9 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Öyle bazı hilkati bozuk insanlar vardır, insan sûretinde hayvandır o. İçi hayvan, dışı insan. İçi yılan, kobra. Hattâ ben bir yerde bulunuyordum da herkesle konuşuyorum böyle, sonra bir zât vardı orada, meğerse o adamın gözünün perdesi açıkmış, beni çağırdı yanına, dedi, "Sen görmüyorsun, bakıyorsun ama görmüyorsun" dedi bana. "Neyi" dedim, "bakıyorum görmüyorum? İşte bakdım sen karşımdasın". "Öyle değil" dedi.
Bakmak var görmek var. Bakan var, gören var. Bir de bakar var. Bakar demek yani, ne demek bakar Arapça? Bakar öküz demek. Bakara, müennes oluyor, inek oluyor. Daha faydalı, sütünü sağıyorsun. Bakan var, gören var.
Ciddî söylüyorum. "Bu adam bir kobradır" dedi. "Zâhirde insandır, içinde bir kobra vardır bunun" dedi, kobra yılanı, o adam. Meğerse o adamın gözünün perdesi yokmuş. Biz görmüyoruz, insan zannediyoruz onu. Sonra "Şu adam" dedi, "bak görüyor musun, geliyor karşıdan, pars bu" dedi. Pars. "Bunun içinde pars var" dedi, "dışına Allahu Teâlâ insan elbisesi giydirmiş, fakat içinde pars var". "Şu sümüklüböcek" dedi. "Bu" dedi, aynen böyle, "eyni" dedi, bak Mustafa biliyor o adamı, "eyni bir mısır eşeği şu" dedi, "Göriymisin şunu" dedi bana. "Bu da tazı" dedi. Hep gösteriyor böyle adamları. Zâhiri insan, hakîkatde hayvan. "Yâhu bunların içinde hiç insan yok mu?" dedim. "Pek enderdir insan" dedi.
Şimdi, zâhirde insan ama hakîkatde hayvan. Dünyâda bütün bu uğraşmanın sebebi, dînin vazîfesi, içini ve dışını insân etmek. Ona uğraştırıyor Allahu Teâlâ bizi şimdi, uğraşmamız bu bizim. Dışı insân olduğu gibi içi de insân olsun. İçi insan olmazsa bir insanın, yarın içini dışına çevirecekler âhiret âleminde, "يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ yevme tübeddelü'l-ardu gayra'l-ard", bu âlem başka bir âlem olduğu gibi, insanın da içi dışına çıkacak, herkesin mâhiyeti meydana çıkacak. "يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ yevme tüble's-serâir, sırların meydana çıkdığı gün". Haaa bir de bakacaksın ki, dünyada hoca diye elini öpdüğün adam eşekmiş meğerse herif. "Tuuu Allah belânı versin, ulan biz seni bir adam zannetdik, senin etrâfına toplandık". Eşekmiş herif meğerse. Eyvaaah! Sakın sözüme kızmayın, doğru konuşuyorum.
Hattâ Enes ibn Mâlik sormuş Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme, "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ, Yâ Resûlallah, ne demekdir bu?" demiş. "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ, bölük bölük gelirsiniz" diyor Cenâb-ı Allah Sûre-i Nebe'de. Bunu sorunca Enes ibn Mâlik, Resûl-i Ekrem hüngür hüngür ağlamış, sallallahu aleyhi vesellem. "Benim ümmetim, on bir sınıf üzere kabrinden kalkar" diyor. Hepsini anlatmıyoruz, böyle pek korkutmayalım diye.
Evet. "İşte şu" dedi, "bu bir pars" dedi. "Bu kobra yılanı" dedi.
Uğraşacaksın, bâtınında bulunan sıfatlarını, yani amelinin şeklini, insan yapacaksın. İnsan yapmazsan, yarın yevm-i kıyâmetde, hayvana dönersin. İnsan doğarsın, insan gibi görünürsün, hayvan ölürsün sonra. Allah muhâfaza buyursun. Yani,
Olmaz irfansız! Bizde namaz da yok, abdest de yok, gusul abdesti de yok, îmân da biraz şübheli, yani var gibi bir şey işte. Îmânlı adam böyle mi olur? Îmânlı adam ateşe girer. Su boğmaz îmânlı adamı. Senin âbâ ü ecdâdın semender gibi ateşe girerdi. Söndürür îmân, nûr-ı îmân, söndürür ateşi.
"Efendi, sen saçmalıyorsun gâlibâ". Saçmalamam. İbrâhim Halîlullah girmedi mi ateşe? Ne oldu ateş? Söndü değil mi? İbrâhim'in îmânına göre Nemrud'un ateşi söner. Senin de îmânın kemâle ererse, ateş söner karşındaki küfür ateşi. Ama sen berbad bir şey olmuşsun, yolda yürümesini unutmuşsun sen. Âbâ u ecdâdının âsârına bak, bir de senin oturduğun eve bak!
İnsanların içi dışı bir olması lâzım. Amel insan olacak, amel insan olacak. İnsan olacağız. Bu insan olmak ne demekdir? Hazret-i Muhammed'in boyası ile boyanacaksın. Kestirme yoldan sana. İnsân olmak, insân-ı kâmil olmak için ahlâk-ı Muhammediyye ile mütehallık olmak lâzım. Hazret-i Peygamber'in ahlâkıyla ahlâklanacaksın. Daha açık Türkçe konuşuyorum ben. Şöyle böyle konuşmayacağım. Peygamber nasıl oturmuş, nasıl kalkmış, nasıl yemiş, nasıl içmiş, nasıl affetmiş, nasıl ikrâm etmiş, nasıl gazâ etmiş, nasıl düşmanlarını affetmiş, bağışlamış, ekmek vermeyene ekmek vermiş, taş atana taş atmamış, dişini kırana duâ etmiş. "Yâ Rabbi bilmiyorlar, hidâyet et bunlara" demiş.
www.muzafferozak.com