3 Nisan 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Nefsin en kötü sıfatlarından birisi de HUBB-İ CÂH yani MAKÂM SEVGİSİ'dir. Makâma muhabbet de, insanı helâk edici ve hüsrânda bırakıcı bir illetdir.
Târih sayfalarında korkunç ve kanlı izler bırakan, hırs ve saltanatları uğruna dökdükleri mazlûm kanları içinde isimleri asırlarca la'net ve nefretle anılan, sözlerinin edildiği yerlerde bile zulüm ve vahşetleri leş gibi kokan bir çok zâlimler, işte bu makâm hırsı yüzünden bu feci âkıbete düşmüşlerdir. İnsanlık târihinin isimlerini ibretle ve dehşetle yazdığı bu canavar rûhlu insanların, Nemrudlarla, Firavunlarla ve isimlerini anmak dahî insana tiksinti veren diğer zâlimlerle birlikde cehenneme atılacakları muhakkakdır.
Makâm hırsına tutulan kişinin, bu uğurda işleyemeyeceği habâset ve göze alamayacağı rezâlet ve denâat yokdur. Bunlar, şeytanın bile akıl edemeyeceği binbir çeşit hîle ve desîse ile işbaşına geçer ve o makâmı ellerinden kaçırmamak için hiçbir fedâkârlıkdan çekinmezler. Babasını ve hattâ öz evlâdını bile katlettirmekten çekinmeyen bu alçaklar, işgal ettikleri makamda kalabilmek için binlerce ocağı söndürmekden, on binlerce ma'sûmu yetîm ve öksüz bırakmakdan da pervâ etmezler. Kendilerinden daha kuvvetli olanlara yaltaklanarak, kendilerindenzayıf olanları ezip kırarak şeref, haysiyet, nâmûs ve vicdan mefhûmlarını hiçe sayan bu canavar rûhlu insanlar, gerekirse kendi ırz ve iffetlerini ve hatta kendi millet ve memleketlerini yabancılara peşkeş çekmekden de kaçınmazlar. Onların taptıkları makâmlarıdır ve o makâm kendilerine âdetâ bir put olmuşdur. O puta taparlar, o puta kul ve köle olurlar. Bu yüzden, makâm sevgisi illetine tutulanlarda dîn ve îmân da bulunmaz. Bunlar sûretâ dindar görünseler bile, bütün fiil ve hareketlerinde olduğugibi bu görünüşlerinde de samîmiyetden eser yokdur. Bulundukları makâm öyle gerektirdiği için dindar görünmek isterler ve kendilerini öyle gösterirler.
Ebû Cehil, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hak ve gerçek peygamber olduğunu elbette herkesden daha iyi bilenlerdendi. Fakat makâmını ve Kureyş kabîlesi üstündeki itibârını yitirmemek için iki cihan serverine îman getirememişdir.
Firavun, kâhinlerin haber verdiği çocuğu bulabilmek ve rakîbinden kurtulabilmek, makâmında tek ve müstakil kalmak için annelerinin kucağından aldırdığı on binlerce ma'sûmu katlettirmiş, ana ve babalarına gözyaşı döktürmüş ve netîcede o gözyaşlarından meydana gelen denizde orduları ile birlikde mahvolup gitmişdir.
Yezîd-i pelîd, makâmını kaybetmemek için Habîb-i Edîb-i Kibriyâ'nın torunu İmâm Hüseyn ve yetmiş iki yârânını Kerbelâ'da susuz şehîd ettirmiş ve bu yüzden hep la'net ve nefretle anılmışdır.
İnsan için asıl makâm, makâmların en ulusu ve en yücesi kulluk makamıdır, yani Allah'ın kulu olduğunu, fânî olduğunu, gelip geçici ve bu dünyâdan göçücü olduğunu, burada yaptıklarının hesabını bir gün vermek zorunda bulunduğunu unutmamakdır. Dünyevî makâmlar, Allah'ın kuluna bir emâneti, bir vedî'asıdır. Bunu böylece bilenler, emâneti bir gün başkalarına devredeceklerinin şu'ûruna varırlar ve o makâmı Allah'ın ve Resûlünün emir ve irâde buyurdukları mutlak bir adâlet ve hakkâniyetleidâre ederler, halka hizmeti en büyük görev bilirler, zâlime karşı mazlûmun yanında yer alırlar, zayıfı ve âcizi korurlar, makâmlarını değil, Allah ve Resûlünü severler, o fânî makâma değil, Allah ve Resûlüne bağlanır ve güvenirler ve muvakkaten işgâl ettikleri o makâmları cennete girmeğe, rızâya ermeğe, cemâli görmeğe vesîle ittihâz ederler. Bilirler ki işgâl ettikleri makâmda, kendilerinden önce de birisi vardı ve o makâm ona bâkî kalmadığı gibi kendisine de bâkî kalmayacak ve bir gün bir başkasının olacakdır. Bu sebeble, kendilerinden önce gelip geçenlerden ibret alarak, kendileri başkalarına kötü ibret ve örnek olmazlar.