18 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Bütün mahlûkât-ı ilâhiyye, cemâdât, yani cansızlar, onlar da cansız değildir, canlıdır ya, cansızlar, nebâtât, ağaçlar, çiçekler, otlar, hayvanlar, insanlar, melekler, cinniler, bütün mahlûkât-ı ilâhiyye, Cenâb-ı Hakk'ı tesbîh etmekdedir. Hattâ kâfir dahi. Kâfirin, kendisi haberi olmadan, vücûdunun varlığı Hakk'ı tesbîh eder. Çünkü Allah, Kitâb-ı Kerîminde "Hiç bir şey yokdur ki beni tesbîh etmesin fakat siz onların tesbîhini anlayamazsınız" diyor.
Anlayanlar da var tabii. Kimin kulağından gaflet pamuğunu çıkardıysa Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, mevcûdâtın tesbîhini işitir. Bir tânesini söyleyiverelim. Hayder-i Kerrâr, Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber Hazret-i Ali kerremallahu vecheh diyor ki, "Biz Resûl-i Ekrem ile berâber Medîne hâricine çıkdığımız vakit, taşların ve ağaçların Resûl-i Ekrem'e selâm verdiğini, ben duydum" diyor.
"Efendim, taş konuşur mu?" Bunları bırak bunları. Senin ve benim aklıma göre, akl-ı meâşa göre konuşmaz ama, Allah dilediğini yapar, dilediğini konuşturur, dilediğini konuşturmaz. Zâten zamânımızda küfür kapıları seddolunmuşdur. Herşey konuşuyor, konuşmayan bir şey yok. Yalnız işitmek için sağır olmamak gerek.
Gene Huzûr-i Saâdet'e birgün Ebû Cehil gelmiş, elinde bir takım şeyler var, böyle yummuş, Peygamber'e demiş ki, "Yâ Muhammed!", sallallahu aleyhi vesellem, "Avucumdakini bilirsen sana îmân edeceğim" demiş. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, buyurdular ki, "Ben gaybı bilmem, gaybı Allah bilir. Ebû Cehil güldü, "Hani istikbâlde kıyâmetden, cennetden, cehennemden, suâlden, mîzândan haberler veriyorsun ya! Elimdekini dahi bilmiyorsun benim". Akıllı herif, doğru söylüyor. İyiki söylemiş, ki biz de bunlara muttali olduk, îmânımız kemâle erdi.
Hani, Mirâc geçdi ama söylemeden geçemeyeceğiz, Mirâc sabâhı Peygamber'e geldi Ebû Cehil, "Yâ Muhammed, sen Mekke'den Kudüs'e gitdin mi?", "Gitdim". "Ordan semâya çıkdın mı?", "Evet çıkdım", "Kalk ayağa", Efendimiz ayağa kalmış. "Kaldır bir ayağını yerden", kaldırdı. "Öteki ayağını da yerden kaldır bakayım", "Düşerim" dedi Peygamber. "E sen semâya çıkıyorsun da yerden bir karış kalkamıyorsun, bu nasıl iş?" dedi. Akıllı!
Akl-ı meâş, herkesde vardır ama akl-ı meâş, ata binip denizin kenarına kadar götürür adamı, denizden öte götürmez. Misâli böyle. Bu, akl-ı meâd, aşk, Allah'ın kudretine inanma meselesidir. Efendimiz dedi ki, "Ben şimdi kalkarsam, düşerim ama, o mirâcda ben gitmedim, ben havalanmadım, Allah beni götürdü".
O kâdir değil mi? Hani seni ve beni bir katre menîden halk eden, koca ecrâm-ı semâvâtı, ayları, yıldızları, direksiz tutan Allah'a bunu çok mu görüyorsun? Gökde güneşi ne tutuyor acaba? Direk mi var üzerinde, zincirle mi bağlamışlar? Yıldızlar da öyle milyonlarca! Senin aklının, benim aklımın bilmediği, makinaların tesbît edemediği daha nice yıldızlar var semâvâtda. Bunlar, bir emirle halk olunmuş, "kün" emriyle. "ve izâ erâde şey'en en yekûle lehû kün fe yekûn". Allah bir şeyi murâd etdi mi, o şeye "ol" der, o şey olur. Ama Allah murâd etmezse olmaz. Sen şimdi uçamazsın ama tayyâreye bindin mi gidiyorsun. Bak, kulların yapdığı tayyâre seni kaldırıyor. Güzel. Allah'a tayyâre kuvveti kadar kuvvet vermeyecek misin? Kullar bir kişiyi değil, baksana beş yüz kişiyi tayyâreye doldurup götürüyorlar.
Peygamberimiz, "Ben gaybı bilmem" dedi. Dedi ki Ebû Cehil, akıllı adam, "Sen kıyâmetden, mahşerden, suâlden haberler veriyorsun. Ölecekmişiz, dirilecekmişiz, mahşere sürüklenecekmişiz, bu dünyâda yapdıklarımızın hesâbını Allah'a verecekmişiz, cehennem varmış, cennet varmış, filan, bunları haber veriyorsun ya". Efendimiz buyurdular ki, "Onları bildiriyor Allah, biliyorum. Bunu şimdilik bildirmedi, bilmiyorum" derken Cebrâil aleyhisselâm nâzil oldu. "Sor Habîbim, Ebû Cehil'e, avucundakiler mi seni bilsin, sen mi avucundakileri bilesin". Efendimiz dedi ki, "Şimdi Hakk Teâlâ bana bildirecek, avucundakiler mi beni bilsin, ben mi avucundakileri bileyim?. Allah bana böyle diyor, böyle vahyolundu" dedi. Ebû Cehil akıllı ya, "avucumdakini bil" dese, Peygamber belki atar tutar, tesâdüf etdirir, ama taşın konuşması onun için muhaldir. Ona göre taş konuşmaz. "Avucumdaki seni bilsin" dedi. Başladı avucundaki taşlar, "Ente Resûlullah, Ente Resûlullah, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" demeye, kâfirin küfrü artdı. "Ente sahhârun azîm, sen büyük sihirbazsın" dedi, elindeki taşları atdı ve kaçdı gitdi. İmkânı yok!
Çünkü îmânda da istidâd lâzımdır. Herşeyde istidâd lâzımdır. İstidâdı olmayan adam, îmân edemez, yapamaz bir şey. Îmânda istidâd şartdır. Bak bir ateş alıyoruz, tahtanın üstüne koyuyoruz, yakıyor. Aynı ateşi başka bir şeyin üzerine koyuyoruz, yakmıyor. Herşey de böyle. Sesi çirkinmiş herifin, sesi güzel olsun diye, ilaç yutuyor. Olmaz! İstidâd şartdır. İstidâd şartdır, îmânda da istidâd şartdır.