17 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin ilk mürşidi Abdurrahmân Sâmî-i Saruhânî Hazretlerinin bu eseri, dört kısımdan müteşekkildir. İlk üç kısım, islâmın üç esâsı olan îmân, islâm ve ahlâk bahislerine ayrılmışdır. Dördüncü kısım ise şerîat, tarîkat, hakîkat ve marifetin birliğine ve tarîkatin mâhiyet ve esalarına dâirdir. Eserin son kısmında haftanın günlerine göre okunması tavsiye edilen bir takım duâlar var ama bunlar Arabiyyü'l-ibâre oldukları için şimdilik bunları hâriç tuttuk.
Ey azîzim, malûm ola ki “din” Âdem aleyhisselamdan Hateme’n-nebiyyîn aleyhi’s-salâtü ve’s-selâma gelinceye kadar birdir, o dahi ancak dîn-i İslâm’dır. Dîn âyet-i kerîmede esteîzübillah “inne’d-dîne indallahi’l-islâm” buyurulmuşdur. Yani Allahu Zü’l-Celâl indinde makûl ve mümtâz olan dîn ancak İslâm’dır. Dîn, kul ile Mevlâ arasında vazîfe-i ubûdiyyetdir. Dîn, kulun Hakk’a vesîle-i kurbiyyetidir. Dîn, kulun Rabbü’l-âlemîn’e karşı edeb-i ilâhiyyesidir. Dîn, Hakk’ın rubûbiyyetine mukâbil kuldan sâdır olan ubûdiyyetdir. Dîn, Allahu Teâlâ’nın talîmi ve Cebrâil aleyhisselamın tenzîli ile ve Peygamberimiz aleyhisselâmın teblîğ buyurduğu ahkâm-ı ilâhiyyedir ki saâdet diyârına ve selâmet-i âlemeyne vesîledir. Dîn, bir cevher-i rabbâniyyedir.
Şerîat diye dîn-i İslâm’ın amelce ve itikâdca ve ahlâkça
vazifesine denilir. Hadîs-i şerîfde şerîat beş şeye teşbîh olunup temsil
buyrulmuşdur. Birincisi, şerîat Nûh aleyhisselâmın gemisi makâmındadır. Şerîat
gemisine binenler, helâkdan kurtulduğu gibi, diyânet gemisi de âhiretde ateşden
deryâlarda helâk olmakdan kurtarır. İkincisi, şerîat, Hûd aleyhisselâmın
dâiresi makâmındadır ki Hûd aleyhisselâm, bir dâire çevirir, îmân edenleri onun
içine davet ederdi. Cenâb-ı Hakk’dan sâdır olan azâb o dâirenin içine girmez,
selâmet bulurdu. Şerîat dahi Hakk’ın dâire-i himâyesi olup, şerîat dâiresinde
bulunanların her iki cihânda azâbdan, ikâbdan, ukûbetden emîn olmalarına
işâretdir. Üçüncüsü, şerîat Süleyman aleyhisselâma verilen mühür makâmındadır.
Onunla ins ve cinne hükmettiği gibi mühr-i şerîata her amelini tatbik ve her
fiilini tevfîk eyleyen, şeytan ve nefs ve hevâya gâlib olup, Hakk’a ve rızâ-i
Mevlâ’yı tâlib olmuş olur. Dördüncüsü, şerîat, Mûsâ aleyhisselama verilen asâ
gibidir. Onunla her hâcetini îfâ ettiği gibi Firavun’un helâkine de muvaffak
oldu. İşte elinde şerîat asâsıyla her cânibe teveccüh eden dünyevî-uhrevî
murâdlarına nâil olup sûrî-manevî düşmanlarını helâk edip şerlerinden emîn
olmuş olur.
Hadîs-i şerîfde “el-islâm fi’l-aleniyye ve’l-îmân fi’l-kalb”
buyurulup yani islâm zâhir azânın ahkâm-ı şeriyyeye itâat ve inkiyâdıdır. Îmân
ise dîn-i mübînin bi’z-zarûre haber verdiği umûr-ı gaybiyyeyi kalble tasdîkdir.
Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinden Cebrâil aleyhisselam Dıhye
sûretinde zuhûr edip islâm ve îmândan suâl eyledikde sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz, “îmân en tüminu billahi ve melâiketihî ilâ ahir” buyurmuşdur.
Yani îmân altı şeye inanmakdır. Birincisi Allahu Azîmü’ş-Şân’ın birliğine ve
sıfat-ı kemâliyye ile mevsûf olmasına ve simât-ı noksâniyyeden berîliğine
inanmakdır. İkincisi ise melâike-i kirâmın ecsâm-ı latîfe-i nûraniyye olup
yemekden içmekden, erkek-dişi olmakdan berî, isyândan ârî, ibâdetle meşgûl
olduklarına inanmakdır. Üçüncüsü, taraf-ı ilâhiyyeden vâsıta-i melâike ile
nâzil olan kitâblara inanmakdır. Mecmûu yüz on dört olup, yüzü suhuf dördü
kitâbdır. Kitâb olanlar Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Azîmmü’ş-Şân’dır.
Kur`ân-ı Azîmü’ş-Şân cümlesinin ahkâmını câmi’ ve her iki cihânda müebbeddir.
Dördüncüsü, halkı dalâletden hidâyete, şirkden tevhîde davet için gönderilen
enbiyâ-i izâm ve sâhib-i kitâb resul-i fihâma îmân etmekdir ki bir rivâyetde
iki yüz yirmi dört bindir. Evveli Âdem aleyhisselam, âhiri Peygamberimiz
hateme’n-nebiyyîn Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleridir.
Beşincisi, hayır ve şerr, Allahu Azîmü’ş-Şân’ın takdiriyle ve halk etmesiyle
olduğuna inanmakdır. Lâkin hayrı ehl-i hayr elinden rızâsıyla halk eder, şerri
ehl-i şerr elinden gadâbıyla halk eder. Altıncısı, herkes ölüp kabre defn
oldukdan sonra tekrar Allahu Zü’l-Celâl’in kudretiyle ba’s olunup
dirilmeklerinin hak olduğuna îmân etmekdir ki, mümin âbidlere cennetle mükâfât,
kâfir mülhidlere cehennemle mücâzât için kıyâmetin vücûdu zarûrîdir.
Sıfatı zâtiyye : Hayat, ilim, sem’, basar, irâde, meşiyyet, kelâm. Hayâtı kendi zâtından ezelî ve ebedîdir. Bilmesi ezelî, ebedî, sûrî, manevî, cüzî ve küllîyi şâmildir. Düşünmekle değil, ilmi, ilm-i huzûrîdir. Henüz mevcûd olmayan bir şey, ilm-i ilâhîde mevcûd olmuş gibi müteayyen ve malûmdur. İşitmesi, sıfat-ı mahsûsa olup, gizli, cehrî ve hafî umûrun küllisine şâmildir. Görmesi, ezelî bir sıfatdır ki mevcûd olanların zâhir ve bâtınlarını görür. Kudreti ve kuvveti, ezelî, ebedî, her şeye taalluk eder, aczden müberrâdır. Îcâda ve idâma kâdirdir. İrâdesi yani dilemekliği, bir şeyin vücûd veya ademini evvelâ irâde eder, ondan sonra meşiyyete yani dilediğini vücûda yaklaşdırır, vücûd veyâ ademden bir cihetini tercîh eder. Kelâmı, yani Cenâb-ı Allah, ezelî ebedî mütekellimdir, kelâm sâhibidir. Harfden ve savtdan ve hudûsdan münezzeh olup bilâ tertîb mütekellimdir. Ve kelâmullah mahlûk değildir. Bu sıfatların zıddından Cenâb-ı Hakk münezzehdir. Çünkü Allahu Azîmü’ş-Şân’ın vücûdu vâcib, her kemâl sıfatıyle muttasıf olması da vâcibdir. Her noksan sıfatdan münezzeh olması da vâcibdir. Noksan sıfatlarla tavsîf eylemek küfürdür.
Sıfat-ı sübûtiyye : Allahu Azîmü’ş-Şân ezelden ebede kadar ibtidâsız, intihâsız bâkîdir. Vücûdu, kendi zâtından zâtının muktezasıdır. Yokluğu kabûl etmez. Cümle mahlûkâta muhâlifdir. Çünkü hâlıkla mahlûk bir olamaz. Sıfatullah zâtının ne aynıdır ne gayrıdır. Zâtı birdir, sıfatı arasında vâsıta yokdur. Zâtı tasavvurdan berîdir, taalukdan berîdir. Künhünü kimseler idrâk etmez. “Sübhâneke mâ arafnâke hakka marifeteke yâ marûf” buyurulması bu sırdandır. Zâtı, her şeyden ârî ve ganîdir. “vallahu ganiyyün ani’l-âlemîn” esmâsı cümleye muhît ve sârîdir. “vallahu bi külli şeyin muhît” ihâtası esmasının nûr-ı rubûbiyyeti âlemleri ihâta ve ifâza iledir.
Nübüvvet
Binâ-yı islâmın dördüncü rüknü Ramazân-ı Şerîf’de oruç
tutmakdır. Ramazân-ı Şerîf, ayların kalbi olup seneyi sâbıkayı tathîr, sene-i
âtiyeyi tenvîr eder. Oruç tutmak, melâikeden efdal olan cins-i insanın,
yemekden içmekden ve ehline tekarrübden muhâfaza ederek efdaliyyetini isbât
etmektir. Bir de nefsin kötü huylarını oruçla mahv edip tezkiye etmekdir. Bir
de rûha gıda, kalbe cilâ, maraz-ı nefse devâ etmekdir. Bir de düşmanlarımız
olan nefs ve hevâyı mağlûb etmek için oruç cephane ve silah ile mücâhede-i
nefsdir. Oruç bedene sıhhat, kalbe rikkat, rûha haşyet, sere temkîn-i ubûdiyyet
îrâs eder. Bir de oruç kıyâmet harâretinden ve açlığından selâmete erişdiren
vesîledir. Oruç rûha kuvvet, nefse zafiyet veren ibâdetdir. Oruç rahmet-i
Sübhân, vesîle-i gufrândır.
Oruç üç kısımdır. Avâmın orucu, yemekden, içmekden,
cimadan muhâfaza iledir. Havâssın orucu, kâffei vücûdu isyândan muhâfazadır. Ehassü’l-havâssın
orucu, bu üç şeyle beraber rûhu cümle ahlâk-ı zemîmeden imsâk etmekdir.
Orucu terk etmeyi mubah eden sebebler dokuzdur. Hâmile
olmak, emzikli olmak, seferde bulunmak, hasta olmak, cihâdda bulunmak,
ihtiyarlıkla zayıf olmak. Helâk mertebesinde açlık ve susuzluk hâlinde olanlar
oruçlarını bozabilirler. Diğer gün kazâ etmek veyâ her gününe kefâret vermekle
kazâ etmek lâzım gelir. Oruç hâlinde hacamat etmek, rûyin gasletmek, mazmaza
etmek, kına koymak, saç sakal boyamak, sürme çekmek, harâretden su dökünmek
câizdir. Fakat ehlini öpmek, yâhud messetmek, muânaka, mubâşeret-i fâhişede
bulunmak mekrûhdur. Kezâlik, taâmın tuzunu tatmak, ağızda bir şey çiğnemek
mekrûhdur. Yalnız kadınlar eğer efendilerinin ahlâksızlıklarından korkarlarsa, yemek
lezzetini tatmak câizdir. Masûm çocuklarına yiyecek bir şey çiğnemek yutmakla
orucu ifsâd etmemek şartıyla câizdir. Eğer oruç tutan kasd ile su içse veya
cima etse kazâ ve kefâret lâzım gelir. Sehvde lâzım gelmez. Dişlerinin arasında
kalan taâmı yese, nohutdan küçükse kazâ lâzım gelmez. Büyükse lâzım gelir.
Sahur
Ramazân-ı Şerîf’de sahur sünnetdir. Hadîs-i Şerîf’de, “Tesahhur
ediniz zîrâ sahurda bereket ve sevâb ve ibâdete kuvvet vardır” buyurulmuştur.
Yalnız bir yudum su içse sahur yerini tutmaz. Bazı kavle göre tutar. Kezâlik
nısfı’l-leylden evvel yemek yerse yine sünneti îfâ etmiş olmaz. Sahurdaki te’hîr,
iftardaki ta’cîl, sünnet-i şerîfdir. İftarı süt ile yâhud yaş meyve ile yâhud
kuru meyve ile yâhud zemzemle yâhud su ile etmek me’sûrdur. Hayatü’l-Kulûb’de
“men sâme seb’a Ramadâne harramallhu cesedehû ‘ale’n-nîrân” yani “her kim yedi
Ramazan oruç tutarsa, vücûdu cehenneme harâm olur” buyrulmuşdur. Yesserallahu
lenâ ve’l-cemîa’l mü’minîne ve’l-mü’minât.
Beşinci Fasıl Hac Beyânındadır.
Altıncı Fasıl Îmânın Şubeleri Beyânındadır.
Hadîs-i şerîfde îmânın şubeleri hakkında yetmiş yedi olduğu beyân olunmuşdur. Nitekim “el îmân bıd’un ve seb’ûne şu’uben ednâhâ imatati’l-ezâi ‘ani’t-tarîk ve a’lâhâ kelimetün lâ ilâhe illallah” yani “îmân yetmiş yedi şubedir, ednâsı ezâyı kaldırmak, a’lâsı lâ ilâhe illallah kelimesini söylemekdir”. Malûm ola ki cehennemin yedi olması kebâirin yedi a’zâdan sudûru itibarıyledir. Derekelerinin yetmiş olması, îmânın şubeleri mukabilindedir. Îmânın şubelerini işleyip yedi a’zâsını muhâfaza edenler, yedi cehennemin yetmiş derekesinden kurtulmuş olurlar. Cennetin sekiz olması, sıfat-ı zâtiyyeyi ikrâr eden mümin-i muvahhidin tevhîdine mukâbildir. Esmâ-i husnânın yüz olması derecât-ı cennetin yüz olmasını hikmeten iktizâ ederek yüz esma-i husnâyı, sekiz sıfat-ı zatiyyeyi ikrâr eden ehl-i tevhîde sekiz cennetin yüz derecesi ihsân ve i’tâ buyrulur. Ve yüz esma-i husnâyı inkâr eden küffâra, yüz türlü azâb olunup, hadîs-i şerifde “yüsallitullahu ‘ale’l-kafiri miete tenînen” yani “kâfire kabrinde yüz aded yılan musallat olup azâb eder”. El-iyazu billah. Bu mikdar, esma-i husnâ adedine mukâbil inkârı sebebiyle hâsıldır. Kezâlik cennetin nimetleri ibâdet ve ahlâk-ı hasene mukâbiliyledir. Bu sebebden mü’minin dünyâda heyyin ve leyyin yani hilm ve tevazu olmakla ahiretde de, esteîzübillah, “ve libasihim fîhâ harîr” yani ehl-i cennet elbiseleri sıfatları gibi harîrdir yani ipekdir. Kâfirin ahlâk-ı zemîmesi sebebiyle dünyâda zulumât-ı küfriyye ile mazarrat-ı ahlâkı herkese sârî olduğu gibi, âhiretde elbisesi katrandır. Kezâlik cennetdeki dört nehir, sudan, sütden, baldan, şarabdandır. Dünyâda ilm, amel, ahlak, aşkullah ile tahsîl olunur. Derecâtın âlî olması dünyâda ulvî olan rûhânî ahlâklar mukâbilidir. Hûriler, nüfûs-i sâfiyye sûretleridir. Gılmanlar, ervâh-ı kudsiyye sûretleridir. Yetmiş kat elbise, yetmiş kat îmân şubesi mukâbilidir. Meyvelerin tekrar yerinden bitmesi ve devamı, sehâvet ve devâm-ı zevk-i tâat mukâbilidir. Cehennemdeki azâblar dünyadaki kötü ahlaklar mukabilidir, zincirler, kalbin isyâna tuğyâna taalluku sûretidir. Akrebler, lisânla ezâ, yılan nemîme, kizb, bühtân sûretleridir.Yedinci Fasıl Günahların Aksâmı Beyânındadır.
ÜÇÜNCÜ BÂB : AHLÂK BEYÂNINDADIR
Birinci Fasıl Ahlâkın Menşei Beyânındadır.
İkinci Fasıl Ahlâk-ı Hasene Beyânındadır.
Üçüncü Fasıl Ahlâk-ı Zemîme Beyânındadır.
Beşinci Fasıl Zevcenin Zevcde Hukûku Beyânındadır
Hâce-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşdur ki "men cerret ‘alâ sûi hulki zevcihâ a'tâhullahe misle sevâbi asiye" Yani hangi hatun zevcinin kötü ahlâkına sabrederse Hazret-i Asiye sevâbına nâil olur. Kur'ân-ı Kerîm'de âdâb-ı muâşereti talîm husûsunda esteîzübillah "ve âşirûhünne bi’l-ma’rûf" buyrulmuşdur. Yani kadınlarla iyilikle muâşeret edin demekdir. İmdi zevcenin zevcde hakkı otuza bâliğ olur. Diyâneti talîm etmek, rıfk ve hilm ile muhabbet ve ülfet eylemek, güzel ahlâkla muâmele eylemek, ehline selâm verip tatyîb-i hâtır eylemek, umur-ı beytiyyesinde yardım eylemek, libâsını ve taâmını ve sekenini temîn eylemek, dünya umûrundaki kusûrunu affeylemek, kötü ahlâklarına sabretmek, gadaplandığı vakit sükût ile mukâbele eylemek, ve ehline son derece muhabbet izhâr eylemek, umur-ı beytiyye husûsunda müşâvere eylemek, mekr ve hîlesinden hazer eylemek. Zîrâ Âdem aleyhisselam Havva'nın davetiyle isyâna düşmüşsür. Ayıbını setretmek, latîfe edip mel’abe eylemek, setr ile emr, ziynetle evinin hâricine alışdırmamak, yazı öğretmek, ehlinden izinsiz sefere gitmemek, bedduâ etmemek, huzurunda mahzûniyyetini îcâb eden şeyi söylememek. Farz, vâcib, müstehab olan umûr-ı dîniyyeyi talîm edip bidatlardan muhâfaza eylemek, zevcenin zevcde hukuk-ı dîniyye ve dünyeviyyesidir. Hadîsde "evvelü mâ yüs’elü anhü’l-abdü’s-salâh sümme li zevcih" buyrulmuşdur. Yani kişinin evvel-i suâli olan namazdan sonra zevce hukûkundan suâl olunsa gerekdir.
Altıncı Fasıl Zevcin Zevcede Hukûku Beyânındadır
Hadîs-i şerîfde “Men sabere ‘alâ sûi halki zevcihâ a’tâhullahu mine’l-ecri mâ a’tâ eyyûb aleyhisselam” yani her kim hareminin sû-i ahlâkına sabrederse Eyyûb aleyhisselâma verilen sevâb gibi bir sevâba nâil olur demekdir. Zevcin zevcede hukûku yirmiye bâliğ olur. Zevcine kıyâm ile takti’ eylemek, ihtirâm ile istikbâl eylemek, zevcin libâsını eliyle çıkarmak, zevcinden izinsiz bir yere gitmemekdir. Zevci her ne vakit emrederse nefsini teslîm etmekdir. Zevcin firaşından firâr etmemekdir. Zevce her emrde mutî’ olup karşılık vermemekdir. Zevcin taâmını, şarâbını, kandilini, döşeğini hazırlamakdır. Abdest ve gusülde su ve peşkir tutmakdır. Zevcinden izinsiz nâfile oruç tutmamakdır. Zevcine malıyla cemaliyle tefâhür edip övünmemekdir. Zevcini kisve ve nafaka husûsunda zarûrete sevk etmemekdir. Zevcinden ziyâde bağırmamak, zevcine namaz akabinde duâ eylemekdir. Zevcine mahsûs olarak temizlenip süslenmekdir. Zevcinin malını, ırzını dâimâ muhâfaza eylemekdir, izinsiz malını sarf eylememekdir. Zevcinden başka nâmahreme görünmemekdir. Zevce zevcinden talak isteyip beni boşa demek günahdır. Hadîs-i şerîfde “eyyemâ imrâetü seelet zevcehe’t-talaku min gayrı mâ be’s fe harâmun aleyhâ râyihatü’l-cenneh” yani hangi kadın ehlinden talak isterse cennet kokusu ona harâm olur buyurulmuşdur. “veylün li’n-nisâi mine’r-ricâli ve veylün li’r-ricâli mine’n-nisâ” yani çok çok kadınlar bu hukûku muhafaza etmeyip zevcleri yüzünden azâb olsa gerekdir, çok erkekler de haremlerinin hukûkunu riâyet etmemek sebebiyle azâba lâyık olsa gerekdir. Hafizanallahuteâlâ.
İkinci Fasıl Telkîn-i Tarîkat ve Telkînin Umûmî ve Husûsîsi Beyânındadır.
Hazret-i Fahr-i kâinât ‘aleyhi efdalü’t-tahiyyât Mekke-i Mükerreme'de tevhîd-i şerîfi telkîn buyurdular. Hattâ "ümirtü en ükatile’n-nâse hattâ yekûlû lâ ilâhe illallah" Yani “lâ ilâhe illallah diye ikrâr-ı vahdâniyyet edinceye kadar nâs ile mukâteleye emrolundum” buyurup küfür ve şirk-i celîden tevhîd-i celîye davetle telkîn buyurduklarını ifâde eder. Bu tevhîdi kabûl edenler şirk-i celîden kurtulup îmân-ı celî sâhibi oldular. Medîne-i Münevvere’ye hicret buyurdukdan sonra emr-i ilâhî ile Allahu Azîmü’ş-Şân'ın Cibrîl-i Emîn’e telkîn buyurduğu tevhîd-i hâssı yani mâye-i tarîkatle olan tevhîdi, Habîbine gönderdi. Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz işbu tevhîdi hâssı tekrâr telkîn buyurmaya başladıkda bazı kimselerin evvelce bu tevhîdi kabûl etdikleri ve tekrarından hikmeti suâllerinde, esteîzübillah, “Yâ eyyühellezîne âmenû âminû” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Yani “Ey Mekke'de îmân edenler! Medîne'de de îmânı kabûl ediniz. Zîrâ Mekke'deki tevhîd, şirk-i celîden, tevhîd-i celîye davet, Medîne'deki şirk-i hafîden tevhîd-i kalbîye davetdir”. Şirk üç olduğu gibi yani şirk-i celî, şirk-i hafî, şirk-i ahfâ, tevhid de üçdür, tevhîd-i celî, tevhîd-i hafî, tevhîd-i ahfâ. Tevhîd-i celî, lisân ile tevhîddir, şerîatdir. Tevhîd-i hafî, kalb ile tevhîddir. Tevhîd-i ahfâ rûh ile tevhîddir. Mertebe-i şirk merâtib-i tevhîdsiz affolunmaz. Esteîzübillah, “inallahe lâ yağfiru en yüşrak” âyetinde beyân olunmuşdur.
Telkîn-i umûmî : Risâletmeâb Efendimiz Hazretleri umûm ashâb-ı kirâmı Mescid-i Saâdet-i mevrudlarında bir gün hitâb-ı hidâyetmeâb-ı Muhammediyyeleriyle buyurdular ki, “içinizde ecnebi var mıdır?”, “ yokdur yâ Resûlallah” dediler. “Kapıları kapatınız” buyurdular. Kapatdılar. “Gözünüzü yumun” buyurdu, yumdular. ”Üç kerre lâ ilâhe illallah diyeyim siz de deyiniz” buyurdular. Ashâb-ı kirâm da tenbîh-i nebeviyyeleri üzere gözlerini yumup üç kerre lâ ilâhe illallah dediler. Bade buyurdular ki, “Beşâret ederim, Cenâb-ı Allah her günahınızı afv buyurdu” dediler. Telkîn-i umûmî oldu.
Telkîn-i husûsî : Sıddîk-i A’zam ile Aliyye’l-Mürtezâ radiyallahü anhumâya vâki’ oldu. Sıddîk-ı A’zam’a gâr-ı şerîfde el ele diz dize sırran telkîn buyurdular. Aliyye’l-Mürtezâ'ya kezâlik cehren telkîn buyurdular. Bu iki ser-çeşme-i evliyâdan mâye-i tarîkat müteselsilen geldi. Cümle tarîkatler nisbet-i Muhammediyye'nin bu iki şubesinden peydâ oldu. Telkîn-i husûsî ile teselsül eden silsile-i tarîkat sâhiblerinin her birinin asırlarında tarîkat-i aliyyeye hizmetleri kadr ü şöhretleri dağılıp isimleri kaldı. Bedevî, Şazelî, Kâdirî, Rufâî, Sadî, Halvetî, Nakşî, Mevlevî, Bayrâmî, Sümbülî, Bektâşî, Celvetî, Sinânî, Uşşâkî, Karabâşî, Gülşenî ve sâir şubeler gibi bir nisbet, binbir cihetden zuhûr ederek güneşin menzilleri burçları gibi pîrân şems-i nisbet-i Muhammediyyenin burçları makâmında oldular ve her bir tarîk teceddüd eyledi. Kamillerin hizmetiyle şubeler kollar peydâ oldu. Cümle tarîkatin sırrı nûru birdir, evrâdı ezkârı ile zikri ayrıdır. Esteîzübilllah “innellezîne yubayiûneke innemâ yubayiûnallah" âyet-i kerîmesi nâzil olduğu vakit, erkekler bîat etdiler, kadınlar da bîat için gelince "lâ yemessü yedî yedi imraa, benim elim kadın eline messetmez” buyurup mübârek ellerini bir su içine sokdular, kadınlara gönderdiler. Kadınlar da o suya ellerini sokdular, yüzlerine sürdüler, şeref-i bîate nâil oldular. Esteîzübillah, ”yubâiûneke” âyet-i kerîmesinde beyân olunmuşdur. Onun için kadınların tarîkata girmeleri bu sûretle olur. Mürşidiyle el ele diz dize açık saçık oturmak haramdır. Câhil şeyhlerin, şerîatden bî-haber ehl-i bidatlerin eliyâzubillah idlâlleridir. Kadınların elleriyle yüzleri yalnız namaz için nâmahrem değil, başka her yerde nâmahremdir.
Üçüncü Fasıl Zikrullahın Fazîleti Beyânındadır.
Elli dört farzın evvelkisi zikrullahdır. Zikrullahı iksâr eylemek îmân-ı kâmil alâmeti olduğunu ”li külli şey’in alem, alemü’l-îmân zikrullah” hadîs-i şerîfi tasrih buyurmakdadır. Yani her şeyin alâmeti vardır, îmânın alâmeti de zikrullahdır. Ve zikrullahdan gıdâ-yı rûhânî ile müstefîd olmayanların münâfık sıfatlı olduğu da, esteîzübillah, "velâ yezkürûnallahe illâ kalîlâ" âyet-i kerîmesinde münâfıkların sıfatları ta’dâd edilerek hud’a eylemek, namaza kesâletle kıyam eylemek, Allahu Azîm’i zikretmemek gibi ahvâl, alâmât-i nifâk olduğu tasrîh buyurulmuşdur. Bir hadîs-i şerîfde hâce-i âlem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki, “Size amellerin efdali ve ibâdetlerin ekmelini delâlet edeyim mi?”, “Et yâ Resûlallah” dediklerinde, “Efdal-i a’mâl zikrullahdır” buyurmuşlardır. Zikrullahın fazîleti işte şunlar ile sâbitdir. Esteîzübillah, “vezkürullahe kesîran le’alleküm tuflihûn" yani “Allahu Azîmü’ş-Şân'ı çok zikrediniz, felah bulursunuz”. Esteîzübillah, “ve le zikrullahi ekber”, yani “Allahu Azîmü’ş-Şân’ın zikri ekberdir”. Esteîzübillah, “fezkürûnî ezkurküm veşkürûlî velâ tekfürûn”. Yani “Beni zikrederseniz ben de sizi zikrederim”. Esteîzübillah, "ellezîne yezkürûnallahe kıyâmen ve ku’ûden ve ‘alâ cünûbihim", yani makâm-ı senâda “Allahu Azîmü’ş-Şân’ı herhalde zikrediniz”. Hadîs-i şerîfde "zikrullah cilâü’l-kulûb" vârid olmuşdur. Yani zikrullah kalbin cilâsı, rûhun gıdâsıdır. Diğer hadîs-i şerîfde "zikrullah fi’l-gâfile ke’ş şecerati’l-hadrâ beynel hesîm" vârid olmuşdur. Yani “Allahu Azîmü’ş-Şân'ı kâfirler içinde zikreden kurumuş otlar içinde yeşil ağaç gibidir”.
Dördüncü Fasıl Mürşid-i Kâmilin Alâmeti ve Mürîdin Vazîfesi Beyânındadır.
Maraz-ı cismânîde tabîb-i cismânî lâzım olduğu gibi, maraz-ı rûhaniyyede de kalb, rûh maraz ve hicâblarını izâle için de tabîb-i rûhânî olan mürşid-i kâmil lâzımdır. İlm-i zâhir muallimsiz öğrenilemediği gibi, ilm-i bâtın olan ilm-i sülûk, ilm-i tecellî, ilm-i merâtib-i rûhaniyyet, ilm-i merâtibi nüfûs, ilm-i merâtibi esrâr, velâyet, ilm-i merâtib-i esrâr-ı verâset için bir mürşid-i râh-ı hidâyet lâzımdır. Delilsiz gözle görünen yol bulunamadığı gibi mürşidsiz râh-i melekûtî, ceberûtî yolları bulunamaz. Fakat mürşid iki kısımdıri bir mürşid-i taklîdî, bir mürşid-i hakîkî. Mürşid-i taklîdî, kalp para gibi sûretde mürşide benzer, hakîkatde mürîd bile olamamışdır. Da’vâ-yı irşâdda bulunması zulüm olup, zâlim hidâyetden mahrûmdur. Mürşid-i taklîdînin alâmeti, itikâdı ehl-i sünnete uymaz, ameli imâm-ı a’zama benzemez, sülûkü, etvârı, etvâr-ı rûhânî, merâtib-i tecelliyâtı üzere kat’-ı merâtib etmeyip söze kanâat edendir. Bu gibilere teslîm olmak, mâyesini kutta’-i turuka teslim etmek gibidir. Mürşid-i hakîkî, kimyâ ve iksîr gibidir ki bakır gibi gönülleri altın gibi mutahhir, zulmetli rûhları güneş gibi münevver eder. Alâmeti : İtikâdı, itikâd-ı ehli sünnet olarak olur, ameli imâm-ı a’zam ameli üzere bulunur. Sülûkü merâtib-i ehl-i velânın sülûkü üzere bulunup, nâsûtiyyetini lâhûtiyyetde ifnâ, lâhûtiyeytini nâsûtiyyetde ibkâ edip irşâda memûr ola. Hâli rûhânî ola, esrâr-ı rüyâya vâkıf ola, sâhib-i keşif ola, isr-i Resûlullah'a tâbi ola, mütesellî-i münşerih ola, mütevâzi, mütehallik bi-ahlâkullah ola, ârif-i Hakk, ibâdete müdâvim, bidatlerden ârî, sâhib-i takvâ ola. İki kandil ile yürüye, zâhirde şerîat, bâtında tarîkat. Nur-ı câmi', sâhib-i hakîkat ola, basarı hikmet, nazarı ibret, sükûtu halvet, hareketi hizmet, kalbi kurbet, rûhu vahdet, sırrı vuslat-ı Hakk, ahfâsı fenâ-i ehadiyetde dâim ola. Bu gibi vücûdu iksîr mürşid-i kâmile teslîm olup silsile-i tarîkat-i aliyyeye dâhil âşinâ-i evliyâya nâil olan kimse mürîd-i hakîkîdir. Bedenen, mâlen ve cânen teslîm olup gâyet tazîm ile takarrub eyleye. Mürşidine hüsn-i zann ede, emânetini muhâfaza ede, mürşidi imtihân etmeye, itirâz etmeye. Zîrâ bunlar sıfat-ı şeytâniyyedir. Kemâl-i râbıta ile fenâfişşeyh makâmına ere. Fenâfilpîr makâmı, fenâfirresûl makâmına, fenâfillah makâmına urûca, vesîle-i vuslat ittihâzıyla râbıta ede. Yani şeyhine muhabbet ve rabt-ı kalb ede. Zîrâ kalbi hubb-ı dünyâ ile doldurmakdan, insân-ı kâmil muhabbetiyle doldurmak, vesîle-i kurbet-i Hudâ, rızâ-yı Mevlâ’dır.
Beşinci Fasıl Sülûk Beyânındadır.
Ey Azîz, merâtib-i sülûk bi-hasebi'l-hakîka on sekizdir. İlm-i âfâk on
sekiz bin olduğu gibi, ilm-i enfüs de on sekiz bindir. On sekiz mertebede biner
hicâbdan hurûc, aslu’l-usûle urûc, on sekiz bin âlemin mertebe-i enfüsîsini
tekmîl etmedikçe sülûk tekmîl olmaz. Bu on sekiz mertebenin yedisi merâtib-i
nüfûsdur, beşi merâtib-i ervâhdır, altısı merâtib-i sırdandır. İşbu on
sekiz mertebe mertebe-i sülûk, bir bahr-i hakîkatdir ki bin bir tarîk,
hakîkatde bu bahr-i hakîkate cârî birer nehirdir. Nehirler deryâya akdıkdan
sonra Seyhun, Ceyhun, Nil, Fırat isimlerinden çıkıp da deryâda mahv oldukları
gibi bahr-i hakîkatde cemî’ evliyâullah ismi resmi mahv ede, deryâ-yı vahdetde
seyrân ede. Beytullah'ın aktâr-ı erba’asından gelen yollar ileri olup huzûr-ı
Beytullah'da isbât-ı vahdet etdikleri gibi, huzûr-ı harem-i
zâtullahda cemî evliyâullah, mehbût ve müstağrak-i deryâ-yı azamet ve ceberûtdurlar.
Etvâr-ı nefs tezkiye ve tasfiye içindir. Etvâr-ı rûhânî tahliye, tecliye içindir. Etvâr-ı sır verâset-i nûr-ı irşâda mazhariyyet içindir. Merâtib-i nüfûsda emmârelik, levvâmelik, mülhimelik, mutmainnelik, râdiyelik, mardiyelik sâfiyelik sıfatları nûrları tecellîlerini gördükden sonra etvâr-ı rûhâniyyede rûh-ı seyrânî, ruh-ı revânî, ruh-ı sultânî, ruh-ı kudsî, ruh-ı izâfî merâtib-i tecelliyâtı müşâhede olunur. Bade verâset-i âdemiyye, verâset-i ibrâhimiyye, verâset-i mûseviyye, verâset-i hârûniyy, verâset-i îseviyye, verâset-i Muhammediyye aleyhümüsselâm tecellîleri esrâr-ı misâliyyesi zuhûr edip verâset-i hakîkî olarak memûr-ı irşâd olunur ki “el- ulemâi veresetü’l-enbiyâ” bi-hasibel hakîka mertebenin hassıdır. Allahu Azîmü’ş-Şân cümlemizi hicâb-ı nüfûsdan, estâr-i rûhâniyyeden âzâde edip cemâl-i hazretine vâsıl, kemâl-i vahdetine nâil, sâha-i rızâ-yı ilâhiyyesine dâhil eyleye. Âmîn.
İmdi tâlib-i tarîkat olanlara nâçizane yüz istiğfâr, yüz salavât, yüz lâ ilâhe illallah evrâd-ı şerîfine yevmiye devâm etmek üzere tarîkat-i aliyye-yi nakşiyye-i bahâiyye ve halvetiyye-i uşşâkiyyeden ve min küllü’t-tarîk âşık olanlara, tarîkatim yok demeyecek kadar zikir, akşamında işbu fakîr Şeyh Sâmî’ye ve silsile-yi pîrana Fâtiha okumak şartıyla izin vermişimdir. Ve teudd’ül-irşâd ilâ tarîku’ş-şidâd.
Cuma gününün namazı : Nafi ibni Ömer'den o dahi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivâyet eder, her kim cuma günü cuma namazından evvel dört rekat namaz kılar her rekatında bir Fâtiha ve elli kulhüvallah okursa ölmeden evvel cennetdeki makâmını görür. Her kim cuma günü duhâ vakti iki rekat namaz kılsa iki yüz günahı affolur, iki yüz derece verilir. Dört rekat kılsa cennetden dört yüz derece verilir. Sekiz rekat kılsa sekiz yüz derece verilir, cümle günahı mağfiret olur. On iki rekat kılsa bin iki yüz günahı bağışlanır, bin iki yüz derece verilir.
Cuma gecesinin namazı : Akşam ile yatsı arasında on iki rekat namaz kılsa her rekatda bir Fâtiha, on bir kulhüvallahü ehad okusa, on iki bin sene ibâdet etmiş, gündüz oruç, gece kâim durmuş gibi sevâba nâil olur.
Cumartesi günü namazı : Her kim cumartesi günü dört
rekat namaz kılsa, her rekatında bir Fâtiha üç İhlâs okusa, namazdan fâriğ
oldukda bir Ayete’l- Kürsî okusa, her harfine bir senelik ibâdet sevâbı verilir,
hacc etmiş gibi mertebeye nâil olur, şehîd sevâbına nâil olur, kıyâmetde enbiyâ
ve evliyâ ile beraber arş-ı a’lâ gölgesinde gölgelenir.
Cumartesi gecesinin namazı : Akşam yatsı arasında on iki rekat namaz kılsa her ne okursa okusun cennetde bir köşk binâ olunur, günahları mağfiret olunur, her mü’min ve mü’mineye tasadduk etmiş gibi sevâba nâil olur.
Pazar gününün namazı : Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den Ebû Hureyre rivâyet eder ki, her kim pazar günü dört rekat namaz kılsa, her rekatında bir Fâtiha bir Âmenerresulü okusa her harfine cennetde bir köşk verilir, bir hac bir umre sevâbına nâil olur, bin rekat namaz kılmış gibi derece kazanır, dünyada olan nasrânî, yahûdîler adedince sevâba nâil olur.
Pazar gecesinin namazı : Her gece yirmi rekat namaz kılsa, her rekatında elli kere İhlâs ve bir kere muavezzeteyn okusa, namazdan sonra yüz istiğfâr, yüz salât getirse, kıyâmet gününde mağfûr olanlarla dirilir, cennete bilâ-hisâb velâ-kitâb dâhil, dünyadaki insanların adedi kadar sevâba nâil olur.
Pazartesi gününün namazı : Sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden Enes ibni Mâlik rivâyet eder ki, her kim pazartesi günü on iki rekat namaz kılsa, her rekatında bir Fâtiha bir Âyete’l-Kürsî okusa, namazdan sonra da on iki kere istiğfâr getirse, kıyâmet gününde bir melâike fülan ibni fülan nerededir gelsin ecrini Allahu Azîmü’ş-Şân'dan alsın diye nidâ eder, hulle ve tâc ile ve meleklerin istikbâli ile cennetlere istikbâl olunur, nûrdan bin köşk verilir.
Pazartesi gecesinin namazı : Her kim pazartesi gecesi
dört rekat namaz kılsa, evvelki rekatta bir Fâtiha yirmi İhlâs, ikinci rekatda
bir Fâtiha otuz İhlâs, üçüncü rekatda bir Fâtiha kırk İhlâs, dördüncü rekatda
bir Fâtiha elli İhlâs okusa, buna hâcet namazı denir, dünyevî ve uhrevî her
matlûbuna nâil olur.
Salı günü namazı : Sallallahu aleyhi ve sellem'den Enes ibni Mâlik rivâyet eder ki, her kim salı günü kuşluk vakti on rekat namaz kılsa, her rekatda bir Fâtiha, bir Âyete’l-Kürsî, üç İhlâs okusa, yetmiş gün günahı yazılmaz, yetmiş senelik günahı affolunur, yetmiş günün içinde ölürse şehîd rütbesine nâil olur.
Salı gecesinin namazı : Sallallahu aleyhi ve sellem'den Ömer radıyallahu anh rivâyet eder ki, her kim salı gecesi iki rekat namaz kılsa, her rekatda bir Fâtiha yedi innâ enzelnâ yedi kulhüvallah okusa vücûdu cehennemden âzâd olmuş olur.
Çarşamba gününün namazı : Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den Muaz ibni Cebel rivâyet eder ki, her kim çarşamba günü on iki rekat namaz kılsa her rekatında bir Fâtiha bir Âyete’l-Kürsî, üç İhlâs, üç de muavvezeteyn okusa yâhud her rekatda bir izâ zülzilet, üç İhlâs okusa gelmiş geçmiş günahları affolunur, kabir azâbından emîn olur, arş-ı a’lâda bir münâdî nidâ edip onu müjdeler.
Çarşamba gecesi namazı : Sallallahu aleyhi vesellem’den Hazreti Fâtıma radıyallahu anhâ rivâyet eder ki, her kim Çarşamba gecesi iki rekat namaz kılsa, evvelki rekatda bir İhlas, on kul eûzübirabbilfelak, ikinci rekatda bir İhlas, on kul eûzübirabbinnâs okusa, selâmdan sonra on salât on istiğfâr getirse, her semâdan yetmiş bin melâike kıyâmete kadar sevâbını yazarlar.
Perşembe günü namazı : Sallallahu aleyhi ve sellem’den ibni Abbâs rivayet eder ki, her kim Perşembe günü öğle ile ikindi arasında iki rekat namaz kılsa, her rekatında bir Fâtiha kırk İhlâs okusa, Beytullah’ı hacc edenlerin sevâbına nâil olurlar, Receb, Şabân, Ramazân’ı tutmuş gibi sevâba erişir.
Perşembe gecesi namazı : Ebû Hureyre rivâyet eder ki,
her kim Perşembe gecesi akşamla yatsı arasında iki rekat namaz kılsa, her
rekatında bir Fâtiha beş İhlâs beş muavvezeteyn okusa peder ve vâlidesine
gönderse hukûkunu edâ etmiş olur ve sıddîkîn ve şüheda sevâbına nâil olur.