İki Sefer : Nüzûl ve Urûc

7 Şubat 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :

İnsanın tavr-ı evveli, neş'e-i cismâniyyesi cihetinden tıyndir ki türâb ve mâ ile muhtelitdir. Badehû nutfe ve badehû 'alaka ve badehû mudga ve badehû izâm ve badehû lahm ve badehû nefh-i rûhla sûret-i uhrâdır. Pes, insanın hilkat-i tabî'iyyesinin kemâli, târât-ı seb'-i mezkûr üzerine mebnî olduğu gibi, neş'e-i rûhâniyyesinin tamâmı dahi etvâr-ı muhtelife üzerine 'ubûra mevkûfdur. Zîrâ sülûk-i râh-ı Hakk'da gerekdir ki menâzil-i 'anâsır-ı kesîfeden, merâtib-i mevâlîde sefer eyleye. Badehû derecât-ı tıbâyı'a terakkî kıla. Badehû 'âlem-i ervâha müteveccih ola. Badehû 'âlem-i 'ilme duhûl ede. Badehû 'ayn-i hakîkate kemer-beste-i 'azimet olup gide. Ve bu hakîkate cennet-i muzâf derler. Nitekim Kur`ân'da gelir : "فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ * وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي fedhulî fî ibâdî vedhulî cennetî" 

Ve bu cennetin kapısına sürâdikât-ı 'izzet çekilip hânedânından nazar-ı halk bi'l-külliye munkatı' olur. Ve melâike-i mukarrabîn bile onlara ıttılâ'dan kalır. Anın içün insân-ı kâmil, ma'lûm ve mechûldür. Yani âsâr-ı hissiyyesi cihetinden ma'lûm, hakâyık-ı maneviyyesi yüzünden mechûldür. Hakk Teâlâ ma'lûm ve mechûl olduğu gibi. Fefhem. 

El-hâsıl, kâsıd-ı Ka'be olan kimse, her gün bir menzile intikâl ve bir makâma irtihâl eylediği gibi, ona kerrât-ı harekât ve merâtib-i nüzûl derler. Sâlik-i râh-ı vahdet olan dahi, nefes-be-nefes bir ism-i ilâhîden bir isme sefer, bir hâlden bir hâle güzer edip, matlab-ı a'lâ ve maksad-ı aksâya dek sa'y ve seyr eder. Ve ol esfâr ve hâlâta etvâr derler ki hâl-i sekr-i vecde olan menâzile dâirdir. Nitekim nüzûlde dahi ol etvâr üzere yürüyüp her birinden 'ubûr etmiş idi. 

Sefer-i evvel ki nüzûldür, gâyetine gurbet derler.  Zîrâ makâm-ı 'ayndan cüdâ düşüp esfel-i sâfilîn olan nefse ve vücûd-i 'unsurîye nüzûl etmişdir. Bu mertebe ise onun yeri değildir. Belki oraya sefer etmesi esmâ-yı ilâhiyyeyi seyr ve sıfat-ı Hakk'ın hakâyıkına ıttılâ' ve cemâl-i ef'âli müşâhede içindir. 

Ve sefer-i sânî ki 'urûcdur, vatanına teveccühdür ki, nefsini buldukdan sonra Rabbisini dahi bulmağa azîmetdir. Pes, buldukda vatana dâhil olur. Velâkin bu mertebeye min vechin gurbet derler. Zîrâ ol mertebenin âşinâsı ekall-i kalîldir. Ve ona işâret edip hadîsde gelir : "fe tûbâ lil gurabâi min ümmetî (Ne mutlu ümmetimin garîblerine!)"

Listeye geri dön