11 Haziran 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
Dervîşin biri seyahate çıkmış, bir şehre varmış. Karnı açmış, parası da yokmuş. Uzakdan gelen bir adamın başının üstünde taşıdığı bir tabla içinde tâze hurma görmüş, onu takip edeyim demiş. Birdenbire arkasından birileri "Tutun! Yakalayın!" diye bağırmışlar ve dervîşi yakalayıp, sille-tokat hırpaladıkdan sonra eline kelepçe takıp hapse atmışlar. Dervîş hapishânede, "benim hiçbir suçum yok, burada ne işim var?" diye düşünürken bir de ne görsün! O yolda gördüğü hurma hapsihâneye gelmiş. Meğerse vezîrin biri halîfeye karşı gelmiş, halîfe de onu hapsettirmiş. Vezîr de hapishâneye kendi bahçesinden hurma getirtmiş. Niyeti de hem kendisi yemek hem de oradakilere dağıtmak imiş. Vezîr dervîşi işâret ederek, "Şu adamın elini çözün de o da yesin" demiş. "Kapkaç suçlusu olduğu için onun ellerini çözemeyiz, kânûn böyle" demişler. Bunun üzerine vezîr, "Peki o zaman adamı yanıma getirin" demiş. Dervîşi vezîrin yanına getirmişler. Vezîr, bir tâne hurma kendisi yiyor, bir tânesini de ona veriyormuş. Bu hâle şaşıp kalan dervîş içinden şöyle geçirmiş, "Yâ Rabbi! Mâdem bu hurmayı bana yedirecekdin, beni neden buraya getirdin?". Cenâb-ı Hakk'dan şöyle ilhâm vâki' olmuş : "Ed-dünyâ cîfetün tâlibühâ kilâbun". Yani dünyâ bir cîfedir, ona köpekler tâlib olur. Mâdemki sen de dünyâya tâlib oldun, öyleyse köpekler seni mutlakâ ısıracaklardır.