10 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Sûre-i A'raf'daki "يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى" âyet-i celîlesi hakkında buyuruyorlar ki :
"Ednâ" dünyâdır, 'arazı onun metâ'ıdır. Ve metâ'-ı dünyâ iki vech iledir. Biri bir 'amelin mukâbelesinde medh ve senâdır ki nefs-i insâniyye onunla temettu' ve intifâ' eder. Ve biri dahi mâldır ki cesed-i insânî onunla müntefi' olup gıdâlanır. Ve bundan ahz olundu ki 'amel üç vech üzerinedir. Evvelkisi rızâullâh için ma'mûl olan kârdır ki bunun mukâbelesinde 'araz-ı dünyâ mutlakan melhûz değildir, gerek senâ ve gerek mâl. Ve ikincisi medh ve senâ mukâbelesinde olan 'ameldir. Ve üçüncüsü celb-i mâl için 'ameldir. Pes, şol 'amel-i hayr ki rızâ-yı Hakk içindir, makbûldür. Zîrâ mukâbele-i senâ ve mâldan hiçbiri melhûz değildir. İşte "مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ" sırrı budur. Ve şol 'amel ki senâ veyâ mâl mülâhazasıyladır, merdûddur. Zîrâ ihlâsdan hâricdir. İşte "فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ" budur. Ya‘nî vücûd-i Hak’da olan vahdet şirketi münâfîdir ve garaz-ı dünyâ ile 'âmil olan ise müşrikdir. Zîrâ 'amelinin sûreti Hakk'a ve hakîkati halkadır.
Ve bundan ahz olundu ki umûr-i dîniyyeden olan nesnede ücret sahîh değildir, tedrîs ve va'z ve imâmet ve hitâbet ve ta'lîm-i sıbyân ve emsâli gibi. Zîrâ bu makûlelerin ücûru uhreviyyedir. Umûr-i uhreviyye için ise ucûr-i dünyeviyye olmaz ve illâ bâtıl olur. Meğer ki 'âmil olan kimse ol hizmet mukâbelesinde ücrete müterakkıb olmaya ve vücûdunu onun üzerine binâ kılmaya. Şöyle ki ol ücret olsa da olmasa da ol 'ameli işleyici ola. Bu sûretde ahz etdiği ücreti 'amel mukâbelesinde diye ahz etmeye, belki hediyye ve 'atıyye diye ahz ede. Ve mushaf ve kütüb-i tefsîr ve hadîs dahi ona mülhakdır. Yani bunlar bey' olunmak mukâbelesinde ücret ve semen alınmak meşrû' değildir. Pes, bu sûretde dahi aldığı nesneyi hediyye diye ahz ede ve satmak dahi niyyet etmeye. Zîrâ emr-i dînde bey' ve şirâ olmaz, belki sûreti olur. Ve hibe bey' gibi değildir. Ve bazılar ki, hayırların gayra bey' ederler, meselâ icrâ etdiği çeşme ve binâ etdiği mescid ve emsâli gibi, bu dahi sahîh değildir. Meğer ki hibe ede ve mukâbelesinde mâl mülâhaza etmeye ve ahz etdiği mâlı hediyye diye ahz ede. Katı muhlis mü'mine muhtâcdır ki bu makûle emr-i dînin uhdesinden gelebile.
İşte bu cümlenin 'adem-i sıhhati şirk ucundadır. "فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا". Yani 'amelin sâlih olduğu şirkden hâlis olmakladır ve illâ mücerred 'amel likâyı müstelzim olmaz. Maksûd ise likâdır. Pes, likâya vesîle ihlâsdır. "وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ". Yani şirk ile îmân ve tevhîd bir yerde müctemi' olmaz. Bu cihetden tâlib-i îmân-ı hakîkî olan şirk-i vücûdu aradan ref' eder. Zîrâ kâfir-i bi't-tâgût olmak îmân-ı billâhdan mukaddemdir. "فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ".
Bu lisâna âşinâ olmayanlar için Hazret'in bu beyânâtını kısaca îzâh edelim :
Âyet-i kerîm, dîni dünyâ menfaatine değişenler hakkındadır. Dünyâ menfaati de bir kaç türlü olur. Ya mal-mülk cinsinden bir menfaat sözkonusudur, ya övgü ve şöhret cinsinden, ya da her ikisi birden. Bu demekdir ki ameller üç türlüdür. Biri sırf Allah rızâsı için, diğeri mal-mülk için, üçüncüsü de şöhret için. Bunlardan yalnız Hakk rızâsı için olanlar makbûldür, diğerleri kabûl edilmez, reddolunur. Çünkü onlarda gizli şirk vardır. Zîrâ bu gibi işler görünüşde Allah için olsa da hakîkatde menfaat için yapılmışdır.
İşte bu sebeble, dînî hizmetlerin para karşılığı yapılması da doğru değildir. Dîn dersi, Kur`ân dersi, imâmlık, hatîblik gibi işler ücret karşılığında yapılmamalıdır. Çünkü bunların ecri âhiretde verilecekdir. Mushaf, tefsîr ve hadîs kitablarının para karşılığında satılması da buna dâhildir. Yani bunları satmak ve karşılığında ücret almak meşrû değildir. Eğer böyle yapılırsa alınan para hediye diye alınmalı, ücret diye alınmamalı. Çünkü dîn işlerinde almak-satmak olmaz, hîbe olur. Bazıları da hayırlarını satıyorlar ki bu da câiz değildir.
İhlâs ile yapılmayan işlerin hepsi şirke bakar. Cenâb-ı Hakk'ın kullarından istediği sâlih amel, şirkden berî olan ameldir. Yani ihlâs ile yapılan ameldir. Şirk ile îmân birbiriniz zıddıdır, iki bir yerde olmaz. Bu yüzden gerçek îmâna tâlib olan kişinin, şirkin her türlüsünü ortadan kaldırması îcâb eder.