7 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Dilleriyle Allah'ı tevhîd etmek devletine erişen, gönülleriyle Allah'ın varlığını ve birliğini tasdîk etmek lutfuna yetişen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık, mağfiret-i ilâhiyyeye nâil, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb-ı kerâmete mâlik olan mü'minler, âşık-ı sâdıklar!
İki cihân serveri, ins ü cin peygamberi Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, bir hadîs-i şerîfinde "Küllüküm râ'in ve küllüküm mesûlün bi ra'iyyetihî, hepiniz bir çobansınız, her çoban kendi sürüsünden mesûldür" buyuruyor. Okumuş olduğum âyete bu hadîs-i şerîf mutâbıkdır. Âyetin de manâsı, denizlerden bir katre, şemsden bir zerre olmak üzere, "Ey mü'minler! Nefislerinizi ve ehillerinizi yani ehilden murâd hâne efrâdını, âilenizi, evlâd u ıyâlinizi, nafakaları üzerinize vâcib olan kişilerin, ki sizin ehlinizdir onlar, onları ve nefislerinizi cehennem ateşinden koruyunuz" diyor okuduğum âyet-i kerîmede.
Demek ki bir kimsenin, bir mü'minin, üç vazîfesi var. Bir vazîfesi, kendini çekip çevirmek. Yani Allah'ın kitâbına ferdî olarak sarılmak, Allah'ın emirlerini başına sertâc etmek, nehiylerinden kaçınmak. Tabii evvelâ Allah'a inanmak ve inanmaya dâir gelen umdeleri, maddeleri, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk. Ondan sonra ikinci vazîfesi, kendi efrâd-ı âilesine karşı olan vazîfeleri. Dînî husûsda bu. Üçüncüsü, halka karşı vazîfeleri. Üç bölüm oluyor.
O kadar şumullü bir âyet ki bu okuduğum âyet-i kerîme : "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا yâ eyyühellezîne âmenû kû enfüseküm ve ehlîkum nârâ, nefsinizi ve ehlinizi cehennem ateşinden koruyunuz". O cehennem ki, " عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ 'aleyhâ melâiketün gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ yu’merûne", yani o cehennemde bir takım gılâz ve şidâd, şiddetli ve galîz, korkunç yüzlü, azâba müekkel olan melâike vardır ki, bunlar katiyyen Allah'a isyân etmezler, Allah'dan ne emir alırlarsa onları yerine getirirler. Bunlara teslîm olunursun diyor, bu melâikeye.
Burada bir incelik var gene. A'mâl-i sâliha icrâ etmek için, helâl lokma yemek lâzımdır evvelâ. Helâl lokma yiyemezse bir adam, a'mâl-i sâliha icrâ edemez. "كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ külû mine't-tayyibâti va'melû sâlihâ", Kur`ân-ı Kerîm'de. Tayyibât yiyecek, temiz yiyecek ki, a'mâl-i sâliha icrâ etsin. Zâten haram yiyip de namaz kılarsa, ibâdet ederse, namazının ve ibâdetinin lezzetini duymaz, zevk almaz ibâdetinden. İbâdeti angarya gibi yapar, "Aman şunu atayım üzerimden, şu bitsin, kılayım şu kalksın" filan diye. Eğer tayyibât yerse, tâhir yerse, temiz yerse, helâlından yerse yani, o vakit ibâdetden lezzet alır. İbâdetden çıkmak istemez. Zâhire haramla yapılan ibâdetdeki can sıkıntısı, ibâdetden kurtulma sevdâsı, ibâdeti angarya gibi görmenin sebeb-i illeti, zannedersin ki o ferd içindir. Hayır! Melekler onun yüzüne vururlar, maneviyyatda. Huzûrdan atarlar yani. Onun için evveliemirde yapılacak olan iş, helâl lokma ile başlanacak. Helâl lokma olmayınca, ibâdetin zevki olamaz. Alın teri, bilek kuvveti, vicdanın hamiyyeti, helâlından kazanacaksın ve Allah'ın helâl kıldığı şeyleri yiyeceksin.
Bir çok insan var ki helâlından kazanıyor, helâlından kazandığı o alınterini, götürüp içkiye, fışkıya veriyor, kötü yerlere veriyor yani ki ne yapıyor, kendi parasıyla, çalışmasıyla, sa'y u gayretiyle cehennemi satınalmakdadır, ateşi satınalmakdadır yani. Onun için mü'minlere lâyık olan, Allah'ın emirlerine yapışmalı, nehiylerinden kaçınmalıdır. Ve Allah'ın emirlerini seve seve yapmalıdır. Helâlından kazandığın rızkını böyle götürüp, cehennem ateşi almaya kalkma, cennetin derecâtını satınal.
Şimdi, Cenâb-ı Allah diyor ki, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا yâ eyyühellezîne âmenû kû enfüseküm ve ehlîkum nârâ". Evvelâ nefsinizi ateşden koruyunuz. Nedir? Sen Allah'a yönel. Kulluk vazîfelerini yap. "Efendim, benim kalbim temiz, vücûdum semiz, sen bakma benim böyle olduğuma, kalbim öyle temizdir ki, namaz kılanların kalbi çıfıt çarşısıdır" diye söyleyenler, bunlar Allah'ın hasmıdırlar. Yani Allah'ın düşmanıdırlar, böyle konuşanlar. İnsanlara düşen vazâif, ibâdet ve tâatda kendisini muhâtabından dûn görmekdir, yüce görmek değildir, yüksek görmek değildir. Her kim ki muhâtabından kendisini yüce gördü, o kimse şeytan oldu. Onun için yapıyorsan böyle bir suç filan kendi kendini tesellî etmeye kalkma. "O namaz kılıyor, onun kalbi çıfıt çarşısı" demeye kalkma, "Yâ Rabbi, bana da namaz kıldır da benim kalbim çıfıt çarşısı olmasın" de. Temiz bir namaz kıl. Temiz bir ibâdetde bulun. Temiz bir kullukda bulun yani.
Şimdi geçiyoruz dersimize.
"Ey îmân edenler!" Bak, Allah'ın hitâbına bakın! Dikkat buyurunuz müslümanlar! Bu hitâb bize, Niko'ya, Yanko'ya değil. "Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn" olsa, Niko'ya, Yanko'ya, Avram'a, Garabet'e. Ama bak dikkat buyur, "Yâ eyyühellezîne âmenû". Bu sözü söyleyen ben değilim. Âlimler de değil. Resûlullah da değil, sallallahu aleyhi vesellem. Allah söylüyor. Yerin göğün sâhibi, mâliki olan Allah Habîbi Muhammed ağzıyla, fem-i saâdet-i Muhammediyye ile, mü'minlere teblîğ etdiriyor Cenâb-ı Hakk. Ve Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın ağzından kendisi konuşuyor.
"Yâ eyyühellezîne âmenû, ey îmân edenler!". Sana bana söylüyor yani. "Kû, koru, vikâye et!". "Enfüseküm, nefsilerinizi". "Ve ehlîküm, ve ehillerinizi". Nereden? "Nârâ, cehennem ateşinden". Haram yedirirsen çocuğuna, oradan alacağız işi, o çocuk âsî olacakdır. Muhakkak sûretde haram yiyen kimsenin çocuğu âsî olur. Meğer ki Leyle-i Kadir'de, dünyâya gele. Yâhud Allah sevgilisi bir veliyyullahın nazarına uğraya. Çünkü ehlullah bir nazarda hâki kimyâ eder. Yani toprağı kimyâ eder bir nazarla. Bir veliyyullahın nazarına uğraya. Yâhud bir vakt-i ebrekede yani mübârek bir vakitde dünyâya gele. Veyâhud mübârek bir vakitde ana rahmine düşe. Allah'ın rahmetinin tecellî etdiği, taşdığı günler vardır. Allah'ın öyle günleri vardır ki, öyle geceleri vardır ki, rahmet-i ilâhiyye taşar, taşar ve Allah kullarından affetmeye kul arar yani böyle. "Yok mu bana müracaat eden, affedeyim" der Cenâb-ı Allah.
Kulun ne kadar günahı olursa olsun, Allah'ın rahmetinden daha ileri olmaz. Ümîdini kesme katiyyen ve kâtıbeten. Şeytan bile ümîd kesmiyor Allah'ın rahmetinden. Hakk Teâlâ, cemâl sıfatını takındı mı Şeytan bile oynarmış yani, "Rabbim beni de affeder" diye İblîs. Onun için katiyyen doğru değildir Allah'ın rahmetinden ümîd kesmek. Dâimâ Allah'ın rahmetini ümîd edeceksin, fakat azâbından korkacaksın. Cennete ilk girecek benim diye hatırına getireceksin, cehennemden en son çıkacak olan gene benim diyeceksin, böyle hatırına getireceksin. Senin anlayacağın yani. Acaba anlatabildim mi? Beyne'l-havfi ve'r-recâ, Hakk'ın celâlinden korkacaksın, cemâlini ümîd edeceksin. O arada olacaksın.
Bu hitâb, sana ve bana, "Yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbı. Allah Resûlünün dilinden Allah konuşmuş. Ve O'na vâris olan velîlerin dilinden, Hakk Teâlâ konuşmuş. Sana diyor, "Kû enfüseküm ve ehlîküm nârâ, nefsinizi ve ehlinizi nâr-ı cahîmden koruyunuz".
Bir kaç yönü var bunun. Bir kaç yönünü söyleyeceğim, Allah ecelden aman verirse.
Şimdi, bir defa, helâl lokma ile belindeki tohumunu hazırlayacaksın. Mebde-i hayât olan belindeki tohumunu helâl lokma ile hazırlayacaksın. Evlenmemişlere söylüyorum. Evlenenlere bu âyetden ayrı hisse var. İki. Bir tarla alacağın vakitde, tarlanın sulak olması verimli olması ve temiz bir yerde olmasını istiyorsun. Bataklık gibi kötü bir yerde istemez kimse tarla almak. Senin zürriyyetin kıyâmet gününe kadar oradan zuhûr edeceği için, sütü sümüğü temiz, iyi bir âilenin iffetli ve ırzlı dindar bir kızını alacaksın. Bekârlara söylüyorum evvelâ. Kadın senden genç, senden güzel, senden iffetli olacak. Para husûsâtında sen ondan zengin olacaksın. Senin nesebin kadından daha yüce olacak. Geçinmenin şartları bunlar yani. Fakîr olursan, zengin kadın alırsan, sana hakâret eder, geçim olmaz. Onun için bak şartları birer birer sayıyorum size. Gençler! Size hitâb ediyorum. Evlilere ayrı, onlara da söyleyeceğiz aynı âyetden manâ vereceğiz inşâallah.
Bir. Alacağın tarlayı iyi tarla seçeceksin evvelâ. Böyle lâlettayîn gördüğün zıpçıkdıyı almayacaksın. İffetsiz, ırzsız, hayâsız, densiz, donsuz, dînsiz kadın almayacaksın. Çünkü tarlan senin o. Kıyâmet gününe kadar zürriyetin oradan gelecek. Neden biliyor musun? Oradan gelecek olan zürriyyetinden birisi sapık çıkarsa eğer sen âhirete gitsen dünyâ yüzünde rûhun görür onun ahvâl ü harekâtını, azâbını sen çekersin âhiretde sonra. Hani biliyorsun ya, ufak bir haram dahi yesen çocukda tezâhür eder.
Bundan evvelki derslerimde ben size söylemişdim ama gene bugün söyleyelim. Şeyh Vefâ Hazretleri var Vefâ'da. Şeyh Vefâ Hazretleri. Hani Vefâ Bozası var ya, oradan biliriz biz, Şeyh Vefâ'yı bilmeyiz de bozadan biliriz. Orada türbesi. Fâtih'in şeyhlerinden, İstanbul'un fethinde bulunmuş bir zât-ı muhterem. Fâtih zamanının meşâyihinden, Fâtih'in namazını kıldıran zât. Onun bir çocuğu dünyâya gelmiş. O vakit sakalar kırbayla evlere su dağıtırlarmış. Böyle su teşkîlâtı yokmuş. Deriyi tabaklarlar, içine su doldururlar ve su dağıtırlar evlere. Parayla taşıyorlar. Şeyh'in çocuğu dünyâya gelmiş, beş altı yaşına gelmiş. Eline bir çivi almış sokağa çıkmış, giden sakanın kırbasını deliyor böyle, su fışkırdı mı ağzını tutuyor oradan suya.
Tabii Şeyh'in çocuğunu Şeyh'e şikâyet etmek demek, insanın çocuğunu şikâyet, babayı şikâyetdir. Çünkü çocuk babanın sırrıdır. Senin sırrın çocukda zuhûra gelir. "El-veledü simvânu ebîhi, el-veledü sırru ebîhi", senin dalınıdır ve senin sırrındır. Hep misâllerini veririz ama vaktimiz dardır. Geçiyoruz.
Bir gün, beş gün, on gün filan, herkes utanıyorlar söylemeye, Şeyh'e şikâyet etmeye çocuğunu. En sonunda birisi demiş ki, "Aaaa şeyh çocuğuysa şeyh çocuğu, gideyim haber vereyim, terbiyesini versin, bu ne bu bizim çekdiğimiz bunun elinden" demiş, gitmiş huzûra, elini öpmüş Hazret-i Şeyh'in. Dedi, "Efendim mahdûmdan şikâyetimiz var" dedi. "Hayrola" dedi. "Çocuğunuz sokağa çıkıp oynadığından beri sokakda, elinde bir çivi var", dikkat buyrun! "kırbalarımızı deliyor, fışkıran suya ağzını tutuyor" dedi. "Ne vakitden beri?". "İşte şu kadar". "Kimin kırbasını deldiyse gelsin buraya hakkını alsın benden" dedi Hazret-i Şeyh.
Dikkat buyurun! Öyle çaldın, câmiye geldin, "Tövbe Yâ Rabbi" diyorsun, olmaz! Hakkını götürüp yerine vereceksin. Kime vurdunsa, gideceksin, "Arkadaş ben sana vurmuşdum, boynumu uzatıyorum, istersen vur bana" diyeceksin. Kimin malını aldınsa, "Ben senin malını almışdım, hakkını bana helâl et, çalışamıyorum, veremiyorum, yok bende. Elime geçerse veririm" diyeceksin. Bu şekilde. Böyle kapalı hak helâllığı olmaz. Meselâ, "Hakkını bana helâl et". Olmaz! Söyleyeceksin. İsmiyle söyleyeceksin. "Ben senin aleyhinde konuşmuş idim, senin gıyâbında, hakkını bana helâl et". "Ben senin malını almış idim, veremedim, veremiyorum, param yok benim, fukarâyım ben. Ya bana bunu helâl et yâhud elime geçdiği vakitde ben sana bunu ödeyeyim". Bu şekilde söyleyeceksin. Mü'min kardeşin de merhametlidir elbette, Muhammedîdir, Resûlullah'a bağlısınız, aynı dalın meyvalarısınız, helâl etmekle, onu affetmekle mükellefdir yani. Mü'min kardeşine intikam beslemek, kin tutmak filan böyle şeyler olmaz müslümanlıkda.
Topladı sakaları, hepsinin parasını verdi Hazret-i Şeyh ve karısını çağırdı, Bacı Sultan'ı, Vâlide Sultan'ı, "Gel bakayım buraya. Bu çocuğu nereden aldın?". Aman efendim başladı kadın ağlamaya, "Bana nasıl bu sözü söylüyorsun". "Peki ne gibi suçların var, söyle bakayım".
Tarla meselesi. Her kadından olan çocuk sana itâat etmez. Senin yolundan gitmez. Sana yâr olmaz. Evvelâ oradan. Evvelâ belindeki topladığın menî helâl olacak. Helâldan toplayacaksın menîyi. Yani mebde-i hayât olan menîyi. İş çok mühim.
"Ne gibi kusûrun var?". "Hiç bir kusûrum yok. Evrâdımı okurum, namazımı kılarım, kendimi haramdan saklarım". "Peki, başka suç düşün bakayım, tefekkür et". Kadın titriyor. Hazret-i Şeyh köpürmüş iyicene. "Bir suç var" diyor, "bir kurt yeniği var bunda. Çocuk böyle yapmaması lâzım gelir. Multakâ bir şey var". Kadın sonra dedi ki, "Eğer suçsa bu suçdur". "Nedir o?".
Dikkat buyurunuz! Kulağınızı benden yana veriniz! Hikâye diye dinlemeyin, hayâtınıza tatbîk ediniz.
Ben bu çocuğa hâmile idim. Komşuya gitdim, kadın namaz kılmaya içeri gitmişdi. Konsolun üstünde bir tâne limon vardı. Aşeriyordum, imrendim, utandım istemeye. Dikkat buyurunuz! Limonu aldım, iğneyle deldim, ağzımı koydum, emdim, yerine koydum". "Hah! Bulduk hastalığı" dedi. "Sen limonu deldin iğneyle, çocuk da kırbayı deliyor, ağzını suya tutuyor. Bak, aynı. O daha büyüğünü yapıyor. Binâenalâzâlik, komşuya söyle hakkını helâl etdir". Gitdi kadın komşuya, dedi ki, "Böyle böyle, ben senin haberin yokken limonunu aldım, iğneyle deldim, emdim. Bana hakkını helâl et". "Helâl olsun kardeşim, böyle şeyin sözü mü olur" dedi kadın. Çocuğa Hazret-i Şeyh çağırıp da, "Niye sakanın kırbasını deldin! Ya niçin şöyle yapdın!" demedi. Ertesi gün bırakdı çocuğu sokağa, sakalar geçiyor, çocuğun elinde çivi, yeri çizip oynuyordu. Artık vazgeçmişdi delmekden. Annesi tövbe etmişdi çünkü. Acaba anlatabildik mi?
Evveliemirde sen tarlana iyi bakacaksın. Tarlaya atacak tohumu da temiz tohum hazırlayacaksın. "Efendim, genç daha biraz uçarıdır, şöyle dolaşsın" filan yok. O emânetullah olan, sana verilen o erkeklik sayıyladır, onu fuhşiyyâta, Allah'ın sevmediği yerlere harcamayacaksın. O şehvetle cennetden derecât hazırlayacaksın, cehennemden derekât değil. Evvelâ helâlin minallah kazanacaksın, belindeki tohumunu onunla hazırlayacaksın. Sonra helâl süt emmiş bir tarla alacaksın. Tarla, iyi tarla. Sonra, şartları şu, geçinmek için. Kadın senden küçük olacak, senden güzel olacak, senden daha iffetli olacak, para husûsâtında sen biraz zengin olacaksın ondan, neseb bakımından sen yüksek olacaksın, rütbe bakımından onun babasından biraz rütben yüksek olması lâzım. Bunlar geçime sebeb olur. Böyle olmaz, tersi olursa, ev bağları çözülür.
Evliysen eğer, Cenâb-ı Hakk sana kaç evlad verdiyse, kimlere bakıyorsan, nafakası senin üzerindeyse, onların dîniyle, donuyla, iffetiyle, ırzıyla, nâmusuyla meşgûl olacaksın. Sana söylüyorum mü'min! "Yâ eyyühellezîne âmenû". Kadının namazıyla, çocuğunun namazıyla, Kur`ân'ıyla, ilmihâliyle, ibâdetiyle, tâatiyle, kiminle konuşuyor, alakadar olacaksın. Çocukların başına gelecek olan felâketler, arkadaşlarından gelir. Onun için kiminle konuşuyor, evvelâ onu araştıracaksın.
Hattâ sana da haber vereyim. Çirkin huyların, alışkanlıkların varsa, onları terketmek için, o çirkin işleri yapdığın arkadaşlarını evvelâ terket ki o işleri terkedesin. Arkadaşlarını terketmeden onları terkedemezsin. Meselâ içki mi içiyorsun...
İlaçlarını söylüyorum bak. Kulağını benden yana ver! Ben gidiyorum, güneş gurûba eriyor. Sen de öyle, arkamdan geleceksin.
İçki mi içiyorsun, hangi arkadaşın içki içiyorsa, evvelâ o arkadaşını terkeyle, o vakit içkiyi terkedersin. Arkadaşını terketmeden içkiyi terkedemezsin. Kumar mı oynuyorsun, kumar arkadaşlarını terkedeceksin evvelâ, sonra kumar terkedilir. Sonra muhit değişdirilir. Sonra sâlih adamlar ara kendine, arkadaşlar ara. Yevm-i kıyâmetde senin yakana sarılıp da huzûrullahda seni mahcûb ve mahkûm etdirmesin. "Yâ Rabbi, ben doğru yola gidiyordum, bu beni azdırdı" diye gırtlak gırtlağa sarılma, yevm-i kıyâmetde. Kıyâmet gününde öyle olacak çünkü. Mahkeme-i kübrâda Allah kâdî-i mutlak olacak, peygamberler müddeî-i umûmî, savcı yani, onların huzûrunda iki arkadaş gırtlak gırtlağa gelecekler böyle. "Yâ Rabbi, bana azâbı verdin, ben kabûl etdim ama azâbın iki katını buna ver, arkadaşım dediğim bu düşmanıma ver benim. Çünkü yoldan beni bu çıkardı". Kur`ân-ı Kerîm'de aynen, sarahaten var bu söylediklerim, âyet-i kerîmeler yani. Manâlarını söylüyorum sizlere.
Binâenalâzâlik, kötü şeyleri terkeyle. Güneş gurûba eriyor. Benim konuşduğumdan sakın sen yalnız benim öleceğimi anlama, kendi güneşin de gurûba eriyor. Ömür güneşinin gurûbu gence, ihtiyara bakmaz, yaşlıya, sıhhatliye, hastaya bakmaz. Yatalağın önünde sıhhatli ölür gider.
Sultan Ahmed Câmisinden çıkıyorum, bundan üç Ramazan evvel, son Cuma vaaz etdim orada, Ramazan'da son vaazımı, oranın müezzinbaşısı vardı, dedim ona ki, "Hakkını helâl et" dedim, "inşâallah bir daha Ramazana buluşuruz sağ olursak, hakkını helâl et" filan dedim. "Canım" dedi, "sen kaç yaşında adamsın" dedi bana "niye hakkını helâl et diyorsun" filan. O bana zannediyor zavallı. Ben geldim, on gün sonra sizlere ömür oldu o. "Hakkını helâl et" deyince, ben kendime zannetdi o.
Onun için aman kardeşlerim, aman evladlarım, Allah bu îmân tâcını bizim başımıza koymuş, dîn-i islâm libâsını sırtımıza giydirmiş, bunun kadr u kıymetini bilelim. Vallâhi bütün cihân senin olsa, islâmdaki bulduğun safâ bir yerde bulunmaz. Biraz nimetinden haber vereyim sana. İslâmda bulduğun şu safâyı, îmân safâsını, îmân devletini hiç bir maddî kuvvetde bulamazsın, maddî zevkde bulamazsın. Hiç imkân ihtimâl yokdur. Ama Allah bu tadı vere, bu tadı tatdıra. Onun için ne varsa islâmda va, ne varsa îmânda var, ne varsa ihsânda var, ne varsa Muhammed Mustafâ'da var. Ne saâdet, ne selâmet varsa, Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerinde var ki bizi kendine kul eylemiş.
Vakit dar olduğu için kesiyorum dersimi. İnşâallah aynı âyet üzerine haftaya gene konuşacağım.
Yâ Rabbi, bizi buradan boş gönderme, işittiklerimizle âmil olmayı ve ihlâs ile yapmayı nasîb ü müyesser eyle.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.