12 Mart 2017 tarihinde yayınlanmıştır.
Halîfe : Sen bana nasıl ismimle hitâb edebilirsin? Benim kim olduğumu bilmiyor musun?...
Behlûl : Evet, seni gâyet iyi tanıyorum ve kim olduğunu da biliyorum.
Halîfe : Söyle bakalım kimim ben?
Behlûl : Memleketin en doğusunda bir kimseye zulmedildiğine, o sırada memleketin en batısında bulunsa bile, Allah'ın kıyâmet günü o mazlûmun hakkını soracağı kişisin sen!...Hârûn Reşîd, bu cevap üzerine ağlamaya başlamış ve sormuş :
Yâ Behlûl!...Beni Allah ve Resûlüne lâyık ve hilâfete lâyık bulmuyor musun?Behlûl, hiç düşünmeden şu cevâbı vermiş :
Bunu neden bana soruyorsun ki?...Kendini Kitâbullah, Resûlullah'ın sünneti ve senden önce gelmiş olan hulefâ-yı râşidînin sîretleri ile tart ve kendi hükmünü kendin ver. Zîrâ Allah kitâbında şöyle hitâb ediyor :
Yâ Behlûl!.. Amellerimin, ibâdet ve ta'atimin kabûl olup olmadığını nasıl anlayabilirim?...Behlûl, bu soruya da şöyle cevap vermiş :
Allah, ancak müttekîlerin amellerinin kabûl buyuracağını beyân etmişdir. Kur'ân-ı Azîm'de şöyle buyurulmakdadır :
Ben, Resûlullah'ın amca oğullarındanım yani Resûlullah'a karâbetim var..Buna ne dersin?...Behlûl, bu soruya da yine bir âyet-i kerîme ile cevap vermiş :
Bazı insanlar vardır ki, onlar yalnız kendi nefsleri için hesâba çekilmekle kalmaz, fânî âlemde işgâl ettikleri mevki' ve makâmdan dolayı da ayrıca kendilerinden hesap sorulur. Mevki' ve makâmını, sıfat ve salâhiyyetini kötüye kullanmayarak, adâletle idâre edenler, Kitâbullah'a ve sünnet-i seniyye-i Resûlullah'a ittibâ ve iktidâ edenler, kıyâmet gününün dehşet ve vahşetini görmezler ve arşın gölgesinde ağırlanır ve safâ sürerler...Bunun aksine hareket edenler ise, o müdhiş günde korkunun her çeşidini tadar ve sonunda da ebedî azâba müstehak olurlar...
Hiç duymadın mı, kitaplarda okumadın mı? Daha dünyâda iken cennetle müjdelenen kutlu kişilerden Hazret-i Ömer radıyallahu anh, hilâfet makâmında bulunduğu sırada taşıdığı sorumluluğun ağırlığından dolayı sık sık ağlar ve : "Âh! Keşke anam beni doğurmamış olsaydı!" diyerek hayıflanırdı...Âlem-i cemâle intikâl buyuracağı günlerde, yerine halîfe olarak oğlu Abdullah'ı aday göstermesini tavsiye edenlere verdiği "Bir evden bir kurbân yeter" cevâbı ne kadar da mânidârdır...
Bir cemâatin, bir cemiyyetin ve hele bir milletin ve ülkenin sevk ve idâresini yüklenmek, gerçekden büyük bir yükdür. Böyle bir sorumluluğu üstlerine alanlar, derin derin düşünmelidirler. Bu ağır ma'nevî yükü, dünyâ hayâtında yalanla dolanla taşır gibi görünmek belki mümkün olur ama yarın "mahkeme-i kübrâ"da, Allah'ın huzûrunda bunun hesâbını verebilmek sanıldığı kadar kolay değildir...
Biz, bu küçücük uyarmayı, âhirete ve kıyâmete inananlar için yaptık. Allah'a ve Resûlullah'a îmân eden ve gönül veren kimseler, bu safânın bir de cefâsı olacağını aslâ unutmamalıdırlar. Bir milleti ve devleti idâre etmek maksadıyla iş başına gelenler, o yüksek makâmın câzibesine kapılır ve halkı zâlimlere ezdirirlerse, daha kötü bir ihtimalle, görevlerini kötüye kullanarak şahsî menfaat sağlamaya yeltenirlerse, vazîfelerlni hakkıyle ve lâyıkıyla yapmazlar da, günlerini gün etmeğe çalışırlarsa, kıyâmet günü başlarına gelecek olan elîm azâba hazır olsunlar zîrâ bu azâbı Kur'ân-ı Kerîm, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kesin hükümlerle beyân etmekde, muhbir-i sâdık Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de olanca açıklığı ile i'lân etmekdedir...