum. Ne yapayım ben?" demiş. Hasenü'l-Basrî demiş ki, "Mine Mescidine git" demiş. "Burdan kalk Basra'dan Mine Mescidine git".
Mine var ya Mine. Nerde Mine? Araplar bağırıyorlar ya, "Mine Mine Mine" diye. "Mine Mescidine git, oraya toplanırlar, orda bir zât göreceksin, mihrabın içine oturacak o, herkes gittikten sonra onun yanına sokul, derdini ona dök, anlat" demiş. "O duâ ederse Cenâb-ı Hakk'a, onun sözü geçer, senin bildiklerin gene iâde olunur. Bir daha da böyle şey yapma" demiş. Sonra o adam gitmiş, on beş yirmi gün yürümüş, Basra ile Kabe arası iki bin kilometre. Gitmiş adam Kabe'ye, işte o Mine Mescidine varmış, bir kenarda oturmuş. Kalabalık var, bir zât oturuyor mihrabın içinde, etrafı böyle dolu. Sonra ordan dağılmışlar. Ne konuşulduysa orda, konuşmuşlar, bu sokulmamış. Öyle tenbih etmiş, "O kalabalık ordan dağıldıktan sonra git yanına elini öp, kalabalığın içinde gitme" demiş. Sonra o kalabalık ordan dağılmış, gitmiş o zâtın elini öpmüş, "Efendim, mesele böyle böyle böyle oldu. Benim başıma bir iş geldi, böyle oldu. Ben Kur, ân-ı Kerîm'i unuttum. Hiç, Kur`ân'dan bir harf bile yok kafamda" demiş. "Nerden geldin sen?" demiş, "Basra'dan", "Niye Hasenü'l-Basrî'ye gitmedin?" demiş. "O gönderdi Efendim" demiş. "Aaa az evvel burdaydı o, şimdi gitti" demiş. "Ya ben de benzettim ama" demiş. "Evet burdaydı o, namaza buraya gelir o" demiş. "Bizim ipliğimizi pazara mı verdi?" demiş. "Haydi git, bir daha böyle şey yapma" demiş. "Git kendisinin de elini öp, varınca Basra'ya" demiş. Diyor ki, "O anda Kur`ân-ı Kerîm hemen bana giydirildi ve ordan geldim Hazret-i İmâm'ın elini öptüm, güldü, 'mâdem ki iş zât-ı âlînizdeymiş, niçin beni oraya gönderdiniz' dedim, 'senin nasîbin ondandı' dedi". 
Hasenü'l-Basrî böyle bir adam. Çok kıssaları var Hasenü'l-Basrî'nin. 
 
Haccâc-ı Zâlim diyor ki, tuttuğunu asıyor Haccâc-ı Zâlim, "Ben Hasenü'l-Basrî'den daha cesur bir adam görmedim" diyor. "Gelin" demiş askerlerine, kumanadanlarına, "beraber gidelim, Hasenü'l-Basrî vaaz ederken, kürsüdeyken içeri girelim, bakalım ne yapacak? Diğerlerinin hepsinin dili dolaşıyor, beni gördükleri vakit" demiş. Girmiş içeri, Hazret hiç aldırmamış, böyle tıkır tıkır tıkır anlatıyor. Öksürmüş Haccac, kendini belli etmek için, Hazret hiç aldırmamış. "Bundan cesur adam yok" demiş. "Bu devirde ne kadar şeyh varsa hepsinin huzurlarına gittim", tâbiîn zamânı yani, "beni görünce korkudan hepsinin dili dolaşıyor" demiş. Çünkü astığını asıyor, mütâmdî sûrette, kurusun diye. Sıkıyor asıyor, sıkıyor asıyor, çamaşır asar gibi. Zâlim.
Onun da bir kıssasını anlatayım şimdi aklıma gelmişken. Ama antreparantez yapalım da öyle anlatalım. Bir delikanlı câmiye gitmiş, güzel bir çocuk, köleymiş kendisi, bir zât selâm vermiş ona, bir veliyyullah, o köle almamış selâmı. Sonra ertesi gün gelmiş, o zât gene orda oturuyor, "Aleykümselâm" demiş, geçmiş ikindi namazını kılmış. Çağırmış, "Gel bakayım oğlum buraya " demiş o veliyyullah. "Dün ben sana selâm verdim, selâmımı almadın, bugün geldin selâmımı aldın" demiş. "Bununla ne demek istiyorsun?". Çocuk, "Ben köleyim" demiş, "Efendim bana kimseyle konuşma dedi, onun için sen bana selam verdin, ben efendime söyledim, 'câmide birisi bana selam verdi, selamını alayım mı almayayım mı?' diye, o dedi ki, 'Al", onun için aldım" demiş. "Alma deseydi, almayacaktım" demiş. O zât, kendi kendine diyor ki, "Yâ Rabbi, bu çocuk, efendisi kul iken ona böyle itâat ederse, Allah'a nasıl itâatkârdır".  "Efendine söyle, seninle ben bir akşam sohbet edeceğim, oturacağım, konuşacağım" demiş. Çocuk "Sorayım" demiş ve sormuş. Efendisi müsâade etmiş, gelmiş Yatsı Namazından sonra oturmuşlar. "Ne gibi bir acâibât gördün?" demiş. Çok şey anlatmış ama ben bir tânesini anlatacağım şimdi. "Hayâtında ne gibi bir acâibât gördün?" demiş. Çocuk demiş ki, "Efendim ben bir akşam duâ ederken, 'Yâ Rabbi bana ehl-i nârdan birini göster' dedim, gayr-ı irâdî olarak ağzımdan böyle çıktı. Hâtıfdan bir nidâ geldi ki, filanca meydana var, filanca ovaya, sahraya, orda göreceksin. Yalnız sen karışma bir şeye. O zâtla da görüş' diye söyledi bana" demiş. "Ben gittim oraya, durdum, baktım, doğu tarafından bir yılan zâhir oldu, minâre gibi bir şey, korkunç bir şey. Ateş saçıyor ağzından burnundan. Bir de bakdım, kuyruğunda birisi bağlı. Kuyruğuyla sıkıştırmış herifin gırtlağını. Durdu o yılan. Konuşmak üzere bana müsâade edildi. Kimsin diye sordum. Yılanın kuyruğunda olan adama. O zât dedi ki 'Ben Haccâc-ı Zâlim'im'. Sağından ve solunda ateşler çıkıyor ve sırtından da ateş çıkıyor, böğürlerinden. 'Bu nedir sağından çıkan ateş?' diye sordum, 'Halkın kanını döktüm, Allahu Teâlâ onun cezâsını bu ateşle veriyor' dedi. 'Ya bu taraftaki ateş?' dedim, "Halkın malına el koydum, onun belâsını çekiyorum' dedi. 'Ya sırtın' dedim, 'Şahsî günahımın cezâsını çekiyorum' dedi. 'Peki, ne zamana kadar sürecek bu?' dedim. 'Kıyâmet gününe kadar bu hayvan bana bu eziyeti yapacak, kıyâmet gününe kadar bu azâbı çekeceğim, böyle teblîğ ettiler' dedi. ''Peki ümîdini kestin mi Allah'dan?' dedim, 'Yoook, Rabbimden ümîdimi kesmedim. Şeytan bile Allah'dan ümîdini kesmez, ben nasıl keseyim. Ben Muhammedü'r-Resûlullah dedim. Allah en sonunda beni affedecek. Ben müslümanım. Zulmettim başka.' dedi. 
Öldüğü vakit hapishânesinden üç yüz bin kişi çıktı. Öldüremedikleri. Ve onu Said ibn Cübeyr boğdu. Said ibn Cübeyr'i astırdı. Her seferinde gırtlağına çöküyordu, benim hayatıma mani oldun diye ve en sonunda boğdu. 
Haccâc bir gün suya düşmüş. Bir arâbî, atlamış çıkarmış sudan onu, kurtarmış. Arâbîye "Benim kim olduğumu biliyor musun? demiş, "Biliyorum" demiş. "Kimim ben?". "Yûsuf-i Sekafî'sin, Haccâc-ı Zâlim'sin". "Niye kurtardın beni?" demiş. "Allahu Teâlâ karada şehîd olanların üzerinden hukûkullahı kaldırır ama hukûk-i ibâd sâbit kalır. Suda boğulursa bir adam hem hukûkullah sâkıt olur hem hukûk-i ibâd düşer. Kurtardım ki kurtulmayasın, cehenneme giresin diye" demiş. 
Çok hikâyeleri var. Hele bir hâfızla bir hikâyesi var.
 
Bir kadın gelmiş Hasenü'l-Basrî Hazretlerine, "Yâ İmâm, ben kızımı kaybettim, öldü kızım, genç kızım, çok özledim, görmek istiyorum. Bunun bir çâresi var mı?" demiş. "Var ama niye görmek istiyorsun?" dedi. Ahreti görmek iyi şey değil, gaflet iyidir. ResÛl-i Ekrem dedi ki, "Benim gördüğümü siz görseniz, yataklar üzerinde cilve cümbüş yapamazsınız, hiç gülemezsiniz, güzel yemekler yiyemez, güzel elbiseler giyemezsiniz. Benim bildiğimi bilseniz, benim gördüğümü görseniz". Görmek iyi değil. O, "Ben ille görmek istiyorum, dayanamıyorum anneyim bana merhamet et yâ İmâm. Sana geldim sığındım" dedi. "Cumartesi günü akşamla yatsı arasında dört rekat namaz kıl, şu sûreleri oku, şu sûreyi de oku, Cenâb-ı Hakk'dan iste yat". Görmüş. Kadın gelmiş ertesi günü, felâketin büyüğü. Gözleri dışarı uğramış. "Aman yâ İmâm, benim evlâdım azapta" demiş. "Ben sana söyledim" demş. "Peki ne yapayım?". Dirilerin duâsıyla ölülerin günahı affolur. Bu, Ümmet-i Muhammed'e verilmiş bir şey. Beş şey verilmiş. Dirilerin duâsıyla ölülerin azâbı kaldırılıyor. Başka ümmetlerde bu yok. "Duâ et, rûhu için sadaka ver, umulur ki Cenâb-ı Hakk, affeder" demiş. 
Burda bir kadın geldi bana, ben burda vâizdim, vaaz ediyordum, bir kadın geldi, dedi ki, "Kızımı gördüm rüyâda, iki saçı yılan olmuş, sarılmış kızımın boynuna" dedi. Ağlıyor kadın, "N'apayım?" dedi. Ben de Hasenü'l-Basrî Hazretlerinin söylediğini söyledim kendisine. 
Neden biliyor musun? Denne, yedünnü, denden. Masdar. Denne, yedünnü, denden. Neden? Saçları yılan olmuş, boynuna dolanmış. Öyle dedi kadın. O öyle görmüş. Ben görmedim, o görmüş. Ben annemi gördüm, annem dedi ki, "Üç gün bana azâb ettiler oğlum" dedi. "Üç gün azâb gördüm"dedi. "Başımı halvet gibi bir yere soktular" dedi. "Neden anne?" dedim. "Buralarımı gösteriyor muşum" dedi. "Kapamıyormuşum buramı" dedi. Annem, benim annem. (Boynunu göstererek) Buralarını kapamazdı, bazen açık bırakırdı, hava alsın diye. Su içerdi de, Allah rahmet eylesin, kalan suyu göğsüne atardı, yanardı içi. Onun için burasını böyle açardı, ondan dolayı o cezâya çarptırılmış. Kendisi öyle söyledi. 
Şimdi, Hasenü'l-Basrî öyle demiş, kadın ağlayarak gitmiş. Sonra, bir kaç gün sonra Hasenü'l-Basrî Hazretleri rüyâsında görmüş, "Ben bir rüyâ gördüm, bir kız, başında murassa bir taç, güneş gibi parlıyor, böyle her taraf şıkır şıkır. 'Kimsin, hangi peygamberin kerîmesisin yâhud âilesisin?' diye sordum. 'Peygamber kerîmesi değilim, peygamber âilesi de değilim, sana bir hanım geldi mürâcaat etti ya, kızımı görmek istiyorum diye, işte o hanımın kızıyım ben' demiş. "Ama o azaptaymış", "Hep azaptaydık, bu kabristanda beş yüz kimse vardı, hepsi azaptaydı, kabir azâbındaydı. Bir zât-ı ekrem burdan geçti, kerîm bir zât, ellerini açtı, üç İhlas okudu, bir Fatiha okudu, on bir salavât okudu, rûhlarımıza bağışladı. Allah, Resûl-i Ekrem'e okunan salavâtdan dolayı bizim hepimizin azâbını nimete tahvîl etti. O beş yüz kabir azâbı gören zevâtın hepsi böyle nûr içinde kaldı, hepsinin başına taç giydirildi. Salavât tacı" demiş. 
İşte ben sözü buraya getirdim. Resûl-i Ekrem'e oruçlu iken salavât veriniz. Duâların kabûlünü istiyorsanız, müşküllerinizin hall ü âsân olmasını istiyorsanız, Şefâat-i Resûlullah'a nâil olmak isteyenler, cennetin yolunu tezden bulmak isteyenler, Peygamber'e salavât versin. 
Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Fâtiha!
 Zâhid bize ta'n eyleme Hakk ismin okur dilimiz
Sakın efsâne söyleme Hazret'e varır yolumuz
Halvetî yolun güderiz çekilir Hakk’a gideriz
Gazâ-yı ekber ederiz İmâm Ali’dir ulumuz
Her kim bu tarîka girdi Hasan-ı Basrî'ye irdi
Her seher okunur virdi Seyyid Yahyâ'dır pîrimiz
Erenlerin çokdur yolu cümlesine dedik beli
Ko desinler bize deli usludan yeğdir delimiz

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön