17 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Ben öyle bir erim ki kanlıma, kâtilime bile lutuf şerbetim, kahır zehri olmadı. Peygamber, hizmetkârımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi. Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihâyet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi. O, dâimâ "Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhûr etmesin" demekde. Ben de "Mâdemki ölümüm senden olacak, ben kazâ ve kadere karşı nasıl hîle edebilirim?" demekdeyim. O, dâimâ önümde yerlere kapanarak "Ey Kerem sâhibi, Allah hakkı için beni ikiye böl ki, ben bu kötü âkıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın" der. Ben de dâimâ "Yürü git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur. Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki. Sen Allah'ın âletisin. Yapan, Allah'ın eli. Hakk'ın âletini nasıl kınayayım, Hakk'ın âletine nasıl itiraz edeyim?" derim.
O, "Öyle ise kısas niçin?" dedi. Ali cevâb verdi, "O da Hakk'dan, o da gizli bir sır. Eğer Allah, kendi yapdığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir. Kendi yapdığı işe itiraz, ancak onun kârıdır. Çünkü kahırda da tekdir, lûtufda da. Bu hâdiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbîr onundur, âletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir".
Ulu kişi! "Hiçbir âyeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını getirmeyelim" remzini anla. Allah hangi şerîatın hükmünü kaldırdıysa âdetâ otu yoldu, yerine gül bitirdi demekdir. Gece, gündüzün meşgûliyyetini giderir. Akıl ermeyen şu uykuya bir bak! Sonra tekrar gündüzün nûruyla gece ortadan kalkar, bu sûretle de o yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider. O uyku, o duygusuzluk zulmetdir ama âb-ı hayat, zulmetde değil mi? Akıllar, o zulmetle tâzelenmiyor mu? Hânendenin okurken duraklaması sese kuvvet vermiyor mu? Zıdlar, zıdlardan zuhûr etmekde. Allah, kalbdeki süveydâda dâimî bir nûr yaratdı. Peygamber'in savaşı sulha sebeb oldu. Bu âhir zamandaki sulh, işte o savaş yüzündendir. O gönüller alan sevgili âlemdekilerin başları aman bulsun diye binlerce baş kesdi. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar. Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar. Sevgilinin ağrıdan, hastalıkdan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır. Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehîdlere hayat yoklukdadır. Rızık yiyen boğaz kesildi mi, "Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar" nimeti hazmedilir. Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücûduna girer, insan olur, fazîleti artar. İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık âgâh ol da onu buna kıyâs et. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Allah şerbetiyle, envâr-ı ilâhî ile beslenir, gelişir. Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama hangi boğaz? "Lâ"dan kurtulup "belâ" da ölmüş olan boğaz!
Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek cânının hayatı ekmek olacak? Beyaz ekmek için yüzsuyu dökdüğünden için söğüt ağacı gibi meyven yok. Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap. Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme. Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel. Onun eli, mâdemki kırıkları sarar, iyileştirir, öyleyse onun kırması şüphe yok ki yapmakdır. Fakat sen kırarsan der ki, "Gel yap bakalım". Elin ayağın yok ki yapabilesin. Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır. Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır. Evi yıkar, hâk ile yeksan eder fakat bir anda da daha mamûr bir hâle getirir. Bir bedenden baş kesdi mi yerine derhal yüz binlerce baş izhâr eder. Cânîlere kısâs emretmese, yâhud "Kısasda hayat var" demeseydi, kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Allah'ın hükmüne esîr olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin. Çünkü Allah, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki kâtil, takdîrin esîridir. O takdîr, kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuşdur. Yürü, kork ve kötüleri pek kınama, takdîrin hüküm tuzağına karşı aczini bil.
Tekrar Ali ve kâtilinin hikâyesine dönelim, kâtiline fazlasıyla gösterdiği kerem ve mürüvveti anlatalım. Ali dedi ki, "Ben düşmanımı gözümle görmekde, gece gündüz ona bakıp durmakdayım. Böyle olduğu halde hiç kızmıyorum. Çünkü ölümüm, bana cân gibi hoş geliyor, âdetâ ölüm dirilmek benim için. Ölümsüzlük ölümü bize helâl olmuşdur, azıksızlık azığı, bize rızk ve nimetdir. Ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü dirilikdir. Ölümün görünüşde sonu yokdur, hakîkatde ise ebedîlikdir. Çocuğun ana rahminden çıkması ölüm gibidir fakat cihânda ona yeni başdan bir hayat var. Ecele doğru meylimiz, ecele âşık olduğumuzdandır. "Nefislerinizi elinizle tehlikeye atmayın" nehyi asıl bizedir. Çünkü nehiy, tatlı şeyden olur, acı için nehye zâten hacet yok ki. Bir şeyin içi de acı olur dışı da acı olursa onun acılığı, kötülüğü esâsen nehiydir. Bana da ölüm tatlıdır. "Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin katında diridirler" âyeti benim içindir. Ey inandığım, itimâd etdiğim kişiler! Beni kınayın ve öldürün. Şübhe yok ki benim ebedî hayatım öldürülmemdedir. Ey yiğit! Hayatım, mutlakâ ölümdedir. Ne zamana kadar yurdumdan ayrı kalacağım? Bu âlemde durmaklığım ayrılık olmasaydı, ölüm haberi alınca "Biz, şübhe yok ki Allah'a dönenleriz" denmezdi. Dönen kişi, ayrıldığı şehre tekrar gelen kişidir, zamanın ayırışından kurtulup birliğe erişendir.
Seyis tekrar gelerek, "Yâ Ali, beni hemen öldür ki o kötü vakti, o fenâ zamanı görmeyeyim. Sana kanımı helâl ediyorum, kanımı dök ki gözüm o kıyâmeti görmesin" dedi. Dedim ki, "Eğer her zerre bir kanlı, bir katil olsa da elinde hançer olarak senin kasdına yürüse, yine senin bir tek kılını kesemez. Çünkü kader kalemi böyle yazmışdır, sen beni öldüreceksin. Fakat tasalanma, senin şefâatçin benim. Ben rûh eriyim, rûh sultânıyım, ten kulu değil. Yanımda bu tenin hiç kıymeti yok, ten kaydına düşmeyen bir er oğlu erim. Hançer ve kılıç, benim çiçeğim, ölüm meclisim ise bağım, bahçemdir".
Tenini bu derece öldürüp ayaklar altına alan kişi, nasıl olur da beylik ve halîfelik hırsına düşer? O, ancak emîrlere yol göstermek, emîrliği belletmek için zâhiren makâm işleriyle ve hükümle uğraşır. Emîrlik makâmına yeni bir cân vermek, hilâfet fidanını meyvelendirmek için bu işle meşgûl olur.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri de bu hâdiseyi yeri geldikçe hep anlatır ve İmâm-ı Ali'nin emsalsiz keremini, engin mürüvvetini ve hilmiyyetini bizlere örnek gösterirlerdi. O'nun bu sohbetlerinden birini "İmâm-ı Ali Efendimizin Suikasdçısına Yaptığı Muamele" başlığı altında yayınlamışdık.