Her Geceyi Kadir Bil - Hutbe - 1 Temmuz 1983

16 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةِ الْقَدْرِۚ  وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ  لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ  تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ  سَلَامٌ۠ۛ هِيَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ 
İnnâ enzelnâhu fî leylet'il-kadr. Vemâ edrâke mâ leyletü'l-kadr. Leyletü'l-kadri hayrun min elfi şehr. Tenezzelü'l-melâiketü ve'r-rûhu fîhâ bi izni rabbihim min külli emr. Selâmün hiye hattâ matla'i'l-fecr.
Sadakallahu'l-azîm

Receb, Şabân derken Ramazân-ı Şerîf'e başladık ve Ramazân'ın Kadir Cuma'sını okuyoruz. Kadir, haftaya Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece. 

Günlerin ve gecelerin tahavvülünde, senelerin, mevsimlerin tebeddülâtında, aklı başında olanlar için, büyük âyetler ve ibretler vardır. Receb, Şabân derken Ramazân, sonra Bayram. Çocukluk gençlik, dinçlik derken arkadan ihtiyarlık ve ölüm. Onu gösteriyor sana yani. Eğer bunları tefekkür edebilen bir başa mâlik değilsek, o kafayı boşuna taşıyoruz. Eğer bunları görmeğe lâyık yani ibretle bakacak bir göze mâlik değilsek, düşmanımızı baş üstünde taşıyoruz. O gözler senin dostun olmuyor o vakit düşmanın oluyor. Allah sana gözleri Hakk'ı görmek için verdi. Burada Hakk'ı görmeyen orada göremez. "وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve men kâne fî hâzihî a'mâ ve hüve fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ". Hak ve hakîkat burada burada bulacaksın, burada göreceksin, sonra orada o cemâl-i ilâhîyi görürsün. Burada görmeyince orada göremezsin. 

Bize büyük şeyler söylüyor. Gençliğine güvenme, malına mülküne de dayanma! İnsan malına dayanırken bir kıvılcım her şeyi altüst edebilir. Güzelliğine güvenen bir kimsenin de yüzünde bir çıban çıkar, bir sivilce, iş felâket olur. Bir büyüğe dayanırsan eğer, o duvar yıkılıverir. Yani hangi duvara dayanırsan yıkılır. Allah'dan başka dayanılacak bir şey yokdur. Allah'dan gayrı neye dayanırsan, o senin düşmanındır.

Allah Hazret-i Mûsâ'ya, "وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى vemâ tilke bi yemînike yâ Mûsâ" dedi, "Sağ elindeki nedir?" dedi. Tûr-i Sînâ'da. Allahu Teâlâ görmüyor muydu, bilmiyor muydu? Mûsâ peygamberi konuşturmak için sordu. Çünkü korkmuşdu Mûsâ Peygamber. "قَالَ هِيَ عَصَايَ kâle hiye asâye" dedi, "Asâm yâ Rabbi" dedi. "أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى etevekkeü 'aleyhâ ve ehüşşü bihâ 'alâ ganemî veliye fîhâ meâribü uhrâ, ben ona dayanırım, dallara vurur yaprak döker, hayvanlarıma yediririm, başka işlerimde kullanırım" dedi. "Dayanırım" kelimesinden, "قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَى kâle elkıhâ yâ Mûsâ", Hazret-i Mûsâ'ya dedi ki Cenâb-ı Hakk, emretdi, "Asâyı at elinden". Atdı. "فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى fe elkâhâ fe izâ hayyetün tes'â". O asâ birdenbire yılan oldu, korkunç bir şey, Hazret-i Mûsâ korkdu ve kaçdı. Allah dedi ki, "قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ  kâle huzhâ velâ tehaf, korkma yâ Mûsâ al". "Sen demişdin ki, 'ben asâya dayanırım' demişdin, işte benden gayrı neye dayanırsan, senin düşmanındır o". Allah'a güveneceksin, Allah'a dayanacaksın.

Dostların bir kaç sınıfdır. Senin güzelliğin varken dostların senin yanına gelebilirler, güzelliğin geçdi mi dostların seni terkeder. Onlar senin dostun değil, güzelliğinin dostudur. Memurken, âmirken, makâm sâhibi iken, senin başına bir takım insanlar gelirler, sonra tekâüd oldun mu, o dostların dağılır senin. Bir daha seni görmek istemezler. Eğer bazen yolda görürlerse selamlaşırlar, o kadar. Onlar senin dostun değil idi, onlar senin makâmının dostu idi, menfaatlarının dostu yani. Sıhhatli iken seninle düşüp kalkanlar, hastalandığın vakitde seni terkederler, bir kısmı. En samîmî dostun, seni kabre kadar götürür, üzerine namaz kılar, afv u mağfiretin için Allah'a yalvarır, göz yaşı döker. En büyük dostun bu senin. Cenâzeni yüklenir, cenâzenin namazını kılar, duânı eder, Allah'dan affını ister senin. Çünkü Cenâb-ı Allah Ümmet-i Muhammed'e bu ihsanda bulunmuşdur. Dirilerin duâsıyla ölülerin azâbı ref olur, kaldırılır. Dirinin duâsıyla, dirilerin duâsıyla ölülerin azâbı kaldırılır. Ümmet-i Muhammed'e bahşolunmuş bu. En samîmî dostun senin kabre kadar götürür, namaz kılar, senin hakkında iyi şehâdet eder, hüsn-i şehâdet. 

İki türlü "iyi biliyoruz" vardır. Bir "iyi biliyoruz", yani "ne olduğu biz biliyoruz onun" demekdir o. Birisi, "has, iyi kuldur" demek, "iyi biliriz" diye. Bir de, "iyi biliriiiz" dedi mi, "ne olduğunu biliyoruz" demekdir o. İki manâsı vardır. İmâm efendinin sen sözüne bakma, imâm efendi sorar sana, "Bu meyyiti nasıl biliyorsun?" diye. "İyidir inşâllah" de. İmam efendi mangır alacağı için büyütür ölüyü, yükseltir, yüceltir filan yani cehennemliği cennete sokar, para alacağım diye o. Onun için sen "iyidir inşâllah" dersin, bilmediğin bir cenâzeye. Bildiğin bir ahbâbınsa, mü'minse, ne kadar günahkâr olursa olsun iyi olduğunu söyle, iyi olduğunu söyle. Allah mü'minleri şehâdetinde yalancı çıkarmaz. 

Dâimâ her şeyin iyi tarafını gör. Dâimâ her şeyin iyi tarafını gör, kötü tarafına bakma. Bir şeyin kötü tarafını görmek dikendir, insanın gözünü çıkarır o, gözünü patlatır. İyi tarafını göreceksin. Hazret-i Ebâ Hureyre radıyallahu anh ile Resûl-i Ekrem iki cihân güneşi Peygamberimiz gidiyorlarmış, bir köpek leşine rastgelmişler, Ebâ Hureyre köpek leşini görünce başını çevirmiş, Resûl-i Ekrem demiş ki, "Niye başını çeviriyorsun, bak ne kadar güzel dişleri var, Allah dişlerini nasıl halk etmiş. Güzel tarafına bak" demiş, "çirkin tarafına bakma". 

Onun için bundan ne manâ çıkıyor? Kiminle ahbâblık yaparsan yap, dâimâ güzel tarafını gör, çirkin tarafını görme. Çirkinlik görmek istiyorsan kendi çirkinliğini gör kâfî. Zâten kendi çirkinliğini gören adam, muhâtabının çirkinliğini göremez. Çünkü muhâtabının yani karşısındaki kimsenin bir günahına vâkıfsın, kendinin bin günahına vâkıfsın. Bin günah sâhibi, bir günah sâhibini ayıplayabilir mi? Kendi günahını düşün. 

"İyidir inşâallah" der, hakkını helâl eder, götürür kabre koyar. En samîmî dostun bu senin. Bir gömlek daha var. Öldü, namazını kıldı, duâ etdi, götürdü, gömdü, mevlûdüne geldi kırkında. Sonra sene sonuna doğru gitdi hânesine onun, arkadaşının hânesine, "Ey baba dostları! Babanızın dostuyum ben sizin, bir ihtiyâcınız var mı?". 

Ramazân geldi gidiyor. Bayram geldi kapıya dayandı. Yetîmler nasıl oldu acaba? Düşündün mü bunu hiç, ahbâblarından kimsenin evlâdı için? Neyine güveniyorsun? malına mülküne mi? Elinden alır Allah senin çocukların yetîm kalır sonra. Azîzler zelîl oluyor, zelîller azîz oluyor. Hastalar sıhhatli, sıhhatliler hasta. Hastanın başında ölecek doktor dolaşıyor. Ölecek doktor hastayı tedâvi etmeğe çalışıyor, kendi ölüyor hastadan evvel. Hiç görmedin mi bunu, işitmedin mi hiç?

Ondan sonra? Sonra başka artık dostluk yokdur. Tâ artık kıyâmet gününe kalmış işdir o. Kıyâmet gününe kalmış işdir dostluk. Haydi onu da söylemeden geçmeyelim. İyi insanları kendinize dost tutunuz. Allah Sûre-i Tövbe'de, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ yâ eyyühellezîne âmenûttekullahe ve kûnû maa's-sâdıkîn, siz sâdıklarla beraber olunuz" diyor Hazret-i Allah. Doğrularla, dürüstlerle, îmânlılarla, Kur`ân'lılarla. Ağzı Kur`ân'lı, göğsü îmânlı, ahlâkı mükemmel, kâmil ve mükkemmel insanlarla olunuz. Kötü kişiyle dostluk yaparsan onun ahlâkını alırsın haberin bile olmaz. Çalar ahlâkını. İyilerle düşüp kalkarsan eğer, o vakit Cenâb-ı Hakk seni ne yapar, iyilerle muamele eder. Haydi ikinci bir kıssa aklıma geldi. 

Benî İsrâil zamânında bir adam yüz kişiyi öldürmüş. Riyâzü's-Sâlihîn nâmındaki kitâbda var. Bakarsın, vaktin varsa eğer. Öldürmüş sonra bir adama gitmiş, irfânı az bir adama, "Ben yüz kişiyi öldürdüm, Allah beni affeder mi?" demiş. O da demiş ki, "Affetmez" demiş. "Öyleyse yüz birinci sen ol" demiş ve onun da kafasına bir tane çakmış, onu da oraya yatırmış. Sonra bir ârif adama gitmiş. "Ben yüz bir kişiyi katl etdim, yâhud yüz kişiyi, yâhud yüz bir kişiyi, Allah beni affeder mi?". "Eder" demiş. 

Allah'ın affetmeyeceği günâh yokdur, bir şirki affetmez. Öyle gidersen âhiret âlemine, şirkle gidersen,  müşrik olarak gidersen yani. Biz muvahhidiz. Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah dedik. Allah'a ve Resûlüne gönül verdik. Belki ibâdet ve tâatımızda noksanlık var ama, Allah ve Resûlullah'ı severiz. "Peki Efendi, nereden biliyorsun, kendinden mi rivâyet?". Hayır arslanım, hayır gözüm. Eğer Allah ve Resûlünü sevmeseydin senin burada işin yokdu bugün. Sen kendin mi geldin zannediyorsun câmiye yani? Seni davet etdiler, seni çağırdılar. Seni huzûra kabûl etdiler. Sen şimdi namazda, "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'în" diyeceksin. "Ancak sana", karşında ma'nâsına, Allah mekândan münezzeh olarak karşında, "iyyâke", sana, "na'büdü", ibâdet ederiz yâ Rabbi. Karşında muhâtabın Allah yani. Gene tahiyyatda, "esselâmü aleyke eyyühennebiyy" diyorsun, "aleyke" muhâtaba denir. Resûl-i Ekrem'in rûhu, Rûh-i Muhammediyyet karşında, selâm alacak senden. Seni öyle kabûl etdiler buraya.

Günahlara istiğfâr ve tövbe. Artık bu Ramazan, cehâletin son olsun. "Ben câhil değilim, okudum, fakülte bitirdim". Ondan bahsetmiyorum ben. Bir adam otuz tâne fakülte bitirir, doksan dokuz tâne kamyon kitap okur gene câhildir o. Allah'ı bilmeyen câhildir, nefsini bilmeyen câhildir. İlmiyle âmil olmayan câhildir. Kim ki okuduğu ilimle âmil olmaz, o kimse câhildir, âlim de olsa. Yani bilgili de olsa âlim değildir, câhildir. Ne gibi? Hayvanın sırtında bulunan kitaplar hayvana ne menfaat veriyorsa onun da okuduğu kitap ona o menfaatı veriyor demekdir. Yani ağırlığından başka bir şeyi yok. Bildiğinle âmil ol, işittiğinle âmil ol ve ihlâs ile yap. Gösterişden berî olarak yap Allah'a karşı, ihlâs ile yap.

Dedi "Yavrum,  Allah affeder, afüvv sâhibidir". 

İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Kötülerle olma, iyilerle beraber ol. 

 "Hep sende kabahat yok" dedi. 

Kötü kişilerin içinde oturanlar kötülükden kurtulamazlar. Gene söyleyelim. Kumarı bırakmak istiyorsan evvelâ kumar arkadaşlarını bırakacaksın. Kumar arkadaşlarını bırakmayınca kumarı bırakamazsın. İçkiyi terk edeceksen eğer, içki arkadaşlarını terk edeceksin. Sonra içkiyi terk edebilirsin. İçki arkadaşlarını terk etmeyince içkiyi terk edemezsin. Herhangi bir kötülük bunun gibi işte. Düşün. Sana ilaç söylüyorum, ilaç söylüyoruz yani.  "Bir türlü kendimi kurtaramıyorum". Kurtarırsın. Allah sana o kâbiliyyeti vermişdir ama derdlerin ilaçları bunlar, bunları bilmek lâzım gelir. 

"Evlâdım, yalnız sen kötü olmadın, adam öldürdün, bulunduğun yer kötü senin,  kötülerin içinde bulunuyorsun sen . Her ne kadar sen onlara uymasan da onlar sana tecâvüz ederler, senin elinden yine böyle bir kazâ çıkabilir. Sen bulunduğun yerden çık, iyiler içerisine git, iyi kişilerin içerisine git, onlarla ahbâblık yap, sâlihlerle, sâdıklarla".
 
O zât, o mürşidin dediğini tutdu, kötüleri bırakdı,  iyi insanların içine gitdi. Sırtında yüküyle giderken yolda ecel erişdi, öldü. Azâb melekleri geldiler, rahmet melekleri geldiler. 

İyi dinle! Resûl-i Ekrem'e bunu Cebrâil aleyhisselâm anlatıyor, ben de şimdi size naklediyorum şimdi . Kitâbı da söyledim size, hangi kitâbda olduğunu. Riyâzü's-Sâlihîn. Diyânet Riyâseti basmış, onlar da basmışlar bu kitâbı, tab etmişler yani.

Azâb melekleri, geldiler, dediler ki, "Bu adam yüz kişiyi katl etdi, götüreceğiz cehenneme" dediler. Rahmet melekleri dediler ki, "Biz size bunu vermeyiz, bu zâtı. Bu tövbe etdi bu . Bu iyi insan olmaya niyet etdi. İyi insanların içine gidiyordu. Niyetü'l-mü'minü hayrün min amelihi. Size teslîm etmeyiz".
 
Ve arada  nizâ çıkdı, iki sınıf meleğin arasında. Hazret-i Allah Cibrîl-i Emîn'i hakem olarak gönderdi. "Nedir aranızdaki münâkaşanız?". "Yâ Cebrâil, bu zât burada öldü. Bu adam yüz kişi öldürmüşdü, biz bunu cehenneme götüreceğiz", azâb melekleri söylüyorlar, "rahmet melekleri bize vermiyor" . "Neden vermiyorsunuz?". "Bu adam tövbekâr oldu. Artık iyi insan olacağım dedi. İyi insanların içine gidiyorum dedi, niyeti buydu ama ecel erişdi, yapamadı, gidemedi" . Cenâb-ı Hakk vahyeder ki Cebrâil'e, "Ölçsünler yeri, iyilere mi yakın, kötülere mi yakın. İyilere yakınsa cennete, kötülere yakınsa cehenneme" demiş.

Ve ölçdüler yeri melekler. Daha henüz çıkmışdı çıkdığı yerden. Fakat Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti cûş u hurûşa geldi, Allah yeri tayy etdirdi, iyilere yaklaşdırdı, o zâtı cennete koydu.

Hemen tövbe sabunuyla, gözyaşıyla günâhlarını yıka. Yüzünün karasını tövbe sabunu ve gözyaşı temizleyebilir. Denizlerin suyu temizlemez, nehirlerin suyu temizlemez, terkosların suyu temizlemez. Yüz karasını, günâh yarasını gözyaşı ve tövbe sabunu, istiğfar yaprağı temizleyebilir, başka türlü olmaz. 

Ve sakın hâ Ramazana mahsûs müslümanlık yapmaya kalkmayınız. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet et. Bu sene cehâletin son olsun. Yani Hakk yoluna dön. Allah havasına düş. Nefsin hevâsını terk eyle, Allah havasına düş, Allah yoluna düş! Kaybetmeyeceksin. Böyle olmazsa çok pişman olacaksın. Ellerini ısıracaksın, saçını sakalını yolacaksın. Fakat faydası olmayacakdır. Ama mü'min olarak ölürsen, o Kelime-i Tayyibe lisânından câri olarak, "Lâilâheillallah", "Allah Allah" diyerek ölmek var, bir de Azrâil'den kaçmak var. Hangisini istiyorsun?

Hepimizin başına gelecek. Efendiler! Gençler! Yaşlılar! Benimle yaşdaşlar! Kurtuluş yok bundan. Bırakın bu kafayı! İsyândan bir şey çıkmaz Allah'a karşı.

Bin bin günâh etdin yeter 
Rûyin siyâh etdin beter
İsyân-ı Hakk'dan ne biter 
Gel tövbeye gel tövbeye 

Gel mescide meyhâneden 
Hayır gelmez mestâneden
Tehîr etmek yâ neden 
Gel tövbeye gel tövbeye

Doldu ecel peymânesi  
Ömrün nesi kaldı nesi 
Ey cihânın dîvânesi 
Gel tövbeye gel tövbeye

Kasadaki paralara sâhib olamazsın, hesâbını senden sorarlar. Vârislerin yer, hesâbı senden sorulur. İbâdet ve tâat sâhibi ol. Sen bakma insan şeytanlarına. Onlara tâbi olma sakın hâ! Onlar şeyh sûretinde, hoca sûretinde, hacı sûretinde görünebilirler. "Ne varmış namazda, ne varmış zekâtda. Kalbin temiz olsun, kıçın semiz olsun" filan, sonra bunlar hiç bir fayda vermez yevm-i kıyâmetde. Sorulur içeriye girer girmez, "Bu zât hakkındaki malûmatın nedir?". Bu zât, bu zât! Kim o zât-ı âlî-kadr, kim biliyor musun? Rahmeten-lil-âlemîn Muhammed Mustafâ. Ondan sorarlar evvelâ. Namazını kılıp, ihlâs ile yapdınsa a'mâlini, bülbüller gibi cevâb verirsin, "Nasıl tanımam. Allah'ın mahbûbu, habîbi, Muhammed'i, rahmeten-lil-âlemîn, Muhammed Mustafâ". 

İşte Kur`ân O'na nâzil olmuşdu, beş vakit namaz O'nun ümmetine farz olmuşdu, Ramazan orucu O'nun ümmetine farz olmuşdu, Kur`ân O'na nâzil olmuşdu, cennet O'na vaad olunmuşdu, cennet O'nun dostları için hazırlandı, cehennem O'nun düşmanları için hazırlandı. Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi vesellem.

Sâdıklarla ol, dürüst ol.

Şimdi, neredeydik nereye geldik ama faydadan hâlî değil. Kadir dersini başka hocaefendiler size daha arîz amîk anlatabilirler, ağzımdan böyle zâhir oldu, böyle konuşduk, böyle zuhûr etdi. İnşâallah sözümüzün tesîri olur. 

Aman kardeşlerim! Bak görüyorsunuz ki bak, aklımız başımızda, anlayışımız kalbimizde, ibret gözümüzde diyorsunuz bak, câmilerin kapısına gişe koymuyoruz. Câmiye gelenden hatîb parası, müezzin parası, imam parası filan diye para alınmıyor bak. Bu câmileri yapdırmışlar, yıkılırsa gene yapılsın diye vakıf koymuşlar. Neden bunlar yavrucuğum? Su bedava, imam bedava, hâfız bedava, hoca bedava. Nedir, nedir yani bunların zoru, bu adamların? Bu babalarımızın zoru neymiş acaba? Allah desin çocuklarımız diye. Çocuklarımız Allah desin. Buymuş zorları. Câmi bedava, sen niye gelmiyorsun, neden yani niye cemaate çıkmıyorsun? Artık korkular geçdi. Eskiden cemaate çıkanın yolunu kesiyorlardı. Bazen eziyet ve cefa ile karşılaşabilirdin. Hem de öyle olsaydı ne çıkardı acaba? Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme îmân edenlerin karınlarına vura vura barsaklarını çıkardılar, dübürlerinden. Hazret-i Îsâ'ya îmân edenleri akın akın arenalara götürdüler, arslanlara parçalatdılar. Ne olurdu o kadar bir şey görseydin, cemaati terk etmeseydin? 

Ne oldu öyle sana. Sen cesur, kahraman, Livâ-yı Muhammedî'yi eline almış, yedi yüz sene İslâm hakkını ve Muhammed aleyhisselâmın hakkı ve hukûkunu korumuş bir milletin evlâdısın. Ne oldu sana! Korkak oldun, cübün oldun. Arslansın ama sirkde oynatıyorlar seni. Ne oldu kahramanlığın! Kanında var senin o, kanında cereyân ediyor. Çünkü o kan, o can, lâilâheillallah ile vaz' olundu. Yani ana rahmine sen besmeleyle düşdün, ana rahminde sen Ezan-ı Muhammedî'yi dinledin, ana rahminde anan Allah'a secde etdi sen de ananla Allah'a secde ettin. Doğdun kulağına ezan okudular, doğdun kulağına kâmet ettiler, ismini Muhammed ismiyle çağırdılar. 

Dön Cenâb-ı Hakk'a! "وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ve entümü'l-a'levne in küntüm mü'minîn". "Hakkıyla îmân ederseniz sizi âlî kılacağım" diyor Cenâb-ı Allah. Hakkıyla îmân etmek! Ama bizde savm gitmiş, salât gitmiş, zekât gitmiş, hac gitmiş, kendi nâkıs, noksân mantığımızla dîni ölçmeğe kalkmışız, kantar tartmamış, sapıtmışız. Allah diye nefsimizin peşine düşmüşüz, nefs-i emmârenin peşine. Allah'a ibâdeti, secdeyi bırakmışız, nefsimizin isteklerine kul olmuşuz, şehvetimizin uşağı ve eşeği olmuşuz, ona secde etmişiz. Yazık!

Bu son Cuma gibidir, Ramazan'ın. Haftaya Bayram dersi yapacağız. Belki de ömrümüzün son Cumasıdır. Geçen Cuma bizle beraber namaz kılan zâtın, dün namazını kılıverdik biz. Bir şeyi de yokdu hani. Rütbesi vardı. Dinlemezler rütbeyi filan. Kasası vardı. Hiç faydası yok! "يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ yevme lâ yenfe'u mâlün velâ benûn illâ men etallahe bi kalbin selîm". Hangi kalbde ki Muhammed Mustafâ'nın muhabbeti vardır, o kimse, kalb-i selîm sâhibidir, o kimseden başka kimse menfaatlanamaz yevm-i kıyâmetde, ne evlâdından, ne kasandan, ne kesenden, ne rütbenden. Belki kasan, kesen, evladın başının belâsı olacakdır yevm-i kıyâmetde, hakkıyla onlara riâyet etmedinse. Eğer rütbeni hakkıyla kullanmadınsa, adl ile iş görmedinse, rüşvetle iş gördünse, rüşvet alıp rüşvet verdirdinse eğer, hâlin harâbdır. O, belâ oldu senin başına, o rütbe. Felâketin büyüğü! O paralar öyle oldu, zenginlikler filan. 

Bu kalbin içindeki bulunan Resûl-i Ekrem'in sevmediği, Allah'ın sevmediği, Resûl-i Ekrem'in istikrah etdiği sıfatları kalbden çıkaracaksın. Uğraşacaksın buna.

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz saraya hâne mağmûr olmadan

Tecellî-i ilâhî olmaz. Resûl-i Ekrem'in muhabbeti lâyık olmaz kirli kalbe. O bir muhabbetdir ki evvelâ Allah O'nu sevmişdir. O muhabbeti kendi lâyık görürse sana verir o. Allah'ın sevgilisi. İşte öyle bir peygamber-i zîşânın ümmetisin sen. Kur`ân da O'na nâzil olmuş, Kadir de O'na nâzil olmuş. Haydi bakalım. 

Şimdi burada bazı şeyler söyleyeceğim ben, çok dikkatli olunuz. Kadir derslerini başka hocaefendilerden dinleyeceksiniz. Gene Kadir'den bahsedeceğim ama bizimki başka türlü. 

Kadir, 365 günden bir gündür. Aklı başında olan, hayâtının, ömrünün her gecesini Kadir bilir, Allah'a isyân etmez, günâh işlemez, ibâdet ve tâatda bulunur. Biz akıllılara hitâb etdik bunu. Çünkü Kadir, Ramazân'ın içinde mi dışında mı, kimse bilmez. "Efendi, yirmi yedisinde Kadir yapıyoruz". Onu da söyleyeceğiz. Üç tâne "Leyletü'l-Kadr", yirmi yedi yapar. Bazıları demişler ki, buna düşüyor demişler. Ondan bütün âlem-i İslâm yirmi yediyi kabûl etmiş. Resûl-i Ekrem'e sormuşlar, Ramazân'ın yirmisinden sonra tek gecelerde arayın demiş. Belki o seneye mahsûs olmak üzere Allah Resûlü böyle söylemişdi.

Kadir senenin bir gecesindedir. Yaz mıdır, kış mıdır, güz müdür, Ramazân mıdır, Bayram mıdır bilmiyoruz. Aklı başında olan kimse, her geceyi, yani hayâtının her gecesini Kadir bilir. "E peki Efendi, yirmi yedisinde yapıyoruz". Yaparız. Bütün âlem-i İslâm'ın kalbi bir olduğu için. O da gene bir gün evvel yapacaklar Araplar. Gene bozuldu aramız. Kalbler bir olunca, belki duâlar müstecâb olur. Belki yüzümüzün karasına, gönlümüzün yarasına Allah nazar eder.

Oruçlu mü'minlere Allah rahmet nazarıyla nazar etdi, ne korkuyorsun. Rahmetinden ümîdini kesme. Ağzın oruçluydu, duân kabûl oldu. Her nefesin Allah'ı tesbîh etdi, haberin var mı? Oruçluydun çünkü. Sevgili Allah'ının yolundan yürüdün, onun emrini dinledin, Resûl-i Ekrem'in yolundan yürüdün. Allah elbet seni ve beni kapısından boş çevirmeyecek, ümîdimiz böyle.

Allah'ı minnet altında bırakamayız. Yani yüz bin sene namaz kılsak, yüz bin sene oruç tutsak, bir kere semâya bakdığımız vakitde güneşi görmenin hakkını ödemiş olmayız Allah'a. Bin sene namaz kılsak, bin sene oruç tutsak. Böyle semâya baksan bir kerre güneşi görmenin hakkını Allah'a ödemiş olmazsın. O kereminden, lutfundan, ihsânından cennetler hazırlamış, ikramlar etmiş, vermiş. 

Şimdi Kadir'e girmeden, Kadir'e er sen. Her geceyi Kadir bil. Şunun gibi. Otuz odalı bir ev. Dinle, ben şimdi sana misâl vereceğim, kendi âcizâne misâlimle. Otuz odalı bir ev, odasının birisi cevâhirle dolu. Anahtarları verdiler sana. Ne yapdın? Otuz odayı açdın, mutlakâ o otuz odanın bir tânesinde o cevâhirlere sâhib olacaksın. Bir ay oruç tutan mü'min, eğer Kadir Ramazân'ın içindeyse, otuz gün oruç tutduğu için, çünkü gündüz oruç tutan gecesi namaz kılan mü'min Kadir'de, seksen küsur seneye muâdil, seksen küsur sene ibâdet ve tâata muâdil o gece, eğer Kadir Ramazân'ın içindeyse, otuz odayı da açdın yani otuz gün oruç tutdun, otuz gece namaz kıldın, bulursun defîneyi. Eğer hâriçdeyse, bir konak farzet, 365 odası var. 365 odayı açarsan, her gün böyle bir gün olarak, anlıyorsun değil mi ne demek istediğimi, mutlakâ defîneye nâil olursun. Yook, yalnız Kadir gününde ben bir oruç tutayım bakayım diyorsun, belki de isâbet etdirebilirsin, bilmiyoruz, çünkü Cenâb-ı Hakk saklamış.

Halk içinde evliyâsını, Kur`ân'da ism-i a'zamını, günah ameller içerisinde gadabını, sevâb ameller içerisinde mükâfâtını, rızâsını, Allah saklamışdır. Niye? Kur`ân'ı hep okusunlar, ism-i a'zamı bulsunlar diye. Zâten ism-i asgarı yokdur Hazret-i Allah'ın, hepsi ism-i a'zamdır. Bunun ne demek olduğunu bana tek tek sorarsanız haber veririm, şimdi burası yeri değil çünkü. İsm-i a'zamını bulmak için sen, Kur`ân'ı yukarıdan aşağıya okuman lâzım. Biliyor musun Kur`ân okumasını? Bilmiyorsun. Yazık! Vah vah vah! Yazık! Sevdiğin olsa senin Avrupa'da, Alman olsa, Fransız olsa sevdiğin, hemen onun lisânını öğrenmeye kalkarsın değil mi, yazısını öğrenmeye çalışırsın. Allah ve Resûlünü seviyorsun, niçin Kitâb'ını okumadın, öğrenmedin? İddiân bu senin sözde. Soruyorum. Öğren Kur`ân-ı Kerîm'i. İslâmda ilk emir "ikra"dır, "oku"dur. Oku! Ama Şeytan'ın ismiyle okuma, "اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ikra' bismi rabbikellezî halak", o Hâlık-ı A'zâm olan Allah'ın ismiyle oku bizde. Allah'lı bizim işimiz. Bizde okuma var, Allah'lı. Gönül Allah'lı, dil Allah'lı, göz Allah'lı, kulak Allah'lı, el Allah'lı, ayak Allah'lı, kalb Allah'lı. Allah'lı olacak bizde, Allah'sız olmayacak.

Gene iki cihân fahri, sallallahu aleyhi vesellem, "utlubul 'ilme minel mehdi ilel lahdi, beşikden kabre kadar ilim tahsîl ediniz" buyurmuşdur. Yani nefs ilmini öğreniniz, Allah'ı öğreniniz. Allah'ı Allah'ı Allah'ı öğreniniz! Eyvâh eyvâh eyvâh! Vâh vâh vâh vâh! "Men arefe nefseh fekad arefe rabbeh". Nefsini bilmeyen Allah'ı bilemez. Nefsinin aczini bilmeyen Allah'ın kudretini nasıl anlayabilir? İki türlüdür o nefsi bilmek. Bu işden anlayanlara söylüyorum. Bir. Nefsin aczini bilirsen, Hakk'ın kudretini anlarsın. İki. Nefsdeki bulunan yani insanda bulunan esrâr-ı ilâhîyi bilirsen Hakk'ı anlarsın. O kadar. Bu kadar söyledik, kâfî, bilenler için. 

İki. Bütün günahlardan kaçın. Allah'ın gadabı hangisinde bilmiyoruz. Bütün insanlara hürmet göster, onlara hüsn-i muamele et. Akrep gibi olma, dilinle sokma! Katır gibi olma, önüne geleni ısırıp, arkana geleni tepme! Velev ki karşındaki kâfir dahi olsa. Bak ne söylüyorum. Acı konuşma! Allah, Mûsâ Nebî'yi Firavun'a gönderdiği vakitde, "Yâ Mûsâ, Firavun ene rabbükümü'l-a'lâ dedi ben sizin büyük rabbinizim dedi, ona kavl-i leyyin ile söyle" diyor Cenâb-ı Allah, "yumuşak sözlerle, tatlı sözlerle söyle" diyor. "Onu Allah'a davet et" diyor.  Bak, Firavun Allahlık davâsında, Hazret-i Mûsâ oraya tatlı söz söylemek üzere gönderiliyor, tatlı sözle davete gönderiliyor. Gene, Habîb-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme, gene Kitâb-ı Kerîminde, "اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ ud'û ilâ sebili rabbike bi'l-hikmeti ve'l-mev'ızati'l-haseneti ve câdilhüm billetî hiye ahsen" buyuruyor.

Bugünlerde sadakâtı fazla veriniz, zekâtlarınızı dağıtınız ve fukarâya bakınız, bak hemen toplayacağım şimdi, cenneti satın alınız. Açları doyurun, çıplakları giydirin, yetîmlere, yoksullara ve hayır cemiyetlerine yardım ediniz, kimsesizlerin elinden tutunuz, ağlayanların gözyaşını siliniz. Cebine koyduğun, sakladığın parayı Allah yılan yapacak yevm-i kıyâmetde, peşinden seni kovalayacak mahşerde , "Ne kaçıyorsun benden" diyecek, "beni saklardın, kimse görmesin diye, ben senin sakladığın kıymetli malınım, şimdi yılan yapdı Allah beni". "Efendi, nasıl şey bu? Öyle şey olur mu, bu senin söylediğin saçma". Görmüyor musun senin belindeki tohumun bile yılan oluveriyor, oğlun yılan çıkıyor sonra sana. Allah dilediği vakitde senin tohumunu da yılan yapar sana, seni sokturur, kendi oğlunla, kendi evlâdınla . Allah yağmuru ateş yapar, ateşi su yapar. Allah kumu un, unu kum yapar. Allah meniden insan halk eder. Öldürür, diriltir. Her ân.

Fukarâyı kapılarınızdan boş çevirmeyiniz. "Efendi, bazısı sahtekâr". Bir tâne hakîkî fukarâ bulacağım diye yirmi tâne sahtekâra aldan. Bak ne diyorum! Bir tâne hakîkî fukarâ bulacağım, Allah rızâsını alacağım diye yirmi tâne sahtekâra aldan. 

Hani birisi gelmiş, Allah için Peygamber için isteyince, Hazret-i Şeyh Cenâb-ı Mevlânâ yani Mollâ-yı Rûm çıkarmış kesesini olduğu gibi vermiş. Demişler ki "Efendi, bu adam yalan yapıyor, seni kandırmak için yapdı bu işi böyle bu. Bu, Allah'a Peygamber'e inanmaz". "Biliyorum" dedi, "yalan söylediği için keseyi, parayı verdim. Hakîkî söylese canımı da verirdim Allah için" dedi.

Hazret-i Ömer ibn Hattâb öyle, radıyallahu anh. Kölelerinden kim namaz kılarsa onları âzâd ederdi Hazret-i Ömer. İsmi bak orada. Oraya yücelmiş. Orada kalmamış yalnız, tâ "fî mak'adı sıdk"a erişmiş. Allah'ın ismiyle beraber zikrediliyor. Kur`ân'da zikrediliyor kendisi. Kıyâmet gününe kadar böyle olacak, âhiretde de böyle olacak, öteki âlemde de. Kim namaz kılarsa kölelerini âzâd ederdi. Köleler de münâfık yani namaz kılmadıkları hâlde Ömer'e namaz gösterirler, radıyallahu anh, tek âzâd olsunlar. Demişler ki, "Yâ Ömer, bunlar  yalan yapıyorlar, seni aldatıyorlar" demişler. "Bırakın Allah için aldanayım" demiş. "Bırakın beni Allah için aldanayım" demiş. 

Hep Allah için aldandık, hep Allah için aldandık elhamdülillah, Allah için aldandık. Kapından fukarâyı boş çevirme, acı konuşma! Bir kıssa anlatacağım, derse nihâyet vereceğim. Belki bu kıssamla, insâfa gelecek olan zenginlerimiz vardır. Düğüm üzerine düğüm vurdukları, bankaya para üstüne para yatırdıkları, azıcık kıysınlar paralarına. Allah bankasına yatırsınlar. Daha fazla getirisi. Banka ne veriyor? Yüzde elli veriyor. Yüzde elli beş veriyor gâliba. O da gayr-ı meşrû, şübheli yani, sormak lâzım Diyânet Reisine. Allah bire yedi yüz veriyor, haydi Ramazân, bire yedi yüz, bire yedi bin veriyor Allah.

Bir müslümanın kapısını bir fakîr çalmış, bir Ramazân günü, böyle bir mukaddes kudsî günde. 

İyi dinle, bütün konuşduklarımın komprimesini sana veriyorum. İnşâallah anlarsın konuşduklarımı. 

Allah milletimize, devletimize zevâl vermesin, adl ile kâim olsun ve Hazret-i Ömer'in adâleti inşâallah Ümmet-i Muhammed üzerine kâim olsun. 

Duâ edin efendim. Oruç yiyenlere kızmayın, duâ edin onlar için de. "Cigarayı benim burnuma üflüyor filan". Sakın hâ, bırak öyle şeyleri. Pişkin ol biraz. Niye kızıyorsun öyle şeylere? Müslüman pişkin olur. Cigara üflemiş, ne olacak. Yuh borusu üflese ne olacak yani, yuh borusu üflese. Onlar hakkında Allah'a duâ ediniz, oruçluların duâsı kabûl. Âilende evinde Allah'a ibâdet etmeyenler varsa onların ibâdet etmeleri için Allah'a duâ edin. Kalbleri çeviren Hazret-i Allah'dır, kalbler çeviren.

Bir fakîr gelmiş, bir müslümanın kapısına, kapıyı çalmış. 

İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Başka şey düşünme, sonra düşünürsün, dışarı çıkdıkdan sonra. 

Demiş ki, "Ben çok fakîrim, bugün de mübârek bir gün, beni kapından boş çevirme hacı efendi" demiş. Hacıymış hâne sâhibi. Yâhud tezgah sâhibi, dükkân sâhibi. Komşusu da Yahudiymiş, Yahudi. 

Ehl-i Kitâb'dan iyi insanlar vardır. Burası yeri değil konuşmağa, neler zuhûr ediyor ama. Vakit baksana ne oldu, sizi geç bırakdım işinize gücünüze. Hacıya da her gelen istemiş, hacının burasına kadar gelmiş. Ramazan da kafasına vurmuş. "Ne istiyorsun?" demiş. "Yardım et bana, ben fukarâyım" demiş, "garîbim, akşama çorba param yok benim" demiş, "sana geldim, ilticâ etdim. Dîn kardeşimsin, haccü'l-harameynsin, Kabetullah'ı gördün, inşâallah Kabe'nin sâhibini de görürsün". "Aman bre! Keşke hacı olmasaydım, başımı ağrıttınız, illallah, defol git şuradan!" demiş. Kabe'yi yıkamayan hacı, İbrâhim'in yapdığı binâyı yıkamaz o, yıkmaması da lâzım, Allah'ın yapdığı binâyı yıkmış. Kalbi. Kırmış, yıkmış, devrimiş.

O adam gözyaşlarıyla oradan çıkmış. O komşusu Yahudi görmüş bunu, bu hâdiseyi, koşarak o müslümanın yanına gitmiş. "Gel bakayım buraya" demiş, "nedir senin zorun? Ne oldu da hacı seni kovdu?". "Hiç. Sen ne karışıyorsun?" demiş. "O benim müslüman kardeşim beni döver de kovar da. Sen ne oluyorsun". "Canım bırak bu kafayı şimdi, bana söyle, ne oldu, nedir, nedir, zorun ne?". Ağlıyor bir tarafdan da. Demiş ki, "Herhalde bir ihtiyâcın vardı, hacıya gitdin, hacıyı da çok kişi doğrusu taciz etdiler yani gece gündüz herifin kapısını çalıyorlar" demiş Yahudi. 

Ehl-i Kitâb'dan öyle kimseler vardır. Hepsi fenâ değildir. İblîsleri vardır ama insaflıları da vardır. O insaflılarına îmân nasîb olur. Onlar Kadir Gecesi ana rahmine düşmüşlerdir. Gene geldi Kadir Gecesi. Kefere-i fecereden kimin tohumu Kadir Gecesi ana rahmine düşerse o, îmân ile müşerref olur. Kadr'in berekâtındandır. Gene geldi Kadir meselesi. 

"Sen şimdi ağlama bakayım, gel buraya. Ben de insanım. Vâkıa gayr-ı müslimim ama insanım ben de. Şu parayı al, işini gör, istersen getir, ister getirme". Adamın da ihtiyâcı var, fukarâ müslümanın. Oradan o parayı almış, "Allah önüne çıkarsın" demiş, çıkmış gitmiş. "İnşâallah ben bu parayı kazanır sana getiririm" demiş. 

Efendim olacak ya, o akşam bir manâ görmüş bizim hacı efendi. 

"Efendim, rüyâ ile âmil olunur mu, olunmaz mı?". Bırak orasını sen. Rüyâ, vahyin kırk altıda bir cüzüdür. Rüyâ-yı sâdıka vardır, rüyâ-yı kâzibe vardır. Bu rüyâ-yı sâdıkaymış demek ki. Şimdi çıkacak meydana. 

Bir rüyâ görmüş hacı. Kıyâmet kopmuş, insanlar ikiye ayrılmışlar, bir kısmı cehenneme, bir kısmı cennete. Bu hacı efendi de cennet yolunu tutmuş, gidiyor. Bir köşk. Köşk ama bildiğin İstanbul'daki bulunan Bağdad Caddesindeki köşklerden değil. Duvarının bir tuğlası altun, bir tuğlası gümüş. Toprakları miskden. Kapılar, zebercedlerle, yâkûtlarla, zümrüdlerle, pırlantalarla işlenmiş. 

Cennet bu. Size verilecek. Hattâ Resûl-i Ekrem gördü, Cebrâil'e sordu, bir kızıl yâkutdan köşk gördü, saray gördü, Cebrâil'e sordu, "Bu hangi peygamberin köşküdür Yâ Cebrâil?". "Yâ Resûlallah, bu peygamber köşkü değildir. Bir müslüman, bir a'mânın kolundan tutup, karşıya geçirse, Allah onun sevâbına bu köşkü ona verecekdir" dedi. Müslümansın, mü'minsin bir defa evveliemirde. Cennet babamızın evidir, Âdem aleyhisselâmın, babamızın evine gireriz biz.

Bir köşk, hacının ismi köşkün üzerinde yazılı. "Bu köşk Hacı Fevzi Efendi'nin" diye yazılı. Tabela. Herkesin künyeleri yazılı köşklerin üzerinde. Hacı içeri girmek istemiş, iki melek gelmiş, demişler ki hacıya, "Düne kadar bu köşk senin idi. Dün sen o fukarânın kalbini kırdın. Cenâb-ı Hakk bu köşkü komşun olan Yahudi Avram'a verdi". İsmini silmişler, Hacı Fevzi Efendi'nin yerine, Avram'ı koymuşlar, Avram'ın ismini. Fesübhânallah!

Uyanmış hacı. Yapdığına nâdim, pişmân olmuş. Ne yapayım, ne yapayım? Kafayı işletmiş. Herhalde balık kafası yedi, fosforu fazla oldu. Doğru Yahudi'nin kapısına ertesi günü. "Gel Avram buraya, dün sen bizim fukarâya ne verdin bakayım? Sana bir fukarâ gelmiş buraya, ne verdin?". Ucuz bir şey, çok ucuz bir para. Meselâ bugünün parasıyla, "beş yüz lira verdim", yâhud "yüz lira verdim" demiş. "Al şu yüz liranı". "Yok" demiş Avram, "o hayrı ben yüz liraya vermem" demiş. "Al beş yüz", "Al beş bin", "Al elli bin", "Al yüz bin", "Al iki yüz bin", "Al on milyon", "Al yirmi milyon", çıkmış milyona. Yahudi demiş ki, "Yüz milyon versen gene vermem" demiş. "Niye vermiyorsun?". "Senin gördüğün köşkü ben de gördüm" demiş, "ve bana yazıldı o" demiş. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyerek îmânını izhâr eylemiş. 

Ey mü'minim diyen, Muhammedîyim diyen, Muhammed aşkıyla gönlü, kalbi çarpan kişi! "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" demeyince cennetin kapısı açılmaz. Miftâhı, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah"dır. Mücerred "Lâilâheillallah" kapıyı açmaz, ille Muhammedü'r-Resûlullah" olacak. 

Onun için Avram okuyuvermiş anahtarı. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". O öyle bir anahtardır ki cehenemin yedi derekesini kilitler, cennetin sekiz derecesini feth ü küşâd eder.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 1 Temmuz 1983 (20 Ramazan 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön