İbn Arabî Hazretleri kadar düşmanlığa hedef olan başka bir kimse yokdur zannederim. Gerçi evliyâullaha düşman olanlar çokdur, bunun da ayrı bir hikmeti vardır ama Şeyhü'l-Ekber Hazretlerine gerek hâl-i hayâtında gerek vefâtından sonra çok düşmanlık yapılmış, çok dil uzatılmış, çok ağır ithamlarda bulunulmuş, hattâ tekfir bile edilmiş, üstelik istihzâ maksadıyla Şeyhü'l-Ekfer dahi denilmişdir.
Elbette bu düşmanlığın tek bir sebebi yokdur, muhtelif sebebleri vardır. Şimdi bunları birer birer sayalım.
Birinci sebeb, haseddir. Her devirde her kisvede hasedçiler pek çokdur, bunlar hoca sûretinde, âlim sûretinde, şeyh sûretinde de olabilir. Hasedin sebebi malûm, kim bir nimete mâlik olduysa hasûd onu kıskanır, o nimet o kimsenin elinden çıksın ister, bunun için kendini yer bitirir. Hiç bir şey yapamazsa o kişiyi gözden düşürmek için tezvîrât yapar, iftirâ atar. Şeyhü'l-Ekber Hazretleri, gerek ilmiyle, gerek irfânıyla, gerek şöhretiyle ve halkın kendisine büyük teveccühüyle pek çok hasedçinin hasedini celb etmişdir. Bu yüzden ona türlü türlü iftirâlar atılmış, eserlerinde tahrifat yapılmış, söylemediği sözler ona isnâd edilmiş, böylece tezyîf ve tahkîr edilmeye çalışılmışdır.
İkinci sebeb, Hazret-i Şeyh'in bazı sözlerinin anlaşılmamış olması, daha da fenâsı, yanlış anlaşılmış olmasıdır. Meselâ ne gibi? O "Peygamber'in velâyeti nübüvvetinden efdaldir" demiş, bazı câhiller, "Vay efendim, velâyet nübüvvetden efdal olur mu hiç!" diye yaygara ediyor. Halbuki Hazret'in söylediği şey bu değildir. O diyor ki, Peygamber'in hem velâyet hem nübüvvet sıfatı vardır, velâyet sıfatı Hakk'a bakar, nübüvvet sıfatı halka bakar, Hakk'a bakan sıfat elbette halka bakan sıfatdan yücedir.
Üçüncü sebeb, taassub ve cehâletdir. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Hazret-i Şeyh'i bilmeyenler, onu lâyıkıyla tanımayanlar, sağdan soldan duyduklarıyla, dedikodu kabîlinden sözlerle onu düşman bellemişlerdir. Hazret-i Şeyh'i anlamak her babayiğidin harcı değildir. Onun irfânı çok yüksekdir. Onu anlayabilmek için Arapça bilmek de yetmez, onun kendisine mahsûs bir lisânı vardır. Onu az da olsa anlayabilmek için onun kendisine mahsûs ıstılâhâtına vâkıf olmak lâzımdır.