15 Ağustos 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
Her tecellî Zât-ı Hakk'ın zerre yok hâşâ 'abes
Hakk'a nâzır vechini gör görme hiç eşyâ abes
Kâinâtda her ne varsa, her ne oluyorsa hepsi Hakk'ın tecelliyâtının eseridir. Bu yüzden hiç bir şey abes değildir. "لَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ" âyet-i kerîmesi bu hakîkati beyân eder. Mesele bütün eşyâ ve fiillerde Hakk'ın esmâ ve sıfat tecellîlerini görebilmekdedir.
Zıll-i zâil sûretinden görünen envâr-ı Hakk
Sırr-ı "lâ mahbûb"u bul kim 'âleme sevdâ 'abes
Cenâb-ı Hakk'ın esmâ ve sıfâtı eşyâ ve fiillerle ile perdelenmişdir. O perdenin arkasını görebilen için eşyâ ve fiiller yok, onların kendisinden zuhûr ettiği zât yani Hakk vardır. Bu yüzden ârifler katında Hakk'dan başka sevgili yokdur. Tevhîdin bu mertebesi "Lâ mahbûbe illallah" cümlesi ile ifâde edilir. Bunu bilen nasıl olur da Hakk'dan gayrısına gönül verir?
Bâb-ı Hakk'da abd-i memlûk bende-i mes'ûlsün
Hizmet-i teklîf-i bâb-ı nefs-i bed-fermâ 'abes
Hakk'ın has kulu olabilmek için dâimâ Hakk'ın hizmetinde bulunmak lâzımdır. Nefsine kul olanların Hakk'a kulluk da'vâsı hem yalan hem de abesdir. Zîrâ bir kölenin iki efendisi olamayacağı gibi bir kulun da iki ilâhı olamaz. Tevhîdin bu mertebesi "Lâ ma'bûde illallah" cümlesi ile beyân edilir.
Devlet-i bî-intihâdır 'aşk-ı Mevlâ-yı mu'în
Lahza gâfil olma Hakk'dan rağbet-i dünyâ 'abes
Hakk aşkı, bir kul için en büyük şeref, en büyük pâyedir. Hakk'a âşık olan nasıl olur da Hakk'dan gâfil olabilir? Hakk'ı seven nasıl olur da Hakk'dan gayrısına muhabbet besler? Aşk, insanın mâsivâdan alâkasını keser, insanı Hakk'a bağlar. Kula bundan daha büyük bir lutuf olabilir mi?
İmtihân-ı mûcib-i ihsânıdır her ibtilâ
'Ayn-i ihsân ibtilâdan nefret ü şekvâ 'abes
Başa gelen belâlar da birer ni'metdir. Zîrâ her hususda olduğu gibi maneviyatda da ilerleme, ancak zahmetle ve meşakkatle olur. Belâ ve musîbetler kulu Hakk'a döndürür, Hakk'a yaklaştırır, Hakk'a iletir. Öyleyse belâ ve musîbetlerden şikâyet etmek de abesdir.
'Âlem-i dünyâda te'mîn eylemiş her emri Hakk
Eyle tefvîz u tevekkül fikret-i ferdâ 'abes
Bütün mükevvenât Cenâb-ı Hakk'ın yed-i kudretindedir, Allah her şeyi dilediği gibi yapar. O'nun irâdesine mukâvemet edebilecek bir varlık ya da kuvvet yokdur. Öyleyse insan kendisinde bir güç vehmetmemeli ve her işini Hakk'a ısmarlamalı ve sadece Hakk'a güvenmelidir. Zîrâ fiiller her ne kadar bizim elimizden zuhûra gelse de hepsi Hakk'ın irâdesi ve yaratmasıyladır. Tevhîdin bu mertebesi "Lâ fâile illallah" cümlesi ile ifâde edilir.
'Ârif olan zerrece meyl eylemez dü 'âleme
Terk-i âlî eyleyüp bil rağbet-i ednâ 'abes
Ârifler ne dünyâya ne de âhirete rağbet ederler. Onların tek maksadı ve tek arzusu Hakk'dır. Nitekim âriflerin virdi "İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî" cümlesidir. "Lâ maksûde illallah" cümlesi de aynı hakîkati ifâde eder.
Çün ki "lâ mahbûbe illâ Hû"dadır kenz-i ezel
'Aşk-ı Mevlâ'dır hakîkat kıssa-i Leylâ 'abes
Hakk'ın kâinâtı yaratmasının hikmeti muhabbetdir. Allah, bütün mükevvenâtı insan için yaratmış, insanı da kendisi için yaratmışdır. Aşk ile kulunu kendisine cezbeden de Allah'dır. Mecâzî aşklar da buna bir vâsıtadır. Zîrâ bütün aşklar Allah'adır. Mecâzî aşkda ma'şûk, Hakk'a perde olmuşdur. Çünkü ma'şûkdan zâhir olan güzellik, Hakk'ın tecelliyâtıdır.
"Küllü şey'in hâlikün"de kalma "illâ vech"i bul
Sâmiyâ fânî vücûd ol lafz ile da'vâ 'abes
Tevhîdin en üst mertebesi "La mevcûde illallah" cümlesi ile ifâde edilir. "وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ " âyet-i kerîmesi de bu hakîkati beyân eder. Zîrâ "Küllü şey'in hâlikün illâ vecheh" demek, her şey yok hükmündedir bir tek Allah vardır demekdir. Tevhîdin bu mertebesine erişebilmek var zannettiğimiz benliğimizden fenâ bularak Hakk'ın varlığında yok olmakla mümkündür. Bu mertebe ermeyen kimsenin "Lâ mevcûde illallah" diyerek lafzen tevhîd etmesi abesdir.
Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kuddise Sırruh