Hazret-i Mevlânâ'nın Beyânıyla Sahte Mürşidler

10 Kasım 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf
Mürşidlerin mürşidi Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Hazretleri, Mesnevî-i Şerîf'de, "Muhtâc olan mürîdânın yalancı ve düzenci da'vâcılara aldanarak onları Hakk’a ulaşmış, yüce şeyhler zannetmeleri ve nakli nakdden, ber-besteyi ber-resteden ayırd edememeleri" başlığı altında sahte mürşidlerin ve onlara kapılan safdillerin ahvâlini pek güzel beyân ediyorlar. 

Bu başlıkda geçen "nakl/nakd", "ber-beste/ber-reste" kelimelerini şârihler şöyle îzâh etmişlerdir :
Nakl, evliyâullahın kelâmı, nakd ise evliyâullahın hâlleridir. Sahte mürşid tıpkı bir papağan gibi evliyâullahın sözlerini tekrarlayıp durur ama onların hâllerinden kendisinde bir eser yokdur. Bu yüzden bu gibi sahtekârlara "kâl şeyhi" denilmişdir. Tarîkata girmek isteyen bir çok kişi, hâl ile kâli ayıramaz ve ağzı laf yapan kâl şeyhlerini gerçek mürşid zanneder.
Ber-beste, aslında güzel olmayan bir şeyi güzel göstermek, ber-reste ise bir şeyin özünde güzellik olmasıdır. Bu ikisi arasındaki farkı, kağıtdan yapılan bir çiçek ile bahçede yetişen bir çiçek arasındaki farkla da îzah ederler. Bazı şârihlere göre ber-beste, nefsine mağlûb olan kişiye, ber-reste ise, nefsânî arzulardan kurtulmuş olan kimseye işâret eder.
Şimdi Hazret-i Mevlânâ'nın hikmet dolu sözlerine kulak verip bunları dilimiz döndüğünce îzâh etmeye çalışalım : 
Ehl-i hikmet derler ki, insan misâfir olacaksa, ihsân ve kerem sâhibi kişilere misâfir olmalıdır. Halbuki sen, öyle birisinin mürîdi yani misâfirisin ki bırak sana ihsân etmeği, hasîsliği yüzünden senin mâlik olduğun şeyleri bile senin elinden alır.Kendisi kavî değil ki seni nasıl kavî edecek? Kendisinde nûr olmayan kimse seni nasıl nûrlandırabilir ki, aksine seni bulandırır.
İnsan ister maddî ister manevî bir lutuf peşinde olsun, her hâl ü kârda lutufkâr bir insana mürâcaat etmelidir. Özünde cimrilik olan bir kimseden ne lutuf beklenebilir ki. Eğer mürâcaat edilen kimse ahlâkı bozuk bir kimse ise, insan lutuf beklerken, zarar da görebilir. Nitekim sahte mürşidlere kapılanan kimseler, hem madden hem ma'nen bir çok kayıplara uğrarlar. Bu gibi sahtekârlar, sağlam adamı bile bozar. İnsanları dalâlete düşürü, nûr-i ilâhîden uzaklaştırır, en azından vaktini ziyân eder.
Bu gibiler gözlere ilaç yapan a'meşler gibidir, bunlar gözlere ancak yeşîm çekerler.
Yalancı mürşidin kalb gözü hastadır, onun kendi gözünü açacak bir ilacı yokdur ki başkalarının gözünü açabilsin. Bu gibiler başkalarının gözünü açacağım diye onların gözlerini de hasta ya da kör edecek şeyler sürerler.
Onda Hakkk'dan ne bir koku ne de bir eser vardır fakat da'veti Âdem'den de Şît'den de daha ileridir.
Yalancı mürşid, hakâik-i Kur`âniyye'den hiç nasîbi olmadığı halde, halkı irşâd etmek husûsunda çok istekli ve heyecanlıdır. Hiç durmadan harâretli harâretli konuşur fakat aslında onun daveti Hakk'a değil kendisinedir.
Ona Şeytân bile kendisini göstermez. Böyle olduğu halde o hep "Biz abdâl zümresindeniz hattâ daha da ileriyiz" der durur. Kendisini adam sansınlar diye sôfîlerin bir hayli sözünü çalıp çırpmışdır. Söz söylerken Bayezid'i bile tenkîd eder halbuki onun rezilliğinden Yezîd bile utanır. Semâvâtın nimetinden ve sofrasından nasîbsizdir. Hakk teâla onun önüne bir kemik bile atmamışdır. O ise "Sofrayı yaydım, ben Hakk’ın vekîliyim, halîfesiyim” diye bağırıp durmakdadır. 
Şeytân'ın bile uzak durduğu sahte mürşidler, kendilerini medh ede ede göklere çıkarırlar. "Şeyhimin kerâmeti kendinden rivâyeti" kabîlinden kendi kendilerine bir takım pâyeler verirler. Halkı kandırmak için büyük sôfîlerin sözlerini kullanırlar, bunları kendi sözleri gibi söylemekde de çok ustadırlar. Halbuki ezberleyip söyledikleri sözlerin hakîkatinden bî-haberdirler. Şeytan'ın rahmetden tard olunması gibi bunlar da ilm-i ledünnden, marifetullahdan mahrûmdurlar. Allah bunları en basît hakîkatlere bile vâkıf kılmamışdır.
“Ey birbirine dolaşan safdiller, ihsân soframa gelin, gelin de, yeyin, için, o sofrada tok yokdur”. Çok kimseler senelerce yarın ümîdiyle o kapılara gelip gitmişdir fakat o yarın hiç gelmemişdir.
Bu sahtekârlar, kendilerine hücûm eden safdilleri istismâr eder ve hep bir ümid vererek kandırırlar. Böyle bir sahtekâra bende olanlar hiç bir lutuf göremez ve oturdukları sofradan aç kalkarlar. Gerçek mürşid zannettikleri sahtekârdan manevi bir lutuf istedikçe o hep "Yarın" der fakat o yarın bir türlü gelmez.
Bir insanın sırrının ortaya çıkması için uzun zaman lâzımdır. Beden duvarının altında defîne mi vardır, yoksa yılan ya da karınca ya da ejderha yuvası mı? O yalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar tâlibin de ömrü tükenmiş olur, o saatden sonra uyanmanın da bir faydası olmaz!
İnsanlar, zâhirdeki hâlleri ile anlaşılmaz. Bir insânın bâtınını görebilmek de herkese müyesser olmaz, olsa da uzun zaman ister. Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak herkesin kârı değildir. Mübtedî olan sâlikde mürşidin sahtesi ile gerçeğini ayıracak ferâset yokdur. Bu yüzden kendisine mürşid diye tavsiye edilen bir kişinin bâtınında hakâik-i ilâhiyye ve marifetullah hazînesi mi vardır yoksa akâid-i fâside ve ahlâk-ı rezîle çöplükleri mi vardır bunu bilemez. İyice araştırmadan, dikkat etmeden böyle bir sahtekâra bağlanan kişiler uzun yıllar yaptıkları hatâyı farkedemezler ve ömürlerini boşa tüketirler. Bir gün hatâlarını farkettiklerinde de artık çok geç olmuşdur.

 Sâliki idlâl eder mürşidi noksân olsa
Kâmil-i insân eder kâmil-i insân olsa
Listeye geri dön