İbn Battûta'nın Tanıklığıyla Yedi Yüzyıl Önce Bursa'da Bir Muharrem Meclisi

15 Ekim 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Muharrem
Bir zamanlar Bursa
Dünyâyı dolaşan meşhûr seyyâh İbn Battûta 1333 senesinde Bursa'ya uğrayıp bir müddet misâfir kaldığında Muharrem ayının 10. gecesi olan Âşûrâ Gecesini orada idrâk eder ve o gece misâfir kaldığı zâviyedeki zikir meclisi için "Türk illerinde yaşadığım en güzel gecelerden biri" tabirini kullanır...İbn Battûtâ, tam adı “Tuhfetu’n-Nuzzâr fî Garâibi’l-Emsâr ve’l-Acâibi’l-Esfâr” olan meşhûr seyahatnâmesinde o geceyi şöyle anlatır :
Bursa’da ahîlerin büyüklerinden Ahî Şemseddin’in zâviyesine geldik. Orada misâfir iken Âşûrâ günü gelip çattı. Âhî Şemseddin, bu özel günün şerefine zâviyesinde çeşitli yemekler hazırlatarak, üst düzey komutanları ve şehir halkını büyük bir ziyâfete davet etti. Hep birlikte iftar ettik. Güzel sesli hâfızlar, Kur’ân-ı Kerîm tilâvet ettiler. Vâiz Mecdüddîn Konevî de davet edilenler arasında olup çok güzel ve tesirli bir va'z verdi. Sonra semâ' ve raksa (zikrullaha) başladılar. O gece benim Türk illerinde yaşadığım en güzel gecelerden biri oldu...
VÂİZ MECDÜDDÎN KONEVΠ
Mecdüddîn, altın kalbli dindar kişilerdendir. Devamlı oruç tutar, üç günde bir iftar eder. Sadece kendi kazandığını yer. Söylendiğine göre bugüne kadar hiç kimseden bir buğday tanesi bile almamışdır. Sırtına geçirdiği libasdan gayrı ne evi var, ne malı. Mezarlıkda uyur, meclislerde va'z u nasîhat eder, her va'zında bir bölük günâhkâr önünde tövbe eder. Onu daha sonra görüşmek için aradımsa da bulamadım. Hattâ kabristana bile gittim, orada da bulamadım. Söylendiğine göre ortalıkda kimsecikler kalmayınca, herkes çekilip gidince varırmış kabristana...

VECDE GELİP RÛHUNU TESLÎM EDEN DERVÎŞ 
Âşûrâ Gecesi, Şemseddin’in dergâhında, gecenin ileri bir saatinde, Vâiz Mecdüddin’in va'z u nasîhatlerini dinliyorduk ki, bir dervîşin feryâd ederek kendinden geçtiğini gördük. Etrâfındakiler hemen gülsularıyla adamı ayıltmaya çabaladılarsa da fayda etmedi. Tekrar gülsuyu döktüler ama dervîş bir türlü ayılmadı. Cemaatin bir kısmı dervîşin öldüğünü, bir kısmı da kendinden geçmiş olduğunu ileri sürdüler. Bu arada vâiz de sözlerini bitirdi. Hep birlikte okunan Kur’ân-ı Kerîm’i dinledik ve sabah namazını kıldık...Namazdan biraz sonra güneş de doğu ufkundan kendini gösterdi. Sonra kendinden geçen dervîş ile ilgilenildi ve dünyâdan göçmüş olduğu kesin olarak anlaşıldı. Allah onu rahmetiyle kuşatsın...Dervîşi yıkayıp kefenlediler...Cenâze namazında ve defninde bulunan kimseler arasında ben de vardım. Bu dervîşin lakabı "Sayyâh" imiş. Anlatıldığına göre, hayâtını o yöredeki bir mağarada, hep ibâdetle geçirdiği, Vâiz Mecdüddîn’in va’z edeceğini öğrendiği zaman şehre inerek onun va'z u nasîhat meclisine katıldığı, kimseden bir habbe yiyecek kabul etmediği, Mecdüddîn’in sözleri üzerine kendinden geçip feryâda başladığı, sonra açılarak abdest alıp iki rekât namaz kıldığı ve Mecdüddîn’in sesini işittikçe yine feryâd ü figâna başladığı ve geceyi böylece geçirdiği anlaşılmış. Bu yüzden kendisine "Sayyâh" lakabı verilmiş. El ve ayakları tutmadığı için hiçbir iş göremezmiş, anneciği yün eğirerek bu garîb oğluna bakarmış. Anasının ölümünden sonra ise karnını dağda bulduğu yabânî meyveleri ve otları yiyerek doyurmakda imiş...
"Sayyâh", sayha atan, bağıran, feryâd eden demekdir...Daha çok zikir meclislerinde vecd, istiğrak ve ilâhî cezbe sebebiyle olur...
Listeye geri dön