12 Ocak 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Hırka-i Saâdet Dâiresinde yirmi dört saat üç yüz altmış beş gün fâsılasız Kur`ân okunması âdeti, Osmanlıların yüksek irfânını gösteren benzersiz bir tatbîkâtdır. Malûm ya, bu Topkapı Sarayındaki bu dâire Peygamberimiz'den kalan yâdigârların muhâfaza edildiği yerdir. Burada dört Has Oda görevlisi nöbet tutar ve devamlı Kur`ân okurlardı. Bu güzel âdet, salatanat ilgâ edildiği zaman terk edilmişdi ve zaman içinde tamâmen unutulmuşdu bu âdet.
1980 senesinde, güzel bir gelişme oldu. Peygamber sevdâlılarının teşebbüsleriyle idâreciler iknâ edildi ve kısmen de olsa yeniden başlatıldı bu tatbîkât. Bu güzel âdetin ihyâ edilmesine vesîle olanlardan biri de fakîr'in merhûm pederidir. O zamanlar yüksek bir mevkide bulunmasa da itibarlı bir devlet memuru olan merhûm peder, Mürşid-i Azîzimiz Muzaffer Efendi Hazretlerinin teşvîkleriyle devlet erkânı nezdinde bir takım teşebbüslerde bulunmuş ve bi inâyetillahi teâlâ muvaffak olmuşdu bu işe. 1980 senesi Ramazân-ı Şerîfinin ilk günü olan 13 Temmuz 1980 tarihinde bir merâsim yapıldı ve o günden itibaren Hırka-i Saâdet Dâiresinde Kur`ân tilâveti yeniden başladı.
Önce Diyânet'e bağlı bir eğitim merkezinden kıraatı düzgün hâfızlar seçildi ve Topkapı Sarayı Müzesinin açık olduğu saatlerle sınırlı olmak üzere Kur`ân okutturuldu bu hâfız efendilere. Sonra müftülüklerce seçilen yedi imam efendi tarafından yürütüldü bu hizmet. 25 Ekim 1996 târihi itibarıyla da eskisi gibi yirmi dört saat boyunca Kur`ân okunmaya başlandı.
Yahyâ Kemal'in, 1922 senesinde kaleme aldığı Ezân ve Kur`ân başlıklı yazısındaki şu satırlar ne kadar da manidardır :
Yine bir gün pâdişahlarımızın Topkapı Sarayında Revan Köşkünü ziyâret ediyordum, uzakdan Kur`ân okunuyordu, yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken nereden geldiğini ziyâretimde rehber olan zâta sordum. Dedi ki, "Hırka-i Saâdet Dâiresinden geliyor".
Peygamberimizin hırkasını sakladığımız cennet gibi yeşil bir odanın türkkârî penceresi önünde durduk. İçerde iki hâfız vardı. Biri ellerini kavuşturmuş gözlerini yummuş oturuyordu, diğeri diz çökmüş müsterih ve yüksek bir sesle okuyordu, rehberime sordum, "Hırka-i Saâdet önünde Kur`an ne zaman okunur?". Dedi ki, "Dört asırdan beri her saat, geceli gündüzlü".
Yavuz Sultan Selîm'in Hırka-i Saâdet'i Mısır'dan getirip bu odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hâfız nöbetle Kur`ân okur. Türk târihinde bir dakîka bile buradaki Kur`ân sesi kesilmemişdir.
Gezintilerimde bir hakîkat keşfetdim. Bu devletin iki ma'nevî temeli vardır. Fâtih'in Ayasofya minâresinden okutduğu ezân ki hâlâ okunuyor, Selîm'in Hırka-i Saâdet önünde okutduğu Kur`ân ki hâlâ okunuyor.
Eskişehir'in, Afyonkarahisar'ın, Kars'ın genç askerleri! Siz bu kadar güzel iki şey için döğüşdünüz.
Yahyâ Kemâl 1921 senesindeki bir yazısında da aynı mevzûya temâs eder, bu hâtırasını anlatır ve yazısını şu manidar cümlelerle bitirir :
Bu gece bu saat ben burada bu satırları yazarken Hırka-i Saâdet Dâiresinde Kur`ân okunuyor. Siz bu saat benim bu satırlarımı okurken Hırka-i Saâdet Dâiresinde Kur`ân okunuyor. Tam dört yüz seneden beri de böyle fâsılasız okunmuş.
O günden beri bu düşünce bir saat rakkası gibi hâfızamda sallanıyor. O günden beri hilâfetin Türk kalbinde ne kadar derin bir temeli olduğunu duydum. Hilâfet makarrı olan İstanbul'da böyle bir makâmın yanında dört asırdur durmamış bir Kur`ân sesi olduğunu bilmezdim. Nice Türkler, hattâ nice İstanbullular da bilmezler. Bu sarayın içinde dört yüz seneden beri olmuş ihtilâller, hal'ler, kıtâller, bu Kur`ân sesini bir an susduramamışdır. Bu hâdiseyi idrâk etdikden sonra, İstanbul'dan niçin çıkarılmıyoruz, bu şübheyi halleder gibi oldum.
Dikkatinizi çekerim, bu yazılar İstanbul'un işgâl altında olduğu dönemde yazılmışdır.