6 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Ankaravî Hazretleri Minhâcü'l-Fukarâ'sında buyuruyorlar ki :
Hazret-i Mevlânâ beşinci cildin dibâcesinde şerîat ve tarîkat ve hakîkati temsîl edip buyururlar ki, "Ey sâlik! Bilgil ve âgâh olgıl ki şerî'at şem' gibidir ki sâlike onun ilmi râh-ı Hakk'ı gösterir. Ve maa-hâzâ şem'-i şerîati ele getiresin. Ve tarîkat-i Hakk'a gitmez isen ve onunla amel etmez isen, maksûdün bi'z-zât olan hakîkat ele girmez. Çünkü kim şem'-i şerîati ele ala ve onunla amel kılıp yola gire, bu revîşe tarîkat derler. Çün kim nevâfili ve ferâizi edâ etmekle kurb-i ilâhî bulasın ve kendin bi'l-külliye fânî olasın, ona hakîkat tesmiye ederler. Bir misâl-i âhar dahi darb edip buyururlar ki, "İlm-i şerîat, kimyâ ilmi gibidir ki onu ya bir üstâddan veya bir kitâbdan öğrenirsin. Ve tarîkat, ol ilmi kitâbda mestûr olduğu ve üstâddan südûr kıldığı üzere isti'mâl eylemekdir. Ve hakîkat bu ilimden sonra mis zer olması gibi ve mislikden halâs bulması gibidir. Bir misâl-i âhar dahi buyururlar ki, "Şerî'at ilm-i tıbbı öğrenmek gibidir. Ve tarîkat o ilmin muktezâsınca perhîz edip edviye ve eşribeyi alâ-kânûni't-tıb isti'mâl kılmak gibidir. Ve hakîkat bu devâlardan sonra marîzin sıhhat ve şifâ bulması gibidir.
Lisâna âşinâ olmayanlar için kısaca îzâh edelim :
Hazret-i Mevlânâ Mesnevî-i Şerîf'de şerîat, tarîkat ve hakîkati üç ayrı meselle îzâh buyurmuşlardır.
Birinci meselde, şerîati muma benzetiyor Hazret-i Mevlânâ. Sâlikin o mumu hiç elinden bırakmaması lâzım diyor. Neden? Mum onun yolunu aydınlatıyor da ondan. Mumu bırakırsa ne olur? Hak yolu göremez, dalâlete düşer. İşte bu hakîkate binâen, şerîatsiz tarîkate girenler hakîkati elde edemezler. Elde şerîat mumu olacak, yani şerîatle amel edilecek ki tarîkate girilebilsin. Hakîkati bulmak için de şerîati ihmâl etmeden, tarîkatin gereği olan nâfile ibâdetlere devâm etmek şartdır. Sâlik böyle yaparsa, Hakk'a yaklaşır ve Hakk'da fânî olur ve hakîkati bulur.
İkinci meselde, şerîati eski kimyâ ilmine teşbîh ediyor Hazret-i Mevlânâ. Bu ilim ya kitâblardan öğrenilir yâhud hocalardan. Ama bu teorik bir bilgidir. Tarîkat, bu ilmin tatbîk edilmesidir, uygulanmasıdır yani teoriden pratiğe dökülmesidir. Hakîkat ise, bu tatbîkâtın netîcesini almakdır. Bakırı altın hâline getirmek gibi. Bugünün kimyâsından misâl verecek olursak, altını gösterebiliriz. Madendeki altın, saf değildir. Bir gram altın elde etmek için, tonlarca toprağı elden geçirmek ve türlü türlü işlemler yapmak gerekir. Altını hangi işlemlerle saflaştırılacağını bilmek, şerîata karşılık düşer. Bu bilgiyi uygulamak, yani sözkonusu işlemleri gereği gibi yapmak tarîkate karşılık düşer. Netîceyi almak yani altını saf hâle getirmek de hakîkatin karşılığıdır.
Üçüncü mesele gelince. Bu defa, şerîat tıb ilmine benzetilmiş. Tarîkat ise tıbbın uygulamasına. Malûm ya tıbbı teorik olarak bilmek başka onu uygulamak, hastayı tedâvi etmek başka. Hakîkat de bu uygulamanın netîcesi olan şifâ ve sıhhatin karşılığı oluyor.Bu üç meselin ortak tarafı şudur. Şerîat, bir ilim, bilgi. Onu öğrenmek şart. Şart ama onu öğrenmekle iş bitmiyor, onunla amel etmek lâzım. Zîrâ amel edilmezse bir faydası görülmez. İşte şerîatı tatbîk sahâsına koymanın adına tarîkat diyoruz. İlmi öğrendik, tatbîkâtını da yapıyoruz ama usûlüne göre yapmıyorsak, bir netîce alamayız yani hakîkate vâsıl olamayız. İşte bütün büyük mürşidlerin, ortaya koydukları usûller, tarîkat âdâbı denilen şeyler, hep sâliklerin bu tatbîkâtı lâyıkıyla yapabilmesi ve hakîkate en kestirme yoldan erebilmesi içindir.