10 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbîhî'l-'Azîz
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-azîm.
Yüzleri nûr-i İslâm ile münevver olan, kalbleri Hazret-i Allah'a îmân, O'nun Resûlüne gönül vermekle nûrlanan, Allah'ı sevenler! Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın nübüvvetini kabûl edip, O'nu canından, malından, rütbesinden, her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Okuduğum âyet-i kerîme, dâll bi işâretihî ile, dört halîfe hakkındadır, okuduğum âyet-i kerîme. "Vellezîne", şol kimse ki, "ma'ahû", "ma'a", Peygamber'le berâber, "hû", o, Ebûbekir Sıddîk. "Eşiddâi 'ale'l-küffâri", Ömer. "Ruhemâu beynehüm", aralarında en merhametli, Osman ibn Affân. "Terâhüm rükke'an sücceden yebtegûne fadlan minallahi ve rıdvânâ, sîmâhüm fî vücûhihim min eseri's-sücûd", İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh.
Okuduğum âyet-i celîle Sûre-i Fetih'de. Dört halîfe, yani Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin dört halîfesi hakkında Cenâb-ı Hakk'ın medh ü senâsı. Sudan halk olunmuşlar, insan olarak büyümüşler, sonra o kadar Allahu Teâlâ Hazretlerinin emirlerine itâat ve O'na muhabbet, Resûlullah'a öyle itâat etmişler ki, Allah, ahkâmı eskimeyen Kur`ân-ı Kerîminde bunları medh ü senâ etmiş, bu zevât-ı âlî-kadri. Bundan daha büyük bir lutuf olamaz.
Sen de böyle yaparsan, yani Allah'a teslîmiyyet ve Resûlullah'a itâat. Çünkü Resûlullah'a itâat, Allah'a itâatdır. Resûlullah'a ihânet, Allah'a ihânetdir. Resûlullah'a muhabbet, Allah'a muhabbetdir. Sen de Resûl-i Ekrem'e muhabbet edersen, itâat edersen ve O'nun yoluna baş koyarsan, sen de böyle Kur`ân'daki bu medh ü senâya lâyık olursun. Çünkü bu rütbeler açık, bekliyor, sâhiblerini bekliyor. Kıyâmet gününe kadar bu rütbelerin sâhibleri gelecekdir.
Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "Ümmetimin evveli mi âhiri mi hayırlı bilinmez, yağmur gibidir" diyor. "Ümmetim yağmur gibi" buyuruyor. Gene ashâbına demiş ki, "Benim kardeşlerime selâm söyleyin" demiş. Ashâb-ı kirâm rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn hazerâtı da demişler ki, "Yâ Resûlallah biz senin kardeşlerin değil miyiz?". "Hayır" demiş, "Siz benim ashâbımsınız, arkadaşlarımsınız. Benim kardeşlerim, sizden sonra gelecek, beni görmeden bana âşık olacaklar, bana îmân edecekler. Onlar benim kardeşlerimdir". Bize de iltifat buyurmuş. Kardeşlik makâmına lâyık görmüş.
Gene Allah Kur`ân-ı Kerîminde, gene bizim kardeş olduğumuzu, ne yapmış, âyetiyle isbât etmiş. "اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ inneme'l-mü'minûne ihvetün", bütün mü'minler yani "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenler hepsi kardeşdir diyor Cenâb-ı Hakk, ilân etmiş, Sûre-i Hucurât'da. Öyleyse ashâbla, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve ilâ yevmü'l-kıyâm, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenler kardeşdirler.
Bugün size, deryâdan bir katre olarak, yani denizlerden bir damla senin anlayacağın, katre damla manâsına, deryâ da deniz manâsına, denizden bir damla olarak size bu zevât-ı âlî-kadrden ikinci halîfe, halîfe-i hak, Ömer ibn Hattâb Hazretlerinin bazı menâkıbını, denizden bir damla olarak anlatacağım, o kadar. Bugünkü dersimiz o.
Resûl-i Ekrem ilân-ı nübüvvet etmeden evvel, Kureyş, peygamberimize büyük hürmet gösteriyorlardı. Hattâ Cenâb-ı Peygamber'e "Emîn" lakabını verdiler. "Emîn", doğru, dürüst, özü sözü dürüst manâsına, senin anlayacağın.
Hattâ bir gün yolda giderken Ebû Cehil denilen adam Resûl-i Ekrem'i devesine almış ve arkasına oturtmuş devenin, deve yürümemiş. Daha Cenâb-ı Peygamber izhâr-ı nübüvvet etmeden evvel.
Burada bir incelik var, lutfen bunu kaydedin ve îmân eviniz olan kalbinize bunu hakkedin. Peygamberimiz kırk yaşında nübüvvetini, kırk üç yaşında risâletini ilân etmişdir. Allah'dan emir gelmişdir, açıklamışdır. Peygamber doğduğu vakitde de peygamber idi. Bunu unutmayın! Çünkü sormuşlar, Resûl-i Ekrem'e, sahabeden birisi, Allah ona rahmet etsin, "Yâ Resûlallah, ne vakitden beri peygambersiniz?" diye sormuş. "Âdem daha henüz su ile toprak arasındaydı, Âdem'in toprağı ve suyu karışmamışdı, çamuru yoğrulmamışdı, ben nebî idim" diyor Peygamberimiz.
Peygamberinizi öyle bileceksiniz. "Abdullah'ın oğlu, Âmine'nin çocuğu, Mekke'de doğdu, Medîne'ye geldi, Medîne'de oturdu", bunu Ebû Cehil senden benden daha iyi bilir, kendi kavminden çünkü. Resûlullah'ı biraz bilmek lâzımdır. Allah'ın bilgisiyle bilmek lâzımdır, kul bilgisiyle değil. Kul görüşüyle değil, Allah görüşüyle bilmek lâzımdır Hazret-i Peygamber'i.
Peygamberimiz kırk yaşında nübüvvetini izhâr etmekle emrolundu, kırk üç yaşında risâletini izhâr etmekle emrolundu Peygamberimiz. İşte Âdem'in daha henüz çamuru karılmadan Peygamberimiz nebî idi. Daha Âdem'in suyu çamuru yokdu, Peygamberimiz gene nebî idi. Ne melek velvelesi, ne felek gulgulesi vardı, gene Peygamberimiz nebî idi. Sallallahu aleyhi vesellem.
Çünkü ilk yaradılan mahlûk, en hayırlı mahlûk, nûr-i ilâhîden halk olunan mahlûk, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Unutmayın bunu! Evvelâ Resûlullah'ın nûru halk olunmuş, Allah kendi nûrundan halk etmiş, sonra O'nun nûrundan yedi kat semâyı, yedi kat ardı, arşı, kürsüyü, cenneti, hûrileri, gılmanları, vildanları, güneşleri, ayları, yıldızları yaratmışdır.
Yine bir hadîs-i kudsîde, her ne kadar bu hadîs için elfâzen mevzû diyorlarsa da ma'nâ bakımından mevzû değildir, ma'nâ bakımından hadîs sahîhdir, "Levlâke levlâk lemâ halaktül eflâk" yani "Seni yaratmasaydım, mevcûdâtı yaratmayacakdım" diyor Cenâb-ı Hakk habîbi Muhammed'ine. Bu kâinâtın yaradılmasına sebeb Hazret-i Muhammed'dir. Mü'minin bir katre su bulmasına sebeb Hazret-i Muhammed'dir, kâfirin bir lokma ekmek bulmasına sebeb Hazret-i Muhammed'idr, kâinâtın devâmına sebeb Hazret-i Muhammed'dir. Sallallahu aleyhi vesellem.
Efendimizin ismini işitdiğin vakitde, hemen salât okuyacaksın, ey âşık-ı sâdık! Peygamber'e salavâtı unutursan cennetin yolunu unutcun demekdir, cennetin yolunu kaybetcin demekdir. En nekes adam, Peygamber'in ismini işitir, Resûlullah'a salavât okumaz.
Biz dönelim dersimize.
Peygamber'e ilk emîn lakabını veren Ebû Cehil'dir, "Muhammedü'l-Emîn" diye. O lakabı veren, Ebû Cehil'dir. Devesine almış, deve yürümemiş. Ne kadar hay dediyse de deve yürümeyince, Resûl buyurmuş ki, sallallahu aleyhi vesellem. O vakit daha henüz nübüvvetini izhâr etmemişdi, yani peygamber olduğunu daha söylememişdi, söyle diye emir gelmemişdi, Allahu Teâlâ, "Söyle" dememişdi. Gençler olduğu için böyle Türkçe yapıyorum ki anlasınlar diye.
Sonra Peygamberimiz dedi ki Ebû Cehl'e, "Deve neden yürümedi bilir misin yâ Ebe'l-Hakem?". "Niçin yürümedi?" dedi Ebû Cehil. "Beni devenin arkasına aldın, ondan" dedi. "Ön tarafına oturt beni" dedi, "Devenin yürümesi için beni ön tarafına oturt" dedi. Oturtunca deve yürüdü. Ebû Cehil şaşırdı, bu ne işdir diye.
Hayvanlar dahi Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme hürmet ederlerdi.
Sahâbeden birine bir mektûb verdi Peygamber. Mucizât-ı Muhammedî'den, şimdi aklıma geldi, söylemeden geçmeyeceğim. Bir mektûb verdi, Yemen'e gönderdi o sahâbeyi. Yolda giderken arslan çıkdı sahabenin karşısına. Görünce arslanı, ne yapabilir arslana karşı, hemen dedi ki arslana, Arapça "Ey esed!" dedi, "bu mektûb iki cihân serverinin, rahmete'l-lil-âlemîn olan Hazret-i Muhammed'in mektûbudur, beni yersen eğer, beni parçalarsan bu mektûb yerine vâsıl olmaz. Mahkeme-i Kübrâ'da, Meydân-ı Arasat'da mahcûb olursun, rezîl olursun" dedi. Arslan geldi, sahabeyi yemeyi şöyle bir tarafa koy, mektûba geldi yüzünü gözünü sürdü, evet yüzünü gözünü sürdü ve arslan çıkdı gitdi". Öyle diyor sahabe, böyle oldu hâdise diyor.
Neyse. Hazret-i Muhammed'in kim olduğunu, ne büyük bir şerefe lâyık olduğunu yakın bir zamanda bilecekler ama iş işden geçecek. O vakit faydası yok. Pek yakın bir zamanda, çok yakın bir zamanda bilecekler ama iş işden geçecek. O kendi gibi görenler, kendiyle kıyâs edenler, onlar aldanacaklar, aldanmışlardır, aldanacaklar. Çoook, çok zahmet çekecekler, çok hayıflanacaklar, çok ellerini ısırıp, sakallarını saçlarını yolacaklar ama iş işden geçecek.
Ahmaklar var bazı, "Muhammed de benim gibi adamdı" diyen. Senin gibi adam olsa, peygamber olur mu o! Cinsiyetde insan. Bir şâir şöyle demiş :
Muhammedün beşerün lâ ke'l-beşeri
Bel hüve yâkutun beyne'l-haceri
Muhammed beşerdir ama taş ile cevherin arasındaki fark, yâkutun arasındaki fark neyse, insanlarla Peygamber'in arasındaki fark odur. Allah ne diyor Kur`ân'da, "قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ kul innemâ ene beşerün mislüküm" diyor. Yani abdiyyet-i Muhammediyyeyi bir terâzinin bir gözüne koysalar, diğer insanların da abdiyyetini terâzinin bir gözüne koysalar, Peygamber'in abdiyyeti ağır gelecekdir. Sallallahu aleyhi vesellem.
Geçiyoruz, bu kadar. Benim söylememle değil, meddâhı Allah.
Evet, vaktâ ki Peygamberimiz izhâr-ı nübüvvet eyledi, müslümanlara zulüm başladı. Ama nasıl? İdrâkin mâverâsında. Hiç bir hayvana dahi lâyık olmayan zulüm mü'minlere tatbîk edilmeye başladı. Gözlere diken mi sokulmadı. Bir ayağını bir deveye diğer ayağını bir deveye bağlayıp, iki deveyi iki tarafa hay deyip müslümanlar ortadan ikiye mi parçalanmadı. Hiç birisi dîninden dönmedi yalnız. O hâle geldi mi, "vemâ Muhammedin illâ resûl, ancak Muhammed Resûlullah'dır" diyerek. Hele Bilâl-i Habeşî, radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri, üzerine ağır ağır taşlar koyarlardı, büyük, kaldıramayacağı taşlar, göğsüne, kemikleri çıtırdar, ezilmek üzere iken, gene "Allahu Ehad Resûlu Ahmed" derdi. Sonra seyydininâ Ebâbekir Sıddîk Hazretlerinin yardımıyla halâs oldu. Neyse, inşâallah başka zaman anlatırız bunları. Şimdi benim anlatacağım bugün Hazret-i Ömer ibn Hattab. Ve muhabbet meselesini anlatacağım.
Zulüm ayyûka vardı, mü'minler otuz dokuz kişi oldular, îmânda, otuz dokuz kişi. Efendimiz duâ ediyor, "Yâ Rabbi, iki Ebe'l-Hakem'den birisiyle, ikisinden birisiyle dînimi teyîd et. Pek sıkıldım Yâ Rabbi" dedi, "görüyorsun vaziyetimi". Kim o iki Ebü'l-Hakem? Biri Ebû Cehil, biri Ömer ibn Hattab, halîfe Ömer. Ama müslüman düşmanı! Üüüü korkunç!
Diyor ki kendisi islâmından sonra, radıyallahu anh...İşte ismi burada şimdi, bak Ömer, bak orada ismi. İslâm olunca ismi oraya çıkdı. Ebû Cehil gibi yere gömülmedi. Îmân insanları yüceltir, küfür alçaltır. Ona işâret var. Diyor ki islâmından sonra, radıyallahu anh, bir kaç şey söyleyeceğim, zâten hepsini söyleyemeyiz, "İki şey aklıma geldiği vakitde" diyor, "yani islâmımdan evvel, müslüman olmadan evvel, iki şey aklıma gelir, birine gülerim, birine ağlarım" diyor kendisi. "Güldüğüm şu" diyor, "Hamurdan put yapardık, ilâh yapardık hamurdan sonra onu ne yapardık, karnımız acıkdı mı yerdik" diyor. "Buna gülerim" diyor. Tapdığı ilâhı yiyor.
Hâlâ böyle insanlar var kâinâtda. Kendi tanrısını yapıyor, sonra îcâb etdiği vakitde, yakıyor, kırıyor, döküyor filan. Meselâ Hindistan'da ineğe tapıyorlar. Bazı yerde karıya tapıyorlar. Bazı yerde erkeğe tapıyorlar. Bazı yerde paraya tapıyorlar. Ayrı ayrı, herkesin putu ayrı ayrı. Kâfirin bir putu var, müslümanın üç yüz altmış putu var. Aklını başına al! Kalbini böyle şeyden tathîr et. Bu kalb evine Allah'dan başka hiç kimsenin muhabbetini koyma. Allah'la Muhammed'in muhabbeti birdir, sallallahu aleyhi vesellem, celle celâluhû. Putları çıkar içinden, çıkar putları kalbinden. Ne olursan ol, kim olursan ol, neye sâhib olursan ol, her şeyi bırakacaksın. Ellerin sıkı olarak dünyâya geldin ama giderken ellerin boş gidecek âhirete. Ancak îmânın yoldaşdır. Ancak Muhammed Mustafâ sana el uzatacak. Ancak Resûl-i Kibriyâ sana el uzatacak. Senin dostun Allah ve Resûlü. Tek başına bir akşam kalacaksın korkunç yerde. Seni sevenler, sevmeyenler seni götürecekler, bir çukura koyacaklar, seni orada yalnız bırakacaklar, amelinle başbaşa kalacaksın. İşte orada sana bir el uzanacak. O da Muhammed Mustafâ'nın eli, sallallahu aleyhi vesellem.
"Birine gülerim" diyor, "zîrâ hamurdan ilâh yapardık, karnımız acıkdı mı onu yerdik. İkincisine ağlarım. Kaç tâne kız çocuğumu toprağa gömdüm, islâmdan evvel". Allah Allah! Sen de öyle yapdın, ben de öyle yapdım. Tövbeden evvel, câmi yolunu bilmeden evvel, Kur`ân'ı bilmeden evvel, nice evladlarını sokağa atdın, pisliğe atdın gitdi. Tohumlarını yani. Sâhib ol. Sana emânetullah verilmiş o. Zinâya, kötülüğe kullanamazsın. İnceliği anlatabildim mi acaba? Ömer'inki bir kaç ay sonra meydana geldi. Üç sene sonra Ömer boğmuş. Sen üç sene evvel boğmuşsun, atmışsın. Zinâ edenler! Ömer çocuğunu boğmuş, öldürmüş, küfründe, kâfir olduğu vakitde, ama rûhunu öldürmemiş çocuğunun, cesedini öldürmüş, rûhunu öldürmemiş. Âhiretde cennete gidecek, o yavrucak. Sen evlâdına Allah'ı, Peygamber'i bildirmemekle, insâniyyete hizmeti, büyüklere hürmeti, küçüklere şefkati bildirmemekle, Allah yolunu göstermemekle rûhunu öldürüyorsun. Düşün şu konuşduğum sözü, terâziye vur, tefekkür et. Öyle bir evlad yetişdireceksin ki numûne-i imtisâl olacak. Beytullah olacak onun vücûdu. Hakk'ın tecellî etdiği yer olacak. Onun kalbi Hazret-i Muhammed'in aşkıyla dolacak. Onun kalbi insâniyyete hizmetle dolacak, insanlığa koşacak. Öyle evlad yetişdirebildin mi? Doktor yetişdirdin, para için yapdıysan kıymeti yok hiç. O insanlık için olmadı, insâniyyet için, para için oldu o. Para kazanmasın demedik hâ! Sözü yanlış anlama! Evvelâ hizmet, sonra dünyâlık. Allah için hizmet yaparsan, dünyâ senin peşinden gelir. Unutma bunu! Allah için iş yaparsan, dünyâ senin peşinden gelecekdir. Dünyâya koşarsan, yetişemezsin. O gider o hızlı. Bazılarını mahvetmişdir. Bazılarını helâk etmişdir. Âh ne yapayım ki vakit dar, sizi fazla oyalamak istemiyorum. Dünyâ insanı helâke götürür. Pek tamah etmeğe gelmez. Lâzım. Elzemdir, lâzımdır fakat yerinde kullanmak şartıyla. Gönlünü oraya verirsen hem dünyân perîşân hem âhiretin perîşân olur. Bu kalbi Allah vermişdir, aşkullahı ve aşk-ı Muhammedî'yi koymak içindir bu kalb.
Hakk korkusuyla kalbin çarpıyor mu? Hakk aşkıyla kalbin vuruyor mu? Allah aşkıyla, Muhammed aşkıyla gözünden yaş akıyor mu? Açlara, yoksullara, çıplaklara, hastalara merhamet ve şefkatin var mı? Soruyorum sana. Îmânın varsa, vardır şefkatin. Îmân alâmetidir. Yoksa halkın derisini yüzmeye mi kalkıyorsun? Halkı sevmiyorsan bil ki Hakk'ı sevmiyorsun. Halkı sevmiyorsan, Hakk'ı sevmiyorsun. Halkı sevenler, Hakk'ı sevdiler. Halka teşekkür, Hakk'a teşekkürdür. Unutma bunu sakın hâ! Hizmet böyle. Zâhirimiz insân oldu, bâtınımız da insân ola.
Öyle diyor Hazret-i Ömer. Diyor ki, "İki şey aklıma geldiği vakitde birisine gülerim, birisine ağlarım. Güldüğüm, kendi elimizle hamurdan yapmış olduğumuz ilâhı karnımız acıkdı mı yerdik, tapdığımız ilâhı. İkincisi, çocuklarımı toprağa gömerdim. Ufak yavrularım, küçük elleriyle benim sakalıma düşen toprakları temizlerken, ben onu koca ellerimle boğardım" diyor. İslâmdan evvel çünkü.
Tövbe etdikden sonra böyle şeylere dönme. İslâmdan evvel yapılan günahları islâm temizlediği gibi, tövbeden evvel yapılan günahları da tövbe temizler. Yapdığın fenâlıklara nedâmet et, Allah yoluna dön, hepsi temizlenecek sonra. Yalnız kul hakkı temizlenmez. Aldığını ver. Kime vurdunsa git uzat yüzünü, "Ben sana vurmuşdum, vur bakalım bana" de. Yapmazsan pişmân olursun sonra. Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, bak, "et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh, günaha tövbe eden günahı yapmamış gibidir". Tövbe etdin mi günaha, bir daha yapmamak üzere, öyle "Tövbe Yâ Rabbi" deyip gene günah işle, "Tövbe Yâ Rabbi" deyip gene günah işle, o manâya değil, fenâlıkları terketdin, onları yapmayı bir daha düşündüğün vakitde utanıyorsun, kendinden utanmaya başladın, halkdan değil, evvelâ kendinden utanmaya başladın, "Eyvâh ben ne yapmışım! Ben ne yapdım!". Halkdan utanmayanlar, Hakk'dan utanmayanlar, kendinden utanmayanlar, Allah'dan utanmayanlardır. Nefsini unutanlar, Allah'ı unutanlardır. İkrâh gelmeye başladı mı, kerih görmeye başladın mı yapdığın fenâlıkları? Yoksa yapdığın fenâlıkları sayarak iftihâr mı ediyorsun? Bazı ahmaklar var öyle. Allah onun suçunu örtmüş, o şimdi kalkmış, saçı sakalı ağarmış, bu devirde yapdığı fenâlıklarla iftihâr ediyor, "Beş okka içerdik", "Adamı böyle döverdik, vururduk", "Şöyle zinâ ederdik" diye. Etrâfındakileri kendisine şâhid tutuyor. Allah onu setretmişdi, örtmüşdü onun yapdığı günahları, halka dinleterek yapdıklarını onları şâhid tutuyor yapdıklarına. Bilmiyor musun sen? Kıyâmet gününde ağızlar mühürlenecek, eller konuşacak, ayaklar şâhid olacakdır yapdıklarımıza. Bir de halkı mı şâhid tutacaksın kendine yevm-i kıyâmetde?
Tövbe edin! Tövbe edelim! O tövbe kapısı kapanmadan evvel, tövbe edelim, Allah'a rücû edelim. Hayır yok günahlarda, isyânda hayır yok. Allah yoluna, dâimâ Allah yoluna! Lisânında Allah'ın esmâsı, kalbinde Allah'ın muhabbeti olsun. Allah korkusu olsun kalbinde. İnsanların en kerîmi, en yücesi, en mukaddesi, Allah korkusuyla kalbi çarpandır.
Evet, ve Cenâb-ı Peygamber'in duâsı kabûl oldu, Hazret-i Ömer îmânla müşerref oldu. İnşâallah onu başka bir hafta anlatacağım çünkü sığmayacak, vakit daraldı. Ve onunla beraber müslümanlar kırka bâliğ oldular. Ve islâm izhâr olundu, âşikâr kılındı. O güne kadar gizli ibâdet yapıyorlardı, namazı gizli kılıyorlardı. Ömer'in îmânı ile islâmiyet ortaya çıkdı, âşikâr oldu. Radıyallahun anhüm ecmaîn.
İki. Kız verdi Peygamber'e, kızını verdi, Hazret-i Hafsa'yı, Resûlullah'ın kayınpederi oldu, o şerefe nâil oldu. Resûlullah'ın bir çok hadîsleriyle kendisi medh ü senâ edildi. "Ömer Hakk ile söyler dedi Peygamberimiz, Hakk'la söyler, hak konuşur. Yirmi yedi âyet-i celîle Ömer'in isteği üzere nâzil oldu. İyi dinle! Resûl-i Ekrem gene buyurdu ki, "Ben son peygamber olmasaydım, benden sonra nebî gelseydi, Ömer ibn Hattab gelirdi" dedi. Ömer, radıyallhu anh, üç aylık yoldan askerlerini idâre ederdi, kerâmâtı da vardı. Kerâmâta nâil olmuşdu.
İslâm olup da kerâmet bekleme, müstakîm ol, Allah kerâmeti senin başına tâc olarak koyar. Müstakîm olmayınca kerâmet olmaz. Konuşduğum söze dikkat et. Müstakîm olmayınca bir adam, istikâmet sâhibi olmayınca, kerâmet olmaz onda. Olsa dahi sihirdir, istidracdır o. O kerâmet sûretinde görünür. Neûzübillah. Şeytan'da da var aynı şeyler. Müstakîm olacaksın, Kur`ân boyasıyla boyanacaksın, Muhammed kokusunu alacaksın. Bitdi o kadar.
Üç aylık yoldan askerlerine emir verirdi Hazret-i Ömer. Üç aylık yoldan. Yemen'de bir ateş çıkdı, bütün mezrûatı kavuruyordu, bir mektûb gönderdi, ateş durdu ve geri gitdi. Nil nehri akmazdı, Mısırlılar Nil Nehrine güzel bir kızı kurban yaparlardı, onu atınca Nil Nehri taşardı ve Mısır berekete nâil olurdu. O kurbanı kesmezlerse, Nil Nehri taşmazdı. Oraya da bir mektûb yazdı. "İsteğinle, arzunla sen akıyorsan eğer akma, senin suyuna ihtiyâcımız yok. Allah'ın emriyle akıyorsan ak", "böyle kurban murban istemem öyle şey" dedi Hazret-i Ömer, senin anlayacağın, Nil ondan sonra böyle kabahat yapmadı. Hazret-i Ömer ölünceye kadar kurtla kuzu beraber otladılar. Öldüğü gün, kurtlar kuzuya saldırınca, çobanlar, "Eyvâh! Ömer öldü" dediler. Neden? "Bugüne kadar kurtla kuzu beraber dolaşırlardı, kurtlar kuzulara saldırmaz idi. Bugün saldırdığına göre Ömer öldü" dediler. Hakîkaten de öyle oldu.
Şimdi dinle. Burada bir misâl koyacağım, sonra bitiriyorum dersi. Kısaltdım, çünkü vakit dar.
Birgün Resûl-i Ekrem, Hazret-i Ömer'e, işte bu Ömer'e, daha hakkında çok hadîs-i şerîfler var, Hazret-i Ali de öyle söylüyor, "Ben Resûlullah'dan işitdim, Ömer cennetin kandilidir dedi" diyor Peygamber, İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh. Ve aynı zamanda Hazret-i Ali'nin de dâmâdı olmuşdur, Hazret-i Ali'nin kızını aldı. Peygamber'in kayınpederi oldu, Hazret-i Ali kızını verdi Hazret-i Ömer'e, Hazret-i Ali'nin de dâmâdı oldu. Bir gün Peygamberimiz Ömer'e, iyi dinle, kulağını benden yana ver, en mühim yer burası şimdi, birgün Cenâb-ı Peygamber Hazret-i Ömer'e sordu, dedi ki, "Yâ Ömer, beni ne kadar seviyorsun?" dedi. Dersimiz muhabbetdi zâten. Dedi, "Vallahi Yâ Resûlallah, seni her şeyden ziyâde severim ama nefsimi senden ziyâde severim" dedi. Doğru konuşuyor, yanlış yok, riyâ yapmadı. Eyvâh! Resûl-i Ekrem cevâb verdi, "Beni hak nebî olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki Yâ Ömer, îmânın kemâle ermedi" dedi bu Ömer'e. Hazret-i Ömer başladı ağlamaya, "Vallahi Yâ Resûlallah, şimdi seni nefsimden de ziyâde seviyorum" deyince, "Hah şimdi îmânın kemâle erdi" dedi.
Îmânın kemâli, Resûlullah'ı her şeyden ziyâde sevmekdir. Bu sevgiye de nâil olursan, kaybetmeyeceksin. İki cihânın sultânı oldun demekdir.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 3 Ağustos 1984 (6 Zilkade 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.