5 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Uzun yıllar Hazret-i Mevlânâ'nın hizmetinde bulunmuş ve ilk defa olarak O'nun menâkıbını kaleme alan Feridun bin Ahmed Sipehsâlâr, Mevlânâ'nın riyâzat ve mücâhedesi hakkında şöyle diyor :
Hudâvendigâr Hazretlerinin mücâhedât ve riyâzât husûsundaki sıdk ve aşkları en ileri derecede idi. Acabâ mücâhede ve riyâzatın bu derecesi kendilerinden evvel yâhud sonra hiçbir velîden sâdır olmuş mudur? Nitekim buyururlar :
Ey benim gözlere ibret olan sevgilim, ibret görmüş gözlere ne öncekilerde ne sonrakilerde böyle bir aşk olmadı.
Başlangıç hâllerinden ömürlerinin sonuna kadar riyâzât ve mücâhedesini hep artırıyorlardı. Bu hakîr, yanında bulunduğum ve bir pergel gibi başımı eşiğine koyduğum kırk yıl boyunca, yatakda yatdıklarını görmedim. Yâhud rahat etmek için bir gece yan üstü uyumuş bir hâlde müşâhede etmedim. Hakk Teâlâ'nın muhabbeti onun riyâzatla zayıflamış olan vücûdunu dâimâ harekete geçirdiği için kendi hâllerini şöyle beyân ediyorlar :
Şiltesi dikenden olan kimse hangi yanına yatarsa yatsın nasıl rahat eder.
Onun uykusuzluğu ve heyecânı nasıl anlatılabilir ki! Uyku ve dinlenme onu aslâ görmedi. Geceleri uyumazlar, çok semâ' ederler, o derece ki, bütün arkadaşlarını uyku bastırır, onların edebsizlik etmemek için huzûrundan ayrılmadıklarını anlar, mürîdânına ve kendisini sevenlere lutuf ve ihsân olmak üzere, bir müddet murâkabe eder, arkasını duvara dayayarak, başını dizleri üzerine koyarlardı. Bir büyük ferâceleri vardı, Şeyh Muhammed Hâdim gelir, bütün vücûdunu örtecek şekilde mübârek sırtına atardı. Arkadaşlarının hepsi uykuya dalınca, kalkıp namaza dururlardı. Bazen de gezinirlerdi, istirahat etmezlerdi. Nitekim buyururlar :
Yine bu hâlin beyânı maksadıyla şöyle buyurdular :
Bir gazellerinde de şöyle buyurmuşlardır :
Bilindiği gibi uyku vücûd râhatlığından ve beden dinginliğinden ve zihin zayıflığından hâsıl olur. Halbuki mücâhede ve riyâzatın çokluğundan dolayı bunların hiçbiri yokdu onda. Hiç şübhesiz uykusuzluk husûsunda büyük bir şöhreti vardı onun.
Oruç, mücâhede ve açlıkda da görülmemiş birisiydi o. Onda görülen mücâhede insan tâkatinin ötesindeydi. Cenâb-ı Hakk'ın, "اَلَّذ۪ٓي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ" âyetiyle, Resûlullah'ın "Açlık Allah'ın taâmıdır, onunla sâdıkların bedenleri hayat bulur" hadîsiyle beyân buyurduğu hakîkat ona keşf olmuşdu ve amellerinde gözle görülür hâle gelmişdi. Nitekim ondan bir şemme beyân buyururlar :
İslâm'da senede bir ay oruç vardır. Takvâ ehli ise üç ay oruç tutarlar. Üç gün, üç hafta yâhud daha fazla tutanlar da vardır. Fakat hepsi de iftâr ederler. Kırk günlük halvetde dahi yemek yerler. Lâkin açlığı son haddine kadar götürmüş olan Hudâvendigâr Hazretleri, "Tam kırk yıl boyunca gece midemde yemek bulunmadı" buyurmuşlardır.
Sülûkünün başlarında üç gün ve bir hafta ve kırk gün oruç tutup iftâr ederlerdi. Sonlarında ise Ramazân-ı Şerîf'de iki defa iftâr ederlerdi. Ramazân-ı Şerîf'de yalnız bayrâm günü iftâr buyurdukları da defalarca görülmüşdür. Sultânü'l Mahbûbîn Mevlânâ Şemseddîn Tebrîzî Hazretleriyle ilk defa karşılaşdıklarında tam altı ay her ikisi de yemek içmek ve diğer beşerî ihtiyaçlardan âzâde olarak oturmuşlardı. İftâr buyurdukları vakit bir nevi gıdâ ile yetinirlerdi. Nitekim buyurdular :
Ve en çok yemek yedikleri vakit dahi on lokma yemezler ve bir müddet sonra tekrar midelerini tathîr ederlerdi. Ve buyururlardı ki, "Benim içimde bir ejderhâ vardır ki gıdâya tahammül etmiyor". O vakit istifrâğdaki mücâhedeleri, açlık mücâhedesinden daha kuvvetliydi. Mübârek alınlarından katre katre ter dökülürdü. Ve açlığı medh ederek şöyle buyurdular :
Bütün bu söylediğimiz ahvâl zâhir orucuyla alâkalıydı. Bir de mâsivaullahı terk yani bâtın orucu vardır ki o da kendilerinde hâsıl olmuşdu. Nitekîm ehl-i marifet demişlerdir : "Oruç üç nevidir. Avâmın orucu, havâssın orucu ve ehassın orucu. Avâmın orucu, yemeyi içmeyi terk etmekdir. Havâssın orucu a'zâ ve cevârihi hıfz eylemekdir. Ehassın orucu ise, Allah'dan gayrısını terk etmekdir".
Evde yemek pişirme külfetine girildiğinde hâne halkına gücenirler, yemek işleri ve külfeti az olan günlerde ise son derece neşeli olurlar, ev halkına ihsânlarda bulunurlardı. "Bugün ev halkının alnında fakîrlik nûru parlamakdadır" buyururlardı. Dâimâ fakr ile iftihâr ederlerdi.