8 Ekim 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mesnevî-i Şerîf'deki hikâyelerden biridir :
Hikâyecinin biri, etrâfına halkı toplamış, terzilerin hîlelerini, hırsızlıklarını anlatıyormuş, müşterilerin getirdiği kumaşları el çabukluğu ile nasıl parçaladıklarını, kendilerine o kumaşlardan parçalar ayırdıklarını filan söylüyor, terzi esnafının hâinliklerini sayıp döküyormuş. Dinleyenlerden biri fenâ hâlde hiddetlenmiş ve sormuş "A hikâyeci" demiş, "Söyle bana bu şehirde hîlede, hıyânetde en usta terzi hangisi?". Hikâyeci, "Pûr-i Şoş derler bir terzi var, hırsızlıkda ve el çabukluğunda onu geçen yokdur" demiş. Adam demiş ki, "Bahse girerim ki, benden bir iplik bile çalamaz o" demiş. Orda bulunanlar, "Senden daha akıllı nice kişileri mat etdi o, sakın bahse girmeye filan kalkma, iddiânda yüksekden uçma. Aklına da hiç güvenme, çünkü onun hîleleri senin aklını başından alır" filan demişler, adamı tahrik etmişler. Adam daha da kızmış, "Benden hiç bir şey çalamaz o" demiş. Adamın malına tamah edenler, onu daha çok tahrîk etmişler, iyice kızdırmışlar. Adam iyice hırslanınca, bahis için atını öne sürmüş, "Şu Arap atım sizde rehin kalsın, eğer terzi benden bir şey çalabilirse, bu kıymetli at sizin olsun, yok eğer çalamazsa sizden bir at alırım" demiş. Bıyık altından gülerek "Peki" öyle olsun demişler.
Adam sabahleyin kıymetli bir atlas kumaşı koltuklayıp terzinin dükkanına gitmiş, içeri girerken selâm vermiş. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını almış, "Hoş geldiniz, safâlar getirdiniz" diyerek güleryüzle tatlısözle karşılamış onu. Terzi adama öyle bir hürmet göstermiş, öyle bir alâka göstermiş ki, adamın gönlüne sevgisini yerleştirmiş. Adam sanki daha önce kızdığı kişi o değilmiş gibi terziye karşı birden yumuşayıvermiş ve koltuğundaki atlası önüne atmış. "Bana bundan savaş için bir kaftan biçmeni istiyorum. Belinden aşağısı bol, yukarısı dar olsun. Belden yukarısı dar olsun ki üstümde güzel dursun. Aşağı tarafı bol olsun ki cenk ederken ayağıma dolaşmasın". Terzi, "Hay hay efendim, bâşüstüne, nasıl emrederseniz öyle yaparım" diyerek adamı iyice rahatlatdıkdan sonra, çabucak kumaşı ölçmüş, bakmış ne kadardan bir kaftan çıkarabilirim diye. Sonra adamı lafa tutmuş. Başlamış anlatmaya, neler neler anlatmış, adamı güldürmek için ne latîfeler, ne hikâyeler anlatmış. Bir tarafdan hikâye anlatırken bir tarafdan da başlamış kumaşı kesmeye. Adam terzinin hikâyelerine kahkahalarla gülüyor, gülmenin şiddetinden gözleri kapanıyor, terzinin el çabukluğu ile çaldığı kumaş parçalarını göremiyormuş. Adam hikâyelerin tadından girdiği bahsi filan unutmuş. Atlas neymiş, bahis neymiş, atı kime rehin bırakmış, hepsi gitmiş aklından. Âdetâ zevkden sarhoş olmuş adam, kendinden geçmiş. Hattâ iş o raddeye gelmiş ki, adam bir hikâyeyi bitirince, ona yalvarmaya başlamış, "Ne olur bir tâne daha anlat" diye. Terzi de hikâyelere devâm etmiş. En sonunda adam gülmekden arka üstü yıkılmış. O sırada terzi kesdiği kumaşın parçalarını birer ikişer tezgahın altına saklıyormuş. Adam "Daha anlat, daha anlat" diye ısrar edince, terzi insâfa gelmiş ve kendi kendine demiş ki, "Amma da gülme meraklısı bir herifmiş bu, zararından ziyânından haber yok". O sırada adam, "Allah aşkına, bir hikâye daha anlat" diye kendisine yalvarıyormuş.
Hazret-i Mevlânâ hikâyeye ara vererek buyuruyorlar ki :
A kendisi masal olmuş, varlıkdan geçmiş olan adam! Ne zamana kadar masal dinleyeceksin! Senden daha gülünç masal mı var! Git de harâb olmuş kabrinin yanı başında dur. A bilgisizlik ve şübhe mezarına düşmüş kişi! Ne zamana kadar feleğin masalının, hikâyesinin peşinde olacaksın? Ne vakte kadar şu dünyânın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzeninde kaldı, ne de cânın. Herkesin terzisi olan felek, yüz yaşındaki bebeklerin elbiselerini yırtar, diker. Aşağılık ve zâlim bir arkadaş olan şu felek, senin gibi yüz binlerce kişinin yüz suyunu dökdü. Onun latifesi, bağlara bahçelere bir letâfet verir ama kış gelince verdiği şeylerin hepsini yele verir. İhtiyar oğlancıklar, o uğuru ve uğursuzluğuyla latîfe yapsın diye dilenmek için önünde oturmuşlardır.
Hazret-i Mevlânâ tekrar hikâyeye dönerek buyuruyor ki :
Terzi demiş ki, "A hadım! Vazgeç bu sevdâdan. Bir lâtife daha söylersem vay senin hâline. Sonra kaftanın dapdaracık olur. Hiç kimse kendi kendine böyle iş işler mi? Neye gülüyorsun? Bu işin sırrını bilseydin, güleceğin yerde kan ağlardın".
Hazret-i Mevlânâ hikâyedi remzleri de şöyle îzâh buyuruyorlar :
Gurur terzisi, ömrünün atlasını, ayların makasıyla parça parça kesip aldı. Sen ise, "Yıldızım, bana durmadan şakalar yapsaydı, dâima kutlu olsaydı" diye temennî etmekdesin. Onun uygunsuzluklarına, cilvesine, kînine ve âfetlerine öfkelenirsin. Onun susmasından, kutsuzluğundan, darlığından, kînciliğinden pek çok incinirsin. "Neşe Zühre'si niçin raks etmiyor?" dersin. Ama onun kutluluğuna ve kutlu raksına çok güvenme. Yıldızın sana, "Şakayı biraz daha artıracak olursam seni büsbütün aldatırım" der. Sen şu yıldızların sahteliğine bakma da o sahtekâra duyduğun aşka bir bak a bayağı kişi!