20 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
İbrahim Edhem Hazretleri, mürşidinin terbiyesi altında uzun zamanlar geçirip, senelerce hizmet ve riyâzatla meşgûl oldukdan sonra bir gün kendi kendine, "Acaba Efendim bana icâzet verip beni memleketime göndermez mi?" demiş. Onun bu düşüncesi mürşidine malum olmuş. Mürşidi dervîşlerini çağırmış, onlara demiş ki, "Yarın İbrahim odun taşıyacak, ona odun taşıtacağım, topuğuna basın, ne yaparsa bana haber verin" demiş şeyhi. Odun yüklemişler sırtına İbrahim Edhem'in. Ordaki dervîşler şeyhin emrini yerine getirmek için gidip topuğuna basıyorlar, ses çıkarmıyor gidiyor. En sonunda birisi öyle bir basmış ki kan fışkırmış ayağından. Şöyle dönmüş, "Bana bak" demiş, "Beni kızdırıp da gadaba getireceğinizi zannediyorsanız aldanıyorsunuz. Ben Belh sultânı İbrahim Edhem değilim, dervîş ve oduncu İbrahim Edhem'im" demiş. Sonra gelmişler, Efendi'ye anlatmışlar böyle söylediğini. "Bak kerataya!" demiş, "Daha Belh sultanlığını tadı damağından çıkmamış, unutmamış. Bir de kalkıp bizden icâzet istiyor" demiş. Ve seyyah vermiş kendisine.
Seyyah vermiş. İbrahim Edhem Belh'e gelmiş, Belh'de bir cami yaptırmış kendisi. Merdivenli yüksek bir cami yaptırmış. Hava soğukmuş, yatsı namazını kıldıkdan sonra minberin altına girmiş, saklanmış. Gece orda yatacak, soğuk hava. Müezzin de camiyi arıyor, hırsız filan girmesin diye. Kaldırınca perdeyi, altında bir adam görmüş. "Seni edebsiz herif!" demiş, "Geçenlerde camide kaldın halıyı çaldın" demiş. "Alçak herif! Şimdi seni yakaladım" demiş. Bir dayak, bir dayak İbrahim Edhem'e. Sonra bacağından tutmuş, sürüklemiş, merdivenlerden aşağı. Kafası merdivenlere vurmuş, tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır. Vurdukdan sonra, aşağıda diyor ki kendisi, "Her kafam merdivene vurduğunda bana makâm-ı velâyetden bir derece verildi" diyor. "Böyle olacağını bilseydim, yüz basamak yapdırırdım câminin merdivenlerini" diyor. "Her basamakda bir derece verildi" diyor. Kendi müezzini kendini dövmüş, hırsız diye. Söylememiş ve derecâtını oradan almış.
Sonra gelmiş su kenarına oturmuş, cübbesini yamıyormuş. Haber almışlar vezir vüzerâ gelmişler, "Efendim mülk sizin, tahtınız bekliyor sizi, gelin" filan demişler. İğneyi göle atmış, atdıkdan sonra, el çırpmış, balıklar başlarını çıkarmışlar sudan, "İğnem düşüyor" demiş. Hepsi ağzında birer elmasla çıkmışlar, cecâhirle. Onların hiç birini almamış, yalnız iğnesini almış. Demiş, "Onlara ihtiyâcımız yok bizim" demiş. Ben gelip size niçin padişahlık yapayım. Allah bana vuhûş ve tuyûra sultanlık verdi" demiş. "Bırakın beni kendi hâlime. Ben şimdi gönül sultânı oldum, mülk sultanlığına tenezzül etmiyorum" demiş.
Yani İbrahim Edhem'e bir menâkıb yazabiliriz. Bir menâkıb yazacak kadar kafamda kıssalar var İbrahim Edhem hakkında.
Demişler ki "Hayatının en zevkli zamanı ne vakitdi" demişler. "En zevkli zamanın". Soruyorlar ya şimdi televizyonda filan. "Bir, müezzinim yani benim câmiye tayin etdiğim müezzin, beni dövdü ve ayağımdan sürükledi merdivenlerden aşağı, kafamı vurdu, bir o, hayatımın en zevkli zamanı. Bir de gemide geliyordum, bir hokkabaz çıkdı, halkı güldürüyordu, sakalımdan beni tuttu, kıçıma vurarak beni oynattı. Sakalımdan tuttu, "bizde maymunu böyle oynatırlar, ayıyı böyle oynatırlar" diyerek kıçıma vurdu oynattı beni" demiş. "İşte hayatımın en tatlı zamanları bunlar" demiş.
İbrahim Edhem Hazretleri 8.asır ricâlindendir ve yolun büyüklerindendir. Öyle ki, Cüneyd-i Bağdâdî gibi bir sultân O'nun hakkında, "miftâhu'l-ulûm/ilimlerin anahtarı" tabirini kullanmışdır. İmam-ı A'zam gibi bir allâme kendisine hürmeten ayağa kalkmışdır, O'nun fazîletini etrafındakilere örnek göstermişdir. O'nun her menkıbesi büyük bir ders, her sözü ayrı bir hikmetdir. İşte bu yüzden Efendi Hazretleri bu büyük velînin menkıbelerini sık sık anlatırlardı. Daha önce Efendi Hazretlerinin sohbetlerinden derleyerek yayınladığımız diğer bazı menkıbelerine de aşağıda bağlantılardan erişebilirsiniz :