18 Şubat 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, bir sohbet meclisinde, mûsıkîyi kökden reddeden yani mûsıkînin her türünü harâm kabûl eden tâifeden bahs edilirken buyurdular ki :
Meselâ biz mazhar vuruyoruz. "Efendim, oyun âleti" diyor. İslâm'ın binâsından bir tânesi de gazâdır ve oruçdur. Davulla kalkarsın oruca, muhârebede çalgıyla girersin harbe. Zînâ ile cimâ da aynı fiildir, biri meşrû biri gayr-i meşrûdur. Göbek atan bir adama çalınan çalgıyla, Allah deyip de oynayan adama çalınan çalgı bir değildir. Fiilde birdir ama ma'nâsı ayrıdır. Ama anlatamazsın ki. Değil mi? Katille gazâ da öyledir. Fiil bir, adam öldürmek. Ama birine gâzî rütbesi veriliyor, Allah onların atının nalından sıçrayan ateşe yemîn ediyor, diğerini "وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ ve leküm fî'l-kısâsi hayât" âyetiyle katlediyor.
O meclisde bulunan bir zât, "Efendimiz, hakîkaten bu hususda çok câhil tabaka var. Mûsıkîyi hiç ayırmıyorlar, müzik harâmdır deyip geçiyorlar" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Rûh niçin mûsıkîden hoşlanır? İki türlü mûsıkî vardır. Biri cisme hitâb eder, şehveti tahrîk eder. Bir tânesi rûhu Hakk'a iletir. İslâm müziğinin, rûhu Hakk'a yöneltmesinin sebeb-i illeti, âlem-i ervâhda, "elestü bi rabbiküm" hitâbının zevkini duymakdır. Benim sözüm değil ki, Muhyiddîn İbn Arabî Hazretlerinin sözüdür konuşduğum söz. Allah "elestü bir rabbiküm", "ben sizin rabbiniz değil miyim" dedi, "kâlû belâ", evet dediler. Bu sesin zevkini duyuyor, onun için Allah'a yüceliyor. Ama şehvet haramdır, her şeyde böyledir. Çünkü her şeyin âdîsi çirkindir, kötüdür. Güzel, güzledir. Şehvâniyyeti tahrîk eden mûsıkî harâmdır ama insana Hakk'a kurbiyyet peydâ eden, helâldir, güzeldir.
Hattâ bir âlim zât, haber almış, Ebü'l Medyen Magribî Hazretlerini. O vakit de ulemâ arasında büyük ihtilaf varmış. Halk ikiye ayrılmış, mûsıkî ile mi Kur`ân okuna, mûsıkîsiz mi okuna. İhtilaflı. Mûsıkî ile okunsun diyenler deve ile isbât etmişler. Mûsıkî ile ezân okumuşlar deve yemi kesmiş, yememiş, dinlemiş. Deve hayvanı mûsıkîden çok iyi anlarmış. Mûsıkîsiz okumuşlar, deve yemeğe devâm etmiş. Demişler ki "Mûsıkî, deveye böyle tesîr ederse, insana haydi haydi tesir eder".
Bu münâkaşalar devâm ederken bir fakîh, Hazret-i Şeyhü'l-Ekber'in şeyhi olan, Ebü'l-Medyen Magribî ki, bugün Vehhâbîler de onu kabûl ediyorlar, öyle büyük bir zât o, öyle büyük bir sultân. Muhyiddîn İbn Arabî'yi tekfîr ediyorlar da, Ebü'l-Medyen Magribî Hazretlerine hürmet ediyorlar. Çünkü magribde yek o. Şarkda Hazret-i Abdülkâdir, garbda Ebü'l-Medyen Magribî'dir. Onu ziyârete gitmiş. Hazret, mûsıkî üzerine Kur`ân okurmuş. Namaza durmuş. Mûsıkî ile okuyunca Kur`ân'ı, arkadaki fakîh "Eyvâh! Biz buna evliyâ diye geldik ama bu da Kur`ân'da lahn ediyor" demiş. Aynen böyle. Sonra o akşam orada yatmış. Gece fakîh kalkmış, abdest almak için tekkenin bahçesine çıkmış. İki arslan peydâ olmuş. Bir saldırmışlar o fakîhin üzerine. Fakîh, yandım Allah diye başlamış bağırmaya. Hazret-i Şeyh çıkmış, arslanlara işâret etmiş, demiş ki, "Utanmıyor musunuz! Bu ne küstahlıkdır! Benim misafirime nasıl böyle tecâvüz ediyorsunuz!" demiş. Arslanlar kedi gibi olmuşlar ve çekilip gitmişler. Ebü'l-Medyen Hazretleri, "Gel hocam gel, biz Kur`ân'da lahn etdik, sen îmânda lahn etdin" demiş.
Bu iş, ayrı iş. Ama bu işe aklı ermeyenler var, biz onlara kulak vermeyiz. Kızmaya da lüzum yok. Zavallı adamlar onlar. Ben kızmam öyle şeye hiç, acımak lâzım.
www.muzafferozak.com