İhlâs Yolu

20 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :

Hakk Teâlâ'ya tarîk-i lutfdan vusûl isteyen kimseye iki şart lâzımdır. Biri ihlâsdır ki 'amel-i kalbdir ve biri hükm-i şer'dir ki 'amel-i kâlebdir. Ve ihlâs-ı kalb odur ki basîreti Hakk'dan gayrıya te'alluk etmeye, gerekse kendi nefsi olsun. Ve bu mertebeye "temahhuz" derler ki gayrdan mahz ve hâlis olmakdır. Ve edeb umûr-i müstahseneyi riâyetdir ki ahkâm-ı ilâhiyyedir. Zîrâ eğer müstahsen olmasa 'abd onunla me'mûr olmazdı.

Allahu Teâlâ kendisi hakkında, "قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ" buyurdu, şeytan hakkında, "اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ" buyurdu, nefs hakkında ise "اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ" buyurdu.

Yani nefs ve şeytân hilâf-ı şer' ile emr  eder ki umûr-i müstakbahadır ve ona münkerât derler. Hakk Teâlâ ve Rasûlullah ise ma'rûf ile emr eder ki umûr-i müstahsenedir. Ve herkesin karîni olan melek ma'rûfa ve cinn münkere da'vet eyler. Zîrâ melek nûrânî ve şeytân ve nefs zulmânîdir. "وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ". Yani şeytân ve nefs zulümât-ı küfr ve me'âsîye dâiyedir ki netîcesi hâviyedir. Hâviyenin netîcesi bu'd-i 'anillâh ve katîatdir. Nitekim îmân ve tâ'atin netîcesi cennât-i âliyedir ve onun dahi netîcesi kurb ve vasl-ı ilâhîdir. Ve insân zü'l-vecheyndir ki melek ve şeytân ondan tevellüd eder. Yani eğer sâî-bi'l-hayr ise melek ve eğer sâî-bi'ş-şerr ise şeytân tevellüd eder. Pes, kendi nefsinden hâric nesne yokdur.  

Ba'de-zâ tarîk-ı hulûs ziyâde sa'b olmakla ekser-i süllâk mürşid-i kâmile mukârenet edemediklerinden zühd ve tecerrüd ihtiyâr etmişlerdir. Zîrâ 'alâkaya sâlih olan nesneler sâlike şirk getirir ve tarîk-ı ihlâsdan ihrâc eder. Şol cihetden ki 'alâka kalbi tefrîk eder. Teferruk ise ihlâsa mâni'dir. Zîrâ bir kalbe iki muhabbet sığmaz. "مَا جَعَلَ اللّٰهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ ف۪ي جَوْفِه۪ۚ"Bu cihetden sadr-ı evvelde bir musallînin hâl-i salâtda hâtırına bir nesne gelse, eğer ol nesne onun mülkü ise mülkünden ihrâc ederdi, tâ ki bir dahi sebeb-i teferruk olmaya. Ve eğer ol nesne onun emlâkinden değil ise kalbinden ihrâc edinceye dek riyâzât ve mücâhedât ederdi. Fe-emmâ mürşid- i kâmil hizmetinde olsa kârı âsândır. Nazar eyle İbrâhîm bin Edhem'e ki sülûküne netîce verince ne kadar zahmet çekdi. Şeyh-i Ekber kuddise sirruhu'l-athar Hazretleri buyurmuşlardır ki, "Eğer İbrâhîm benim zamânımda olaydı, tahtında oturduğu yerde terbiye ederdim. Ve sefer ve seyâhat ve tecerrüde muhtâc etmezdim" demişdir.

İmdi tecerrüd-i zâhir tecerrüd-i bâtına vesîle olmak içindir. Çünki mürşid-i kâmil sohbetiyle 'alâka-i bâtıne munkatı'a ola, tecerrüd-i zâhire hâcet kalmaz. Zîrâ maksûdün bi'z-zât olan tecerrüd-i bâtındır. Bu ma'nâdan ötürü İskender-i Yûnânî'ye ki Zülkarneyn derler. Ve Hazret-i Yûsuf'a ve Dâvûd ve Süleymân'a ve emsâline aleyhimüsselâm mülk ve devlet zarar vermedi, belki cümlesi te'alluk sûretinde ehl-i tecerrüd idi. Fe-emmâ Cenâb-ı Nübüvvet sallallâhu aleyhi ve sellem zâhiren ve bâtınen terk ihtiyâr eyledi. Zîrâ Allâhu Teâlâ onu her vech ile ihtiyâr etmiş idi. Pes, ol dahi Hakk'dan gayrısın terk etdi ve ümmetini her yüzden tecerrüd semtine irşâd eyledi, tâ ki bu dünyâ ve mâsivâ deryâsına dalmayalar ve "biz deryâyız bulanmazız" diye mağrûr olmayalar. Zîrâ niceler bu gurûra düşüp şeytân-ı garûr onları ıdlâl ve izlâl eylemişdir.
Mutlak biziz âzâd iden kayd-ı cihândan cânımız
Çün kurtarır andan bizi gönüldeki 'irfânımız
Huccet dilersen ey halîl tecrîd ana besdir delîl
Tefrîd ile bî-kâl u kıyl sorma nedir burhânımız

Listeye geri dön