14 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Efendimiz "İhlâsda kemâl, sıfatları nefy etmekdir" buyurmuşlardır. Yani ihlâsda kemâl, kulluk hakîkatidir ki o da sıfatlar tecellîsinde takılıp kalmayıp zât tecellîsine varmakdır. Yani Hakk'ı Hakk'da görmekdir. Böylelikle o kimsenin nazarında mahlûkât kalmaz, hattâ varlıkları sırf yokluk olarak görür.
Sûre-i Enâm'daki şu âyetler Hazret-i İmâm'ın bu sözüne işâret etmekdedir :
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ * فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ * فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ * فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ * اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
Cenâb-ı Hakk bu âyetlerde, Hazret-i İbrâhîm'e, yâkin hâsıl olması için, kendisine semâvâtın ve ardın melekûtunu gösterdiğini, gece olduğunda Hazret-i İbrâhim'in bir yıldız gördüğünü ve "Bu benim Rabbim" dediğini, sonra yıldız gözden kaybolunca, "Ben batanları sevmem" dediğini, sonra gökde ay parlayınca, "Benim Rabbim bu" dediğini, sonra o da batınca, "Rabbim bana hidâyet etmezse dalâlete düşenlerden olurum" dediğini, sonra gökde parlayan güneşi görünce, "Rabbim budur, bu hepsinden büyük" dediğini ve nihâyet güneş de batınca, "Ey kavmim ben sizin Allah'a ortak koşduklarınızdan berîyim, muhakkak ki ben yüzümü semâvâtı ve ardı yaradan Allah'a hanîf olarak döndüm" dediğini beyân etmekdedir.
Müfessirler, Hazret-i İbrahim aleyhisselâm, bir peygamber hem de ulu'l-azm bir peygamber olması olması hasebiyle, bu sözleri kavmini irşâd mâhiyetinde söylemişdir demişlerdir. Doğrudur, âyetlerin zâhiri buna delâlet eder. Zîrâ O'nun kavmi yıldızlara, aya, güneşe taparlardı, onları temsilen yapdıkları putlara taparlar, Allah'a şerîk koşarladı. Ne var ki burada bir de enfüsî ma'nâ vardır ki o da İmâm-ı Âli Efendimizin işâret buyurdukları ihlâsda kemâl mertebesine, yani tevhîdin en saf hâline yani tevhîd-i zâta işâretdir.
Büyük mürşidlerimizden Niyâzî Mısrî Hazretleri kendi seyr ü sulûkü esnâsında bu âyetlerin sırrını nasıl müşâhede etdiğini şöyle ifâde etmişdir :
Allah'a sülûküm esnâsında, sülûkümün istikâmeti bereketiyle, bu fakîr kula da, Allah'a şükür, aynı şey vâki oldu. Ben o günlerde on iki konakdan beşinci konakda idim. Hiç karârım kalmamışdı. Bir tarafdan öbür tarafa kaçıyor, mücâhedenin şiddetinden dolayı bir yerde ve bir hâlde duramadığım için kendimi minâreden yâhud dağlardan aşağı atacak gibi oluyordum. O günlerde gıdam ekseriyâ yirmi dirhem kadar arpa ekmeği idi. Nihâyet 1060 senesi Muharrem ayının son on gününde bir Cuma gecesi yakaza hâlinde bir de gördüm ki, evin içinde karşımda bir yıldız. Onu baş gözümle gördüğümü zannetdiğim için gözümü yumdum. Bakdım ki hayır, yine öyle görünüyor. Gözümü açdım, bakdım, yine önceki gibi karşımda duruyor. O zaman anladım ki bu, kalb gözüyle görülüyor. Birkaç gün o yıldız gözümden hiç kaybolmadı. Sonra büyüdü, büyüdü, ay kadar oldu, bir kaç gün de böyle devâm etdi. Sonra gitgide büyüdü ve güneş kadar oldu, Birkaç günde böyle gitdikden sonra, yine yavaş yavaş büyüdü, yükseldi ve altı ciheti de kapladı. Nûru ilk gördüğüm zamanki ıstırabım, kalb çarpıntım, o nûr genişleyip altı ciheti de kaplayınca dindi. Artık bundan sonra bedenen mücâhede ve riyâzet yapmadım. Mücâhedeme kalb ve rûh ile devâm etdim. Bu hâli şeyhim, gözümün nûru, Elmalılı Ümmî Sinân'a söyledim. Dedi ki, "İbrâhim aleyhisselâmdan kalan beşinci menzilin hâli budur. Bu menzil O'nun ilk makâmı idi. O'nun ilk menzili, ittibâ bereketiyle Muhammed aleyhisselâmın ümmeti için beşinci menzil oldu. Fakat Allah'ın Resûlü için belli bir makâm yokdur. Bütün makâmlar O'nun ayakları altında tek bir adımdam ibâretdir". Sonra buyurdu ki, "Seni, İbrâhim aleyhisselâma lutf etdiği sırât-ı müstakîme ileten, ve seni O'nun izinde gitdiğin için O'na vâris kılan, Allah'a hamdolsun". Sonra şu âyeti okudu : "فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ".
Hiç şübhe yok ki, İbrâhim aleyhisselâmın kavmini bu usûlle irşâd etmesinde de büyük dersler vardır. Zîrâ O, kavmini tevhîde yoluna davet ederken acele etmemiş, putperest bir milletin tevhîd inancına bir anda, tek seferde geçemeyeceğini bildiğinden, istihâle usûlünu kullanmış, akıllara hitâb etmiş, delîller göstermiş ve muhâtablarına zaman tanımışdır. Bu da gösteriyor ki, şirkden tevhîde bir anda gidilmez, istihâle ile, yavaş yavaş, aşama aşama, değişe değişe gidilir.