İhlâs Sûresinin Tefsîri

23 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Tenzih

De ki, O, Allah'dır, tekdir
Allah sameddir
Ne doğurmuşdur ne de doğurulmuşdur O
Ne de her hangi bir şey O'na denkdir

Önceki yazımızda bu sûre-i celîlenin mâhiyetinden ve fazîletinden bahsederken "Bu sûre-i celîlenin elfâzı çok kısa ama ma'nâsı pek derindir. Bu yüzden de müfessirler tarafından uzun uzun tefsîr edilmiş hattâ bu sûre-i celîle için müstakil tefsîr kitâbları yazılmışdır" demişdik. İşte o müstakil eserlerden bazıları şunlardır :

Tabii bunlar en meşhûr tefsîrlerdir, daha başka tefsîrler de vardır. Ayrıca bizim bilmediğimiz kimbilir daha nice tefsîrler de yazılmışdır.

Bu sûre-i celîlenin uzun uzun tefsîr edilmesinin sebeblerine gelince;
  • Birincisi, bu sûre-i celîlenin elfâzı çok kısadır, vecîzdir, özlüdür. Her vecîz kelâm gibi îzâh gerektirir.
  • İkincisi, bu sûre-i celîle başdan sona tevhîd ve marifetullah hakkındadır. Yani insanlara Allah'ı bildirmekdedir. Malûm ya, bir ilmin büyüklüğü, malûmun büyüklüğü ile mütenâsibdir. Yani bilinen ne kadar yüce ise onu bildiren ilim de o kadar yücedir. Öyleyse Cenâb-ı Hakk'ı bildiren ilimler ki tevhîd ve marifetullah ilimleridir, en yüce ilimlerdir.
  • Üçüncüsü, tevhîd ve marifetullah, sözle, yazıyla anlatılması en zor ilimlerdir. Zîrâ Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları mahdûd değildir. İnsan aklı sonsuzluğu kavrayamaz, meselâ ezelîliği ve ebedîliği akıl tasavvur edemez.  

Şimdi biz de bu sûre-i celîlenin ma'nâsından biraz bahsedelim, tabii deryâdan bir katre, güneşden bir hüzme, kürre-i arddan bir zerre olarak.

1. قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ Kul hüvallahü ehad : Bu âyetde Cenâb-ı Hakk'ın birliği ve emsâlsizliği i'lân olunmuşdur. "Ehad" tek demekdir ama bu sayıca bir demek değildir. Sayıca bir, "ehad" ile aynı kökden gelen "vâhid"in karşılığıdır. "Ehad", eşi benzeri olmayan, emsâlsiz ma'nâsınadır. İslâm itikâdının en mühim noktalarından biri budur. İnsan, aklına ne geliyorsa, bilmeli ki, Allah onun gayrıdır. Bu mutlak ma'nâda tenzîhdir.

2. اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ Allahu's-Samed : Cenâb-ı Hakk'ın hiç bir şeye muhtâc olmadığını, bilakis her şeyin O'na muhtâc olduğunu bildirir. Samed, her şeyden müstağnî olan demekdir. Yemekden, içmekden, uykudan müstağnî olmak gibi. Tabii Cenâb-ı Hakk'ın istiğnası bu kadar basit değildir. Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bizim aklımıza gelen veya gelebilecek olan her şeyden müstağnî olduğu gibi, kendisine izâfe etdiği sıfatları izhâr etmekden dahi müstağnîdir. Meselâ ne gibi? Allah dileseydi kâinâtı halk etmez ve hiç bir sûretde bilinmez idi. O vakit, ne rahmâniyyeti, ne rezzâkiyyeti, ne de diğer sıfatları ortaya çıkmamış olurdu. Ama buna rağmen Cenâb-ı Hakk'ın ulûhiyyetinden bir şey eksilmezdi. Nitekim bir gün yaratdığı her şeyi yok edecek ve "لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ limeni'l-mülkü'l-yevm" diye hitâb edecek yani "bugün mülk kimindir?" diye soracak ve bu hitâba cevâb verebilecek hiç bir mahlûk kalmadığı için, kendi hitâbına yine kendisi cevâb verecek, "لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ lillahi'l-vâhidi'l-kahhâr" yani "Vâhidü'l-Kahhâr olan Allah'ın" diyecekdir. Bu itibarla samediyyet de tıpkı ehadiyyet gibi mutlak ma'nâda tenzîhi ifâde eder.

3.لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ Lem yelid velem yûled : Bu âyet-i kerîme de, Allah'a çocuk isnâd eden  yâhud O'nu baba olarak vasfeden bir takım bâtıl itikad sâhiblerinin inançlarını reddeder. Bu âyet, Cenâb-ı Hakk'ın ezelî ve ebedî olduğunu, anadan, babadan, evladdan münezzeh olduğunu bildirir. Nitekim sûre-i celîlenin sebeb-i nüzûlü, bir takım müşriklerin Peygamberimize gelip, "Rabbinin nesebi nedir?" diye sormalarıdır. Çünkü onlar, dar kafalarıyla Cenâb-ı Hakk'ı kabîle reisi gibi, kıral gibi, padişah gibi bir şey zannediyorlardı.

4. وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ Ve lem yekün lehû küfüven ehad : Bu âyet, önceki âyetlerin teyîdi ve tekîdidir. Yani Cenâb-ı Hakk'ın emsâlsiz olduğunu, O'na denk hiç bir şey olmadığını ve olamayacağını, kâinatın yegâne hâlıkının ve mâlikinin O olduğunu ve zât-ı ehadiyyetinin künhüne kimsenin vâkıf olamayacağını ilân etmekdedir.

İşte bu dört kısa âyet hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak Cenâb-ı Hakk'ın zât-ı ecell-i a'lâsına işâret etmekde ve O'nun zât-ı ulûhiyyetini her türlü şirkden, bozuk inançdan, bâtıl i'tikaddan berî kılmakdadır. Böylelikle Cenâb-ı Hakk'ın ne müşriklerin tasavvur etdikleri gibi ne de gayr-i müslimlerin tahayyül etdikleri gibi bir varlık olmadığı, bilakis O'nun her türlü noksanlıkdan münezzeh, ezelî, ebedî ve vâcibü'l-vücûd olduğu beyân olunmakdadır.

Dikkat edilirse bu sûrede Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarından ve fiillerden hiç bahsedilmemişdir, yalnız zât-ı ehadiyyetinden bahsedilmişdir. İşte bu sûre-i celîlenin fazîletinin büyüklüğü de bundan ileri gelir. Nitekim bu sûre-i celîleyi okuyanlara, hele de vird edinenlere pek büyük ecirler verileceğini müjdeleyen hadîs-i şerîfler vardır. Böyle olduğu içindir ki öteden beri müslümanlar bu sûre-i celîleye çok rağbet göstermişler, yani her vesîle ile okumuşlar, dillerine vird edinmişlerdir. Yine bu hikmete binâen bütün büyük mürşidler, bu sûre-i celîleyi virdlerine koymuşlar ve sâliklere ders olarak vermişlerdir. Zîrâ ehlullah hazerâtına göre bu sûre-i celîle, Allah ile kul arasındaki irtibatı temin eder. Ne mutlu bu sûre-i celîleyi ihlâs ile okuyanlara, ne mutlu Sûre-i İhlâs'ı vird edinenlere, ne mutlu onun feyzinden istifâde edenlere.

Mülküne yokdur şerîk ey "kul hüvallahü ehad"
Kimse hiç zâtın tasavvur etmez "Allahü's-Samed"
Kimse senden doğmadı kimse doğurmadı seni
Anun içün nâzil oldu "lem yelid ve lem yûled"
Vâhid-i Hayy-i ebedsin sana hemtâ gelmedi
Hiç nazîrin yok "ve lem yekün lehû küfüven ehad"
Listeye geri dön