Hicretin Esrârı

11 Şubat 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf
Muhakkak ki Resûl-i Ekrem Efendimizin hayâtında ehl-i sülûk için nice dersler, nice ibretler, nice hikmetler vardır. Bunlar arasında hicretin ayrı bir yeri vardır. Çok mühim bir hâdisedir hicret. Üstelik hicretin yalnız kendisinde değil, öncesinde ve sonrasında da pek çok hikmetler vardır. Dikkat edilirse hicrete kadar geçen zamanda, başda Resûl-i Ekrem Efendimiz olmak üzere bütün mü'minler büyük eziyet ve cefâya marûz kalmışlar ve yapılan zulümlere karşılık vermemişler, kaçıp gitmemişlerdir. Dâimâ sabretmişler ve ölümü bile göze almışlardır. Halbuki yapılan eziyet ve cefânın haddi hesâbı yokdur, insanın sabır ve tahammülünün ötesindedir bu eziyetler.  Allah dileseydi hicret emrini en başda da verebilirdi. Yâhud bir mucize ile hem peygamberini hem inananları kurtarabilirdi. Öyle yapmadı, sabretmelerini istedi. Peki nedir bunun hikmeti?
Hikmeti şu ki, kemâle giden yolda mücâhede şartdır, sabır şartdır. Bütün bu eziyetler, cefâlar sâlikin bidâyet-i hâlindeki mücâhedesine ve halkdan gelen ezâya cefâya sabrına tekâbül eder. Hiç şübhe yok ki, Cenâb-ı Hakk'ın cemâli celâlinde gizlidir. Zîrâ bütün ilerlemeler hep meşakkatle olur, derdle olur, ıztırabla olur, ister maddî, ister manevî. Rahatda hiç bir ilerleme olmaz, ne dünyevî ne de uhrevî husûsularda, ne maddî konularda ne de manevî hayâtda.

Hicretin kendisine gelince. Hicret, vatanı terk, malı mülkü terk, alışkanlıkları terk, arkadaşları, tanışları terk demekdir. Sâlik de sülûkünün bir safhasında uzlet ve halvet yoluyla bunu yapmalıdır. Hicret emr-i ilâhî ile, izn-i ilâhî ile olmuşdur. Sâlik de uzleti ve halveti kendi arzusuyla yapamaz, mürşidinin emri ve izniyle yapar. 

Hicretin netîcesinde mü'minlere râhata ve refaha erişdiler, saâdete kavuşldular. Bütün fetihler de hicretden sonra oldu. Pek çok zahmetler çekildi ama netîcesi rahatlık oldu. Bunun da hikmeti sâlikin uzun uzun mücâhedelerden sonra nefse gâlib gelerek, kalb kalesini fethe muvaffak olması ve saltanat-ı maneviyyeye kavuşmasıdır.

Bakınız bu husûsda büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri ne buyuruyor :

Lâ-cerem Yûsuf dahi eziyyet-i ihvân ile mübtelâ olup çâha tarh olundu, Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ashâbıyla küffâr-ı Kureyş yüzünden şi'b-i Ebî Talib'e nefy olunup ba'dehû Mekke’den ihrâc olundukları gibi. Ve bu ezâ ve cefânın Yûsuf’a göre gâyeti nübüvvet ve Azîz-i Mısr olmak oldu ve Arz-ı Ken'ân'dan hurûcu ve vâlidi Ya'kûb'dan müfârakati ona zarar vermedi. Zîrâ hızâne-i Ya'kûb'da oldukça hüküm Ya'kûb'undur. Pes, te'ayyün-i hilâfet müfârakat iktizâ etmeğin nice müddet ondan cüdâ oldu ki ba'zı rivâyâtda kırk senedir ki ibtidâ-i nübüvvet ve intihâ-i makâm-ı fenâdır. Ve Cenâb-ı Nübüvvet'e, aleyhi’s-salâtü ve's-selâm, göre nihâyet-i ezâ ve cefâ tecellî-i zât ve saltanat-ı ma'neviyye-i kübrâ oldu ve Arz-ı Mekke'den hicreti ona sebeb-i tefrîka olmadı, belki bâ'is-i cem'iyyet oldu ki hazarât-i ensâr, radıyallâhu anhüm, tahte'l-livâsında olup fütûh-i sûriyye ve ma'neviyye husûle geldi. Ve gurbet-i Yûsufiyye ve Muhammediyye’nin encâmı bir nev'-i vatan oldu ki vatanda olanlar ol vatandan âgâh olmayıp âhir gurbet ve firkatde kaldılar.


Listeye geri dön