"Efendim, sizin fetvânızı bir çiftçi yırtdı" filan. Vay, ikinci bir suç. "Yakalayın şeyhülislâmın fetvâsını yırtan adamı". Getirmişler Hazret'i, köylü amcayı. Şeyhülislam namaz kılıyormuş odaya girdiği vakitde. Namaz kılarken, "Selâmün aleyküm" demiş.
Namaz kılınırken selâm verilmez. Kur`ân okunurken selâm verilmez. Yemek yenirken selâm verilmez. Hep bunların incelikler vardır. Burada şimdi hepsini saymaya kalkarsak, vaktimiz dolar. Şimdi bu kadarını söyleyelim, gerisini sonra söyleriz inşâallah, zamanı geldiği vakitde. Helâda oturana selâm verilmez. Câmiye geldin, câmi boş, selâm vereceksin. Kimse yoksa bile, "selâmün aleyküm" diyeceksin. Sen görmüyorsun, içeride Allah'ın kulları vardır câmide, sen farkında değilsin. Ve kendi kendine tekrar selâmı alırsın. Kabristana vardın, selâm verirsin.
Şeyhülislam namazı bitirmiş, selâm vermiş. "Kim verdi bana selâmı?" demiş. "Fakîr verdim". "Sen bilmez misin" demiş, "hiç işitmedin mi, ilmin yok mu senin, dinlemedin mi, duymadın mı, namaz kılana selâm verilmez". "Efendim, zât-ı âlîniz namaz kılmıyordunuz ki". "E ne yapıyordum ben?". "Duvardan pencere açıyordun" demiş. Meğer şeyhülislam efendi namaz kılarken, düşünüyormuş ki, "Burası karanlık oluyor, şuradan bir pencere açdırayım" diye. Şeyhülislamın kalbini okuyor. Şaşırmış şeyhülislâm efendi. "Kimsin sen?". "Fetvâyı yırtan" demiş. Öyle deyince, şeyhülislamın eli ayağı titremeye başlamış. Bildiğin gibi değil hâdise. Hesap sormakdan vazgeçmiş de bu sefer hikmetini merâk etmiş şeyhülislam, "Ne hikmete mebnî yırtdın?" deyince, "Evlâdım" demiş, "onun üçüncü batındaki dedesi ya beşinci batındaki dedesi kâfirdi, sen nereden çıkardın Hazret-i Âdem'e götürdün onu!". "Yaaa öyle mi, affedersiniz" demiş şeyhülislâm, yapdığı hatâyı tamîr etmiş, Hazret'i de oraya getirdiği için kendisine iltifat göstermiş, "Lütfen bizim lokmamızı yiyin" demiş.
Bütün davâ burada, bunu anlatacakdım, lokma meselesini. Onun için anlatdım kıssayı.
Demiş ki, "Evlâdım, ben senin sofrana otururum, yalnız senin yemeğinden ben yiyemem". "Neden?". "Mazûrum ben" demiş. "Ben çiftçilik yapıyorum, alnımın teriyle kazandığım, peynirimle ekmeğim var, onu ben yiyeyim senin sofranda. Ben başka şey yiyemem sofrada". "Haa anladım" demiş şeyhülislâm, "ben devletden maaş alıyorum, bunun içerisinde yetîm, yoksul hakları vardır, bir takım hukûk-ı ibâd vardır diye düşünüyorsunuz, size ben çiftliğimden getirdiğim, babamdan kalan çiftlikden getirmiş olduğum bir nimeti ikrâm edeceğim" demiş. Ses çıkarmamış Hazret, sofraya oturmuşlar. Şeyhülislam efendi, babasından kalan çiftliğinden getirmiş olduğu kuzuyu doldurmuş, kızarttırmış, getirmiş önüne, "Buyrun efendim" demiş, "kasem ediyorum ki bunun içinde devlet maaşı, devlet parası yokdur".
Efendiler! Söylemeden geçemeyeceğiz. Mebûs olmak, vekil olmak, şu olmak, bu olmak, dünyâda pek kolaydır ama, cezâsı gâyetle büyükdür âhiretde. Baba olmak da öyle, baba! Hepiniz birer çobansınız, yani âilenizin sürüsünün çobanlarısınız, bunların dîninden, diyânetinden, donundan, iffetinden, ırzından siz mesûlsünüz. Bunu hiç hatırından çıkarma! Yarın kıyâmet gününde Allah, senin evlâdından sana hesâb soracakdır, "Dînini, diyânetini, Allah'ını, Peygamber'ini bildirdin mi evlâdına?". "Bildirdim". Yalan söyleme. Allah dilini tutacak, eller konuşacak, ayaklar şâhid olacakdır.
Tabii bildirene, evlâdını dîn-i islâmda yetiştirene ne mutlu, ne kadar güzel, ne kadar güzel, ne kadar güzel. Ne mutlu evlâdını dîn-i islâmda yetiştiren ve Kur`ân-ı Mübîn'e hizmet ettirerek evlâdını Kur`ân'lı, îmânlı yetiştirenlere. Yalnız mücerred Kur`ân'ı okusun, hadîsle kalsın demiyorum, her ilimde ileri gideceğiz, hepsinden mesûlüz. Meselâ atomu îcâd etmedi diye müslümanlar hepsi yevm-i kıyâmetde hesâba çekilecekdir. Müslümanlardan birisi atomu îcâd etseydi, diğerlerinden sâkıt olurdu. Farz-ı kifâyedir çünkü. Bak ne söylüyorum size! Namazdan, oruçdan ibâret değil hâdise, bildiğin gibi değil, pek ciddî âhiret âlemi, dünyâ âlemine benzemez. Telefonu îcâd etmediğimiz için biz, bütün müslümanlar sorumlu olacaklar. Birisi telefonu îcâd etse, farz-ı kifâyedir, diğerlerinden sâkıt olur. Her husûsda. "وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ ". Kâfirler ne gibi kuvvet ile hazırlandılarsa, hepsini sen de ya-pa-cak-sın! Mektebler açacaksın, mekteblerde yetişen çocukların kalblerini nûr-ı Kur`ân ile tenvîr edeceksin, vatan sevgisi, millet sevgisi, insanlık sevgisi, merhamet, şefkat, âhireti bildireceksin, kimseyi aldatmasın diye. Dünyâyı bildireceksin, kimseye aldanmasın diye. Biz niye aldanıyoruz? Dünyâyı bilmiyoruz, aldatıyorlar bizi. Kim aldatıyor? Âhireti bilmeyenler aldatıyorlar. Âhireti bilen, kimseyi aldatmaz. Dünyâyı bilen, kimseye aldanmaz. Yiyelim, içelim, yatalım, kalkalım, gezelim, oynayalım, dünyâ bununla bitmiyor yalnız mücerred. Bütün fenleri öğrenmekle mükellefiz yani. "Efendim, hesâbdan da mı?" Evet, hesâbdan da hesâb sorulacak sana, niye öğrenmedin diye. Geçiyoruz.
Onun için "Memur oldum, âmir oldum, şu oldum, bu oldum" diye sevinme hemen. Bulunduğun makâmda adl ile, vazîfeni tamâmen yerine getirerek yaparsan, rüşvet almadan, halka eziyet cefâ etmeden, onları üzmeden, vazîfeni idrâk ederek, mesûliyyetini bilerek, Allah'a ve kullara ve kânuna karşı vazîfeni bilerek, vazîfeni yaparsan, âhiretde taltif olunursun. Yok öyle olmazsa, âhiretin sopası çok ağırdır. Haydi onun da misâlini vereyim size.
Behlûl Dânâ bir gün gitmiş, Hârun Reşîd'in tahtına oturmuş. Hârun Reşîd, Abbâsî devletinin en yüce pâdişahlarından, halîfelerinden birisi. Behlûl Dânâ, bir veliyyullah. Gitmiş Hârun'un tahtına oturmuş. Askerler dövmüşler Behlûl Dânâ'yı.
Neden? Çünkü pâdişahın tahtına oturmak edebsizlikdir. Hocasının kürsüsüne oturulmaz. Şeyhinin postuna oturulmaz. Patronun yerine oturulmaz. Edeb bakımından. Edebdir bunlar. Büyüğün köşede oturacak, sen kapının arkasında. Büyüğün köşedeki yerine oturup, büyüğü kapının arkasına atamazsın. Edeb meselesidir bu. Kuvvetin vardır, atabilirsin ama yapmaycaksın. Mü'min kardeşine kuzular gibi olacaksın. Yaşlılara merhametli, şefkatli olacaksın, hürmetli olacaksın. Yavrulara şefkatli, merhametli olacaksın, âcizlere. Bizde hep tersine başdan aşağı. Bir de bakıyorsun ki, hiç bizim milletimizde yokdu bu, genç bir adam yaşlı bir adama tokat atıyor. Hiç görülmemişdi bizim burada. Yeni yeni çıkdı. Hattâ bazı müslümanlar gelip beni imtihan ediyorlar dükkânda. O anasının karnındayken ben dîn-i islâmı neşrediyordum Türkiye'de, halkı Allah'a davet ediyordum. beni imtihan etmeye kalkıyor. Ne mezhebinden haberi vardır, ne meşrebinden haberi vardır, ne tarîkatden haberi vardır. Ne mezhebden, ne Maturidî'sinden, ne Eşarî'sinden, ne Selefî'sinden, ne Şâfiî'sinden, ne Mâlikî'sinden, ne Şîa'sından, hiç birisinden haberi yok. Çünkü edeb, terbiye kalkmış. Dövebilir de insanı. Çünkü gördük, yaşlı adama tokat atdı. Eskiden öyle değildi. Eskiden yaşlıya hürmet vardı, hele bâhusûs bu kavimde.
Meselâ benim hocam 96 yaşındaydı, bunu söylemek ayıpdır, kendi şahsımı ama, söylemek mecbûriyyetindeyim yani, hocam 96 yaşındaydı, Fâtih Câmisinin baş imâmı, Filibeli Muhammed Râsim Efendi'ydi, Arab Hoca nâmıyla marûf, Hoca'yı karşıdan gördük mü biz, yolu değiştirirdik. Şimdi talebe hocayı dövüyor yâhu! Hattâ öldürüyor! Çünkü kalbi boş, îmânı yok. Hocaya hürmetin ne olduğunu bilmiyor. Hazret-i Ali'yi bildirseydin, Hazret-i Ali'yi sevdirseydin, Hayder-i Kerrar ne buyurmuş, "Men allemenî harfen fekad sayyaranî abdâ, bana bir harf öğretenin ben kölesiyim" demiş. Ali'yi sevdirseydin, hocaya hürmet edecekdi. Sevdirmedin Ali'yi, bildirmedin Ali'yi, tanıtmadın Ali'yi. Ne Ömer'i tanıttın, âdil ola. Ne Sıddîk'ı tanıttın, sâdık ola. Ne Osmân'ı bildirdin, sâhib-i hayâ ola. Yedirdin, içirdin, yetiştirdin, hayvan gibi. Hayvan bile oğullarını yediriyor, içiriyor, bakıyor, avını öğretiyor, avı nasıl yapacağını, düşmanıyla nasıl çarpışacağını talîm ediyor yâhu, kediler bile yavrularına. Sen ne gösterdin evlâdına, soruyorum sana. Geçiyoruz.
Hârun'un yerine oturdu, askerler geldiler, dövdüler. Pâdişahın tahtına oturulmaz. Behlûl de başladı bağırmaya. Hârun Reşîd içeriden çıkdı, haremden, "Ne var, ne oluyor?" dedi. "Efendim, Behlûl küstahlık yapdı, sizin makâmınıza oturdu, onun için birkaç tâne vurduk, onun için bağırıyor" dediler.
Behlûl serbestçe dolaşırdı sarayda. Bir rivâyet kardeşi diyorlar, bir rivâyet akrabası, bir rivâyet pâdişahın kurbiyyetinde, kendisini meczûb göstererek pâdişahı irşâd ediyor. Behlûl hakkında verilen mütalaalar.
Hârun geldi. Hârun deyince sakın döşemeci Hârun'u anlama, Hârun Reşîd'den bahsediyorum, cihânın yarısı onların elindeydi. Abbâsiyye'den, Devlet-i Abbâsiyyeden. Geldi Hârun, tesellî ediyor Behlûl'ü, "Seni tanımamışlar canım, aramızdaki yakınlığı sezmemişler, vurmuşlar, kusura bakma" filan deyince, Behlûl dedi ki Hârun Reşîd'e, "Ben bana vurdukları için ağlamıyorum". "Ya niye ağlıyorsun?". "Sana acıyorum, sana ağlıyorum". "Niye bana ağlıyorsun?" dedi. "Ben bir defa oturdum, bu kadar dayak yedim. Sen yirmi senedir oturuyorsun onun üzerinde, yiyeceğin sopayı düşündüm âhiretde, onun için ağlıyorum" dedi. Acaba anlatabildim mi?
Vekilmiş. Burnundan fitil fitil gelecek. Milletin, bu masûm milletin, hangi milletin vekîli isen, hakkını müdafaa etmedinse, onlara ihânet etdinse, Allah burnundan fitil fitil getirecek. Dünyâda karşında belki ordular selâm durabilir, yarın yevm-i kıyâmetde yakan zebânîler eline geçecek, mahkeme-i kübrâda yerlerde sürükleneceksin. Rezîl olacaksın! Vallâhi böyle olacak! Yakın zamanda hem de, daha kabre gider gitmez. Çünkü bir adam yaşasa yaşasa, elli sene, altmış sene, yüz sene, bilemedin yüz elli sene yaşar, sonra ölür. Gider gitmez, hem de alay ederler melekler. "Yalnız mı geldin buraya! Hani senin orduların vardı, adamların vardı, muhâfızların vardı! Gel gel gel bakalım haydi! ذُقْۚۙ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ zuk inneke ente'l-azîzü'l-kerîm, sen kerîm adamdın, büyük adamdın sen! Tat bakalım şimdi Allah'ın azâbını!" diye alay ederler melekler. Öyle söylüyor Kur`ân-ı Kerîm. Kâfirler mü'minlerle istihzâ etdiği için, Allah da onlarla istihzâ etdirecek meleklerine. Geçiyoruz. Dünyâ benim sanan kişilerle, melekler tabii alay ederler. Mal benim diyenle, elbet alay ederler. Evlad benim diyenle, elbet alay ederler. Vücûd benim diyenle elbet alay ederler. Vücûd kimin acabâ? Geçiyoruz.
Kuzu geldi ortaya. "Buyrun lütfen" dedi şeyhülislam, "Vallahi Efendi Hazretleri bu kuzu benim ceddimin çiftliğinden gelmişdir ve temiz elle pişirtmişimdir filan". "Hayır evladım, benim gördüğümü sen görmüyorsun, ben yiyemem bunu". "Yâhu niye yiyemiyorsun?" deyince "Bismillahirrahmânirrahîm" dedi, elini böyle kuzunun üzerine bir sürdü, kuzu bir kelb oldu, kokmuş kelb, içindeki pirinçler beyaz beyaz kurtçuklar oldu, kaynıyor böyle. Sonra tutdu eliyle böyle avuçladı, sıkdı. Sıkınca böyle, irinle kan damladı, yağ yerine. "Bu mu tereyağın?" dedi. "Bu mu kuzu etin, bu mu pirinçlerin?". Acaba anlatabildik mi?
Onun için kazancın helâl olmayınca, yemiş olduğun et, kuzu kıvırcık eti de olsa, domuz etinden daha berbat olur, ibâdullahın hakkıyla aldığın et. Onun için böyle haram yerse bir adam Kur`ân'dan anlayamaz. Çünkü müttakî değildir. "يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ". Peygamberlere hitâb ama bize emir bu, "tayyibâtı yiyin, o vakit a'mâl-i sâliha işlersiniz". Namazdan zevk alırsın, oruçda gaşy olursun, zikrullahda kendinden geçersin. Ama zâhirde temiz et almışsın ama hakîkatde haramla almışsın, domuz etinden berbatdır. Bunun da başı ittikâ ile başlar. Yani Allah korkusuyla. Elin titreyecek böyle haramdan sakınmak için. Bir harama elini uzatdığın vakitde, ateşe elini basıyormuşsun gibi yapacaksın, onu duyacaksın. Zîrâ elini uzatacağın yer ateşdir. Bunu hiç unutma sakın hâ! Bak ne diyorum sana. Bir haram el tutacağın vakitde, bilmiş ol ki o, el değildir o, güzel bir hanımın eli değildir, o cehennemin ateşidir. Sana zâhirde öyle görünüyor. İşte o pirinçlerin kurt, kuzunun kelb leşi olduğu gibi, hakîkatde odur o. Sen gel, bırak çirkini, gel güzele. Bırak zulmeti, gel nûra. Bırak küfr ü dalâleti, gel îmâna. Ve Allah'a kul ol. Müttakî ol. Bu kavmin, bu ümmetin en kerîmi, en yücesi kimdir, Hakk'dan korkan müttakîlerdir. Ve kerîmdir onlar. " اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ inne ekrameküm indallahi etkâküm". Kerîm kimin ismidir? Allah'ın ismidir. Müttakîler de kerîm olduğuna göre, Allah kendi ismini onlara vermişdir. Acabâ anlatabildim mi?
Haaa işte böyle oldun mu, iş döndü mü iş, o vakit başlarsın Kur`ân'dan anlamaya. Kur`ân'ın emirleri seni gaşy eder. Allah'ın tebşîrâtı seni bîhûş eder. Allah'ın azâb âyetleri okunduğu vakitde, nâr senin gözünün önüne gelebilir. Çok sahabe var ki, çok velî var ki, akşamdan siyah saçlı yatdılar, sabahleyin kalkdılar saçları sakalları ağarmış. Neden? Nâr kendilerine gösterilmiş, âhiret âlemi. "Efendim biz nasıl yapacağız?". Vallahi bilmiyorum, bu yolda bulun, böyle yapamasan bile. Bu yolda bulunmalısın çünkü kişi sevdiği ile bareberdir. Müttakîleri sev hiç olmazsa. tam takvân yoksa, müttakîleri sev. İyilerin peşine gel. İyilerle sohbet et, onlarla beraber ol. Hayırlı insanlarla beraber ol, kötülere gitme. Allah'a âsîlikden ne buldun? Günahdan ne zevk aldın şimdiye kadar. Her günahın akibinde âh u vâh vardır. Hiç unutma bunu. Her ibâdetin arkasında bir zevk ü safâ vardır. Bugün Cuma'dan çıkdığın vakitde eğer safâya erdinse, bil ki Cuma'n kabûl oldu. Gönlün safâya erdiyse. Benim sözlerim sana tesîr etdiyse, Kur`ân'dan bir zevk aldınsa, bil ki Allah'a kurbiyyetin hâsıl oldu, Allah'a yaklaşdın.
Kazandığın paranın helâl olup olmadığını nereden bileceksin, biliyor musun? Nereye sarfediyorsun, oradan belli olur. Parayı haramdan mı kazanıyorsun, helâldan mı? Sarf etdiğin yerden belli olur. Dikkat et sözüme, ne konuşuyorum. Namaz seni, ki namazdan bahsedecekdim bu hafta, öyle kaldı, namaz seni Allah'a yaklaştırıyorsa, fuhşiyyâtdan, kötülükden, fenâlıklardan men ediyorsa, bil ki senin mirâcın oldu. Eğer Allah'a götürmüyorsa, o vakit ağla. Demek ki kalbin rahatsız. Kalb rahatsızlığını tedâviye çalış. Çünkü namaz, Allah'ın emirlerini tutan, Allah'ın emirlerini sertâc eden, Hazret-i Resûl'ün sünnetine ittibâ eyleyen, Allah Resûlü'nü canından ziyâde seven kişileri, îmânını kemâle erdirdiği gibi, namaz Allah'a hemen tekarrüb etdirir ve onu kötülüklerden, fuhşiyyâtdan men eder. Eğer böyle yapmıyorsa, bil ki, namazında daha noksanlıklar var. Namaz seni men etmiyorsa kötülükden yani. Bırak o kötülükleri, iyi bir şey değil.
Hemen gayret kemerini beline bağla. Müttakî ol. Müttakîler, gayba îmân ederler ve namazı kılarlar. Namaz, namaz! Namazı kılarlar, namazı kılarlar! Muhammedîler, Resûlullah'ı sevenler, Resûlullah'ın gözünün nûrunu terk edebilirler mi hiç! Namazlarını kılarlar. Hem nasıl kılarlar? Angarya gibi kılmazlar, zevk alarak. Kıyâmında Allah'la konuşur, rükûunda Allah'la söyleşir, secdede Hakk ile buluşur. Okuyayım mı âyet-i kerîmeyi? Allah'a en mukarreb olan yer secdedir. Secde etmeyen Allah'a mukarreb olamaz. Kurbiyyet secdededir. Bu nimet terk edilir mi!
Biliyorsun, yakın zamanda öleceğiz. Ölümü unutma sakın hâ! Mal, mülk, kasa, kese, rütbe, hepsi kalacak. Sonra bizi o cansız ata bindirecekler, imamın arabasına. Dört tâne ahbâbımız bizi omuzuna alacak. Bazı ahbâblarımız zâhirde ağlayacak, bâtında sevinecekler, malı bana kaldı diye. Ahmak! Gâfiller! Bilmiyorlar ki bir imam öldüğü vakitde o imamın yerine tayîn olacak olan, ölecek imamdır. O mala tâlib olan kimse, ölenin malına tâlib olan, o da, ölümün tâlib olduğu bir adamdır. Farkında değil. Bazıları hiç omuzuna almayacak, mikrop geçer diye, geriden gelecek. Dost zannetdiğin, elini sıkdığın, yemek yediğin, beraberce dolaşdığın ahbâbın, seni musallâya koyacak, kenardan bakacak, senin namazını kılmayacak. Dost mu olur böyle! Ahmak herif! Böyle dost mu olur! Senin namazını kılmazsa, sana duâ etmezse, sana rahmet okumazsa, dost mu olur böyle! Dost mu o! Ahmak! Dost, dünyâda seni bırakmamış, kabirde seni bırakmamış, âhiretde seni bırakmamış, hattâ Allah seni nâra koymaya kalksa, Huzûr-ı İzzet'de, "Yâ Rabbi, bütün sevâbımı ona verdim, beni nâra koy, arkadaşımı koyma nâra" diyen kimsedir. Dost budur işte yâhu!
Dost mu o yani, seni getirdi oraya koydu, musallâya, kendi geçdi kenara, bakıyor karşıdan. Bir kısmı seviniyor, malı bize kaldı diye yâhud makâmı. Ahmak! Gâfiller! Ölümün vaazından ders almayan hiç bir şeyden ders almaz. Ölüm, öyle bir vâizdir. Ama anlayacak kafa lâzım, görecek göz lâzım, dinleyecek kulak lâzım, anlayacak kalb lâzım, a birâder!
Namazınızı kılın. Namazı kılalım. Ve namazı Allah'ın isteği üzere kılalım, riyâkârâne değil. Mücerred başını secdeye koyup, kıçını kaldırmak, namaz değildir. Namaz, efâl-i malûme ve erkân-ı mahsûsadır. Namaza girdiğin vakitde, elini kaldırdın mı, bunun manâsı ne demek böyle biliyor musun? "Dünyâyı geriye atdım, huzûruna çıkdım Yâ Rabbi". Hesâb veriyorsun Allah'a. Namaz, mücerred şekil değildir. Namaz kıldı, kötülüklerden sakınmadıysa, onun hakkında da âyet var, "فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ * اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ fe veylün lil musallîne ellezîne hüm fî salâtihîm sâhûn, veyl olsun, azâb olsun o namaz kılanlara!" Nedir o? Secdegâhını bilmez. İki, muâveneti terk eder, mü'min kardeşine yardım etmez. Kendi kendine cennete girecek. Müslümanlığın şartlarından bir tânesi, halkın günahını görme değil, halkın günahını örtme, kendi günahını görmedir. Bir daha söylüyorum, kulağını aç, ezberle! Biz gidiyoruz, güneş gurûba erdi. Müslümanın vazîfesi, halkın kusûrunu örtmek, kendi kusûrunu görmedir. Zamânımızdaki müslüman, kendi kusûrunu görmeyip, halkın kusûrunu arıyor. Olmaz! Müttakî değil. Namazı kılsın, devâm etsini, güzel bir spor olur, yorgunluğu yanına kâr kalır, sevâb alamaz. Yani namaza binemez, namaz bir binekdir, ona binemez. Namazı tam mânâsıyla kılacaksın.
Hani Hayder-i Kerrar Sâkî-i Kevser Hazretlerinin, Uhud Cenginde ayağına bir ok saplanmış. Tabii Ali kadar yapamazsın ya, hiç imkânı yok onun ama hiç olmazsa ona benzetmeye çalış yani taklîd et. Mukallid olursan gene ona bağışlanırsın. Konuşduğum söz çok enteresan bir şey söyledim ama, farkına vardınsa. Ayağından ok çıkarılmıyordu. Dayanmıyor yani kemiğe saplanmış ok. Ve İmâm-ı Ali buyurdu ki cerrahlara, "Durun, ben namaza durayım, siz öyle çekin bu oku". Çünkü Cenâb-ı Hayder-i Kerrar namaza duracağı vakitde bazen bembeyaz olur, bazen sararır, bazen kıpkırmızı olur, kızarır titrerdi. Sormuşlar sebebini, "Huzûr-ı İzzet'e çıkıyoruz" demiş, "makâma göre değişir yüzümün şekli" demiş. Hayder-i Kerrar bu ya. İlim şehrinin kapısı, Peygamber'in dâmâdı, nûr-ı vâhid Resûlullah ile, sallallahu aleyhi vesellem. Cennetin miftâhı elinde, şefâatiyle yüzbinlerce adam girecek cennete. Ona buğzedenlerden yüzbinlerce nâra girecek. Hayder-i Kerrar bu! Kemiğine ok batmış, çıkaramıyor cerrahlar. Dedi, "Namaza durayım ben" dedi, namaza durdu. Çıkardılar, sardılar, bağladılar. Selâm verdi, "Çıkardınız mı?". "Duymadın mı Yâ İmâm?". "Hiç" dedi, "katiyyen duymadım".
Neye benziyor bu biliyor musun? Yûsuf'un güzelliğine bakan kadınlar, ellerini kesmişlerdi de ellerinin acılarını duymamışlardı. Namazda öyle bir makâma erişiyor ki mü'min, bırak sen Hayder-i Kerrar'ı, Allah'ın velîleri, Allah'ın dostları, öyle bir makâma erişir ki, o makâmı seyrederken, etini cımbızla koparsalar, parça parça etseler, duymaz. Bu kadar namaz kılamasan bile hiç olmazsa helâl lokma ye, hiç olmazsa taklîdî namaza devâm et, belki o taklîdin bri gün tahkîk olur. Çünkü şirkden tevhîde, riyâdan ihlâsa gidilir. Aşk-ı mecâzî olmazsa, aşk-ı hakîkiye vuslat bulunmaz. Acaba anlatabildim mi mü'minler, ne demek istiyorum?
Aman! Gene tekrar ediyorum, aman! Aman lafzı, Resûlullah Hazret-i Muhammed demekdir hâ! Bunu da unutma. Aman demek Hazret-i Muhammed demekdir. Ehli bilir. Aman! Zinhâr! Namazı terk etmeyiniz, sakın ihmâl etmeyiniz. Kazâya kalabilir, olabilir. Hemen kazâ edersin. Hiç özürü yokdur. Yarın yevm-i kıyâmetde mahcûb olmak istemiyorsan, yüzün ak, gönlün pâk, alnın açık olmak istiyorsan, Huzûr-ı İzzet'e namaz ile var. Ama namazı namaz diye kıl. Bak söyledim, anlatdım size hep, birer mikdar verdik böyle, birer zerre verdik esrârından. Mahcûb olmak istemiyorsan huzûrullahda, yüzün kara olmasını istemiyorsan, namazını kıl. Orucunu tut. Zekâtını ver.
"Zengin değilim". Elinle yardım et halka, dilinle yardım et. İncitme dilinle. Bir çok adam var ki namazı kıldı, orucu tutdu ama diliyle halkı incitdi, kabeyi yıkdı. Zâhirde Kabe'yi tavâf eyledi, İbrâhim Peygamber'in yapdığı taş binâyı tavâf eyledi, hacı oldu fakat Allah'ın yapdığı kabeyi yıkdı. Yani kalbi. Kalb, Allah kabesidir. Bizim kıblemiz olan Kabetullah, İbrâhim Peygamber'in yapdığı bir binâdır. Onun için ibâdet ve tâatına bak, haramdan kaçın.
Her hafta söylüyorum ama gene söylemek lâzım. Çünkü on bin defa söylersek, on bin defada belki birisini anlatabiliyoruz. Çünkü bizim acizimiz var söylemekde, anlatmakda.
Bak kardeşlerim! Zerre kadar sevâb varsa bir yerde oraya koş. Zerre kadar! Zerre ne demek? Güneş vurduğu vakitde, yerden tozcuklar kalkar böyle, işte tozcukların her biri bir zerredir. O kadar sevâb olsa bir yerde, oraya koş. O kadar günah varsa bir yerde, oradan kaçın, çekin. Acabâ anlatabildim mi?
Dinle şimdi. Ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle! Ateşe ne kadar dayanıyorsun bakalım! Cehenneme dayanacağın kadar günah işle! Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet et. Dünyâya kalacağın kadar dünyâya, âhiretde kalacağın kadar âhirete çalış. Gene bir çalışma yap ki, sen gidicisin ama, senin kavmin, senin milletin, senin dînin, kıyâmete kadar bekâ bulacakdır, Millet-i İbrâhim, onlara önder ol, hayır hasenât bırak. Câmiler, yollar, çeşmeler yapdır, ağaçlar dik, talebe okut, yetiştir, memlekete hediye et. Nâmuslu insanları yetiştir. Vaktiyle zenginlerimiz, istidadlı fakîr çocukları alırlar, okuturlar yetiştirirlerdi. Zamânımızın zenginleri de güzel olan fukarâ çocuklarının ırzına, iffetine dokunuyorlar. Aramızdaki fark o. Sekreterini elliyor. Fukâra kızı, gelmiş çalışacak orada, iffetiyle oynuyor patron. Tuh! Domuz herif! Hınzır! Zâhirde insan bu, hakîkatde eşekden daha ednâ bir herif. Yaaa vaktiyle fukarâ çocuklarından böyle zekî, akıllı çocukları zenginler alırlar yetiştirirler, memlekete hediye ederlerdi. Onun için yükseldik, yürüdük. Çünkü Hazret-i Muhammed'in yakdığı meşale buydu.
Bu sözleri ben âşinâ gönüllere söylüyorum, Hakk'a tâlib olanlara haber veriyorum. Söylemem geçerim, namazı kılar çıkarım dışarı. Bu yaşlı hâlimle, hasta hâlimle sizinle konuşmamın sebebi bu, son zamanlarım benim. Benim maaşım filan yok, fî sebîlillah yapıyorum bu işi, elhamdülillah. Cenâb-ı Hakk'ın verdiği nimetin zekâtını veriyoruz. Vaaz tezkerem var, işte burada 30 senedir maaşsız olarak namaz kıldırıyorum. Ama Allah veriyor bana manâ bakımından. Hiç şübhem yok. Allah'ın verdiği nimetlerin şükründen âcizim. Geçiyoruz.
Eski zenginler, böyle fakîr çocukları, akıllı çocukları, okuturlar, yetiştirirler, memlekete hediye ederlerdi. Zamânımızda şimdiki zenginler, isim vermiyorum, öyle yapanlara söylüyorum, her zengine söylemiyorum, kötülere söylüyorum, kötülük yapanlara söylüyorum. Sen üzerine alma. Ben servet düşmanı değilim, zengin düşmanı da değilim. Kâfir düşmanıyım ben. Kâfiri de Allah için sevmem, nefsim için değil. Resûlullah'ın düşmanının düşmanıyım. Ondan gayrı hepsi kardeşlerimdir benim, hepsini severim. Bütün mahlûkâtı severim. Sakın aklına yanlış bir şey gelmesin, servet düşmanı değilim. Eski zenginler, ağniyâ-i şâkirîndi, fakîr çocuklarını alırlar, istidadlı çocukları okuturlar, memlekete hediye ederlerdi. Zamânımızdaki bulunan zenginlerin bazı fâsıkları, onlar da ne yapıyorlar, fukarâ çocuklarının güzellerini seçiyorlar, kadın, kız, erkek neyse, hayvanlıklarını onlara tatbîk etmeye çalışıyorlar.
Siz yetişmediniz çocuklar, ekmekleri sokağa atıyoruz hâlâ, bak görüyorum sokaklarda. Vallâhi bir loma ekmeğe iffetini satanlar oldu. Bundan kırk sene evvel. Bak yemîn ediyorum size, bak burası kürsî-i Muhammedî. Bir dilim ekmeğe iffetini satanlar oldu. Ve utanmaz herif, bir lokma ekmeği verdi, onun ırzına geçdi. Bir dilim ekmeğe, yâhud bir tayına, yâhud bir ekmeğin yarısına. Böyle alçaklar vardır, devletin otoritesi olmasa, âdil hükümdarlar olmasa, âdil emirler olmasa, zâlimler fukarâyı kurd koyunu yediği gibi yerler. Öyle hâinler var. Sen insan şeklinde mi görüyorsun herkesi? İşte az evvel bahsetdim, anlatdım size. Kimi pars, kimi yılan, kimi akrep, kimi domuz. Zâhirde insan, bâtında böyle. Geçiyoruz. İnşâallah haftaya anlatacağız.
Şimdi, elinden gelen yardımı yap, Kur`ân kurslarına, câmilere, hastahânelere, yoksullara, bilhassa kendi civârındaki bulunan fakîr fukarâyı gözet. Kış geliyor. Varsa yetîm çocuklar filan, onların sırtına elbise al. Ne olur alırsan yâhu! Bir şey olmaz, vallâhi olmaz, bak yemîn ediyorum. Seni Şeytan korkutur, paran bitecek filan diye ama bitmez korkma. Allah yoluna ne sarfedersen en aşağı, en aşağı on alırsın. Hattâ bu on, bedenî ibâdetlerdedir, mâlî ibâdetler yetmişle başlar. haydi onu da söyleyeyim sana. Şeytan korkutur, "Aman harcama filan". Beyoğlu'na gider yâhud bir sefahet yerine gider, Beyoğlu meselesi değil, yalnız sefâhet değil ya Beyoğlu, ağzımız öyle alışmış, sefâhete gider, sefâhetde bakarsın adam on bin lira, yirmi bin lira, elli bin lira verir, yedirir, içirir. Bir yetîmi götürürsün, "Şuna bir defter al, kalem al, mektebde okuyor bu" dersin, almaz. Bilmiyor ki yarın kendisi geberecek, çocukları yetîm kalacakdır, onu düşünemez o. "Men lâ yerham lâ yurham". Sana acı bir havâdis vereyim mi? Seni üzeceğim şimdi. Merhamet edersen, merhamet olunursun. Merhamet etmezsen, merhamet olunmazsın. Kimin karısına, kızına yan bakarsan, senin de karına, kızına yan bakarlar. Altını sen anla, senin irfânına terk eyledim. Hiç altında kalmaz, üste çıkıyor şimdi. Eskiden Cenâb-ı Hakk tehir eder, mahkeme-i kübrâya bırakırdı, şimdi dünyâda veriyor belâsını milletin. Anlayana söyledik.
Kendi evlâdın senin düşmanın olmuş , göğsüne oturmuş sakalını yoluyor. Bundan daha acı bir şey olur mu? Allah bizi öyle bir belâya mübtelâ kıldı ki çocuklarımız bizi terbiye etmeye başladılar. Talebeler hocalarını terbiye etdi, mürîdler şeyhlerini. O hâle geldik.
Onun için kardeşlerim, siz doğru yoldan, Allah yolundan ayrılmayınız. Allah'a giden yol, islâm yoludur, Hazret-i Muhammed'in çizdiği yoldur. Bu yol, hem Îsâ'nın, hem Mûsâ'nın yoludur, hem Tevrat'ın, hem İncil'in, hem Zebur'un yoludur. Çünkü bunların hepsi tayy olmuş, hepsinin ahkâmı ve esrârı Kur`ân'da cem olmuşdur. Bir Sûre-i Fâtiha'yı okusan, dört kitâbı okumuş sevâbını alırsın. Bir kere, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" desen, dört kitâbın manâsıdır. Sana bunlar bahş olunmuş. "Allah" dersen, Cenâb-ı Hakk sana cevâb verir, "Ne istiyorsun kulum?" der. Bu sana bahş olunmuşdur. Neden? Sen Allah'ın sevgili Muhammed'inin ümmetisin.
Aklımızı başımıza alalım. Gel biz doğru yola gidelim, siz bakmayın kötülere filan. "Efendim, işte o fenâlık yapıyorken zengin oldu filan". Bırak onun zenginliğini sen. Allah diyor ki, "Eğer mü'minlerin îmânı sarsılmayacak olsaydı, kâfirlerin evlerinin tavanlarını altından, merdivenlerini gümüşden yapdıracakdım" diyor. "Onlara mühlet vereceğim dünyâda" diyor, "sonra elinden alacağım, karşıdan bakacak". Bir yudum su yok ağzına. Aç. Ölmek de yok. Kendi malını karşıdan seyredecek. Öldükden sonra kabirde öyle. İstiyor musun o mal senin olsun? Hakk yoluna sarf edersen, kabrinde bulacaksın.
Yâ Rabbi, bizi Habîbin Muhammed'e bahş et. Son kelâmımızı Kur`ân-ı Mecîd, Kelime-i Tevhîd eyle. Bizi dîn-i islâmda sâbit-kadem eyle.
Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 5 Eylül 1980 (24 Şevval 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.