18 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Mûzilü'l-Ahzân nâmındaki kitâbında buyuruyorlar ki :
Ba'de'l-işrâḳ bu mısra'-ı laṭîf vârid oldu ki,
Hâba varmak hûbdur ammâ ki ba'de'l-intibâh.
Burada intibâh, iki ma'nâya mahmûldür. Biri salât-ı teheccüd içün menâm-ı hissîden bîdâr olmakdır. Ve biri daḫi hâb-ı gafletden uyanmakdır. Pes evvelkiye göre demek olur ki kaylûle etmek, geceyi iḥyâ edene göredir. Nitekim ʿâdet-i selef-i sâlihîn ve belki sünnet-i seyyidü'l-mürselîndir.
Ve hatemü'l-evliyâ radıyallahu anh buyurmuşdur ki "Sünen-i nebeviyyenin cümlesin ihyâ etdim, hemān bir sünneti benden fevt oldu. Ve ol sünnet budur ki Cenâb-ı Nübüvvet, kerîmesi Fâtıma radıyallahu anhâ ḫânesinde ḳaylûle ederdi. Benim ise kızım ve dâmâdım olup hânelerinde kaylûle etmek müyesser olmadı". Yani gerçi kızları oldu ve lâkin ḳable't-tezvîc intikâl eylediler. İşte bu takrîrden iki fâide hâsıl oldu. Fefhem cidden. Ve hâtemü'l-evliyâdan sünnet-i mezkûre fevt olmaḳ gayret-i ilâhiyye bâbındandır. Cenâb-ı Nübüvvet'in makâm-ı vesîleye vusûlü du'â-yı ümmete menût olduğu gibi ki bu daḫi bâb-ı meẕkūrdandır. Fa'rif cidden.
Ve bundan fehm olundu ki iḥyâ-i leyl etmeyenler için ḳaylûle yoḳdur. Zîrâ ḳaylûle, bakıyye-i menâmı tekmîl ve kıyâmdan hâsıl olan fütûru izâle ve tecdîd-i neşâṭ içindir. Gâfilde ise bu ma'nâ mefḳûddur ve hâb hâb üzerine olmaḳ taglîz-i hicâb ve teksîf-i tab'a bâ'isdir. Anın içün taklîl-i gıdâ ve ṣamt ve halvet ve seher ve emsāli ile riyâzat ve mücâhede ederler tâ ki terḳîḳ-i hicāb ile mütâla'a-i 'ilm-i gayb etmek müyesser ola. Nitekim şurûtun ba'zısı Vessîletü'l-Merâm nām kitâbımızda meşrûḥdur.
Ve ikinciye göre demek olur ki, gerçi menâm-ı hissî dahi ḫoşdur. Zīrâ sebeb-i râhatdır. Fe-emmā ḫoş olduğu gafletden bîdâr olduḳdan sonradır. Pes şol kimsenin ki çeşm-i cânı bîdâr olmuşdur, ana ne hâb kayusu olur? Belki hâbı terkedüp dîde-i dili îkâza çalışmaḳ gerekdir. Zîrâ zâhir noksan bulmadıkça, bâtın kemâl kabûl etmez. Yani ahvâl-i bedeniyye ve umûr-ı cismâniyye zebûn ve za'îf olmağa muhtâcdır, tâ ki hâlât-ı rûhâniyye ve tecelliyât-ı rahmâniyye gâlib ve kavî ola.
El-hâsıl, hisle ma'nâ beride cem' olmaz ve mücâdele-i hakîkat izdivâc bulmaz ve maşrıḳ ve mağrib bir araya gelmez. Pes terk-i nistî ehli olmadıkça vücûd-ı bâḳî ele girmez ve tâlib matlûba ermez ve dîde cemâl-i mahbûbu görmez.
Bu lisâna âşinâ olmayanlar için şöyle özetleyelim. Hazret'e vârid olan mısra, "Uyku hoşdur ama uyandıkdan sonra olursa" manâsına geliyor. Uyanmak da iki türlü. Biri gece ibâdeti için uyanmak. Diğeri gaflet uykusundan uyanmak. Geceyi ibâdetle ihyâ edenler için kaylûle uykusu vardır. Peygamberimiz her gece teheccüde kalkarlar, sonra da gündüz vaktinde kaylûle dedikleri uykuya varırlardı. Gece uykusunu bu şekilde telâfî ederlerdi. Bu uykunun makbûl bir uyku olmasının hikmeti, geceyi ibâdetle uyanık geçirmiş olmakdır. Gece ibâdet etmeyen gâfillerin gündüz uyuması ise doğru değildir. Bu, uyku üstüne uyku uyumakdır ki zararı pek çokdur. İnsanın gafletini artırır bu uyku, tembelleştirir insanı, ağırlaştırır. Ama eğer insan gafletden uyanırsa, kalb gözü açılırsa, o vakit uyumak ona zarar vermez. İşte bunu temin edene kadar, uykuyu terketmek, kalb gözünü açmağa çalışmak lâzımdır. Çünkü insanın zâhiri zayıflamadıkça, bâtını kuvvetlenmez. Cenâb-ı Hakk'ın tecelliyâtına mazhar olabilmek ve rûhânî hâllere sâhib olabilmek için bedeni zayıflatmak ve nefsin arzuların gem vurmak şartdır. Kısacası, bedeni zevklerle maneviyat bir arada olmaz. Tıpkı doğu ile batının bir araya gelememesi gibi. Cennete, rızâya, cemâle ermek için fânî varlıkları terketmek şartdır.