13 Kasım 2017 tarihinde yayınlanmıştır.
Ehlullah hazerâtının beyânına göre Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine itâ'at dört türlüdür :
ﻋﺎﺩﺕ ÂDET
Avâmın ve câhillerin ibâdetidir ki taklîd ve şekilden ibâretdir. İbâdetlerin hikmet ve ma'nalarından bîhaber olanlar, ibâdetleri âdet yerini bulsun diye veya halkın kötülemesinden korktukları için yaparlar. Yani "Namaz kılmadığımı görürlerse, oruç tutmadığımı bilirlerse ne derler" diye düşünerek hep "Millet ne der" kaygusu ile ibâdet ederler. Böyle yapılan ibâdet Allah katında makbûl olmaz, yapana da hiç faydası olmaz, yorgunluğu kâr kalır. Bunların âkıbetlerinden de korkulur.
Cehl ü taklîddür 'aceb âdet
Ma'siyyet işlerin sanır tâ'at
ﻋﺒﺎﺩﺕ İBÂDET
Bu mertebe, ibâdetin ahkâmını ve âdâbını bilenler âlim ve âbidlerin mertebesidir. Ancak bunlar da ibâdetleri, Allah'dan bir karşılık bekleyerek yaparlar. Yani cennet arzusu, cehennem korkusu ve sevap kaygusu ile ibâdet ederler. Farazâ, Allah cenneti va'detmeseydi, cehennemi halk etmeseydi, bunlar ibâdet etmezlerdi. Bunlar her ne kadar farzları yerine getirmek sûretiyle ibâdet borcundan kurtulsalar da ücretli işçi gibi olduklarından Allah katındaki kıymetleri düşükdür. Bunların fazîleti, Allah'ın râzı olduğu işleri yapmalarından, noksânı ise Allah'ın yaptıklarından râzı olmamalarındandır. Bunların âhiretdeki makâmı cennet-i ef'âldir.
Savm u salât u hacc ile sanma zâhid biter işin
İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan irfân imiş
ﻋﺒﻮﺩﻳّﺖ UBÛDİYYET
Bu mertebe, Allah'a sırf ma'bûd-i mutlak olduğu için ibâdet edenlerin mertebesidir. Cennet va'dedilmeseydi de cehennem azâbı olmasaydı da bunlar Allah'a ibâdeti terketmezlerdi. Bunların alâmeti şudur ki, bir kimse cehennemlik olduğunu bilse dahî ibâdeti terk etmezse bu zümredendir. Bunlar rızâ ve teslîm makâmında olan kullardır. Zâten kulluğun şi'ârı da, teslîmiyyet ve rızâdır. Yukarıdaki zümreye göre efdaliyyetleri de buradan gelir yani hem Allah'ın râzı olduğu işleri yaparalar, hem de Allah'ın yaptıklarından dâimâ râzıdırlar. Bu mertebe Allah dostlarının mertebesidir. Bunların âhiretdeki makâmı cennet-i sıfatdır.
Hak kulluğudur ârife câh-ı rıf’at
Bâkî heves ü hayret ü zill ü mihnet
عبودت UBÛDET
İbâdetin en üst mertebesi budur. Kul, bu mertebeye seyr-i sülûkünü ikmâl edip, mecâzî varlığını mahv etmek sûretiyle erişir. Bu mertebeye sôfiyye lisânında "seyr-i fillahda me'allah" tabir edilir. "Nâfile İbâdet ve Kurb-i Nevâfil" başlıklı yazımızda zikrettiğimiz, "وَمَا تَقَرَّبَ إِلَيَّ عَبْدِي بِشَيْءٍ أَحَبَّ إِلَيَّ مِمَّا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وَمَا يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ، كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِي يَسْمَعُ بِهِ، وَبَصَرَهُ الَّذِي يُبْصِرُ بِهِ، وَيَدَهُ الَّتِي يَبْطِشُ بِهَا، وَرِجْلَهُ الَّتِي يَمْشِي بِهَا" yani "Kulum bana her şeyden önce farzlarla yaklaşır. Kulum bana nâfilelerle yaklaşmaya devâm ederse Ben o kulumu severim. Ben onu sevince, onun işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum" hadîs-i şerîfi bu mertebeye işâret eder. Bu mertebede, insandan zâhir olan bütün işler Hakk'ın olur yani fâil Allah'dır, insan O'nun âleti hükmündedir. Bu mertebe enbiyânın ve büyük velîlerin mertebesidir. Bunların âhiretdeki makâmı cennet-i zâtdır.
Hakka’l-yakîn tevhîd ile Sâmî reh-i tefrîd ile
Dil mülkünü tecrîd ile sırr-ı elifbâ olagör