İlâhî Aşk - Radyo Sohbeti - 1 Nisan 1979 ABD

8 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerika'daki bir radyo sohbetinde ilâhî aşk hakkında sorulunca buyurdular ki :
Bunun îzâhı çok güç. Bal yiyen, balın ma'nâsını anlatamadığı gibi, bal yemeden de balın ne olduğunu anlamadığı gibi, bunun gibi bir şeydir.

Programcı "lütfen îzâha gayret edin" diye ısrâr edince Efendi Hazretleri şöyle buyurdular : 

Her şeyin iyi tarafını görmek, her şeye ibret ile bakmak, Allah'ın bize vermiş olduğu nimetleri görmek ve bunları takdîr etmek, Allah'a muhabbetin yolunu gösterir. Bu tarîfim, muhabbetin tohumu demekdir. Zamanla bu tohum gelişecek, ağaç olacak ve meyva verecekdir. O vakit, aşkın ne olduğunu tadan bilecek, anlatması güç olacak, ancak o derde mübtelâ olanlar o işi bileceklerdir, o sırra vâkıf olacaklardır. Ve her şeyin Hakk olduğunu ve Hakk'a doğru gittiğini, Hakk'dan gayrı bir şey olmadığını bildikten sonra, bu aşk deryâsında boğulacaktır.
Programcı bir ilâhi okunmasını ricâ edince, Efendi Hazretleri ile yanında bulunan zâkirler, güftesi Âşık Yûnus'a âid "Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâ seni" ilâhisinin Hicaz bestesini okudular. 

Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlâm seni

Sular dibinde mâhî ile sahrâlarda âhû ile
Abdâl olup Yâ Hû ile çağırayım Mevlâm seni

Gökyüzünde Îsâ ile Tûr dağında Mûsâ ile
Elimdeki âsâ ile çağırayım Mevlâm seni

Derdi öğüş Eyyûb ile gözü yaşlı Ya'kûb ile
Ol Muhammed mahbûb ile çağırayım Mevlâm seni

Hamd ü şükrullah ile vasf-ı "kulhüvallah" ile
Dâimâ zikrullah ile çağırayım Mevlâm seni

Bilmişim dünyâ hâlini terk etdim kîl ü kâlini
Baş açık ayak yalını çağırayım Mevlâm seni

Yûnus okur diller ile ol kumru bülbüller ile
Hakk'ı seven kullar ile çağırayım Mevlâm seni


Bu nutkun tercümesinden sonra programcı, Efendi Hazretlerinin nutuklarından birinin okunmasını ricâ edince, Hüseynî makâmındaki "Bülbüller sazda güller niyazda" ilâhisi okundu :

Her sabah erken
Uyanıver sen
Degil gönülden
Elhamdülillah

Kuşlar zikirde
Dervîş fikirde
Şâkir şükürde
Elhamdülillah

Bülbüller sazda
Güller niyazda
Söyle namazda
Elhamdülillah

Koşuşur herkes
Duyulur bir ses
Der ki her nefes
Elhamdülillah

Dilimde Kur`ân
Virdim her zamân
Tesbîhim her ân
Elhamdülillah

Kalbimde îmân
Gönlümde sultân
Elimde fermân
Elhamdülillah

Ellerim kârda
Gönlüm hep yârda
Bollukda darda
Elhamdülillah

Oldum Halvetî
Buldum devleti
Geçdim zulmeti
Elhamdülillah

Oldum Cerrâhî
Buldum hak râhi
Feyz-i ilâhî
Elhamdülillah

Rahmete irdim
Dîdârı gördüm
Lezzeti duydum
Elhamdülillah

Cerrâhî'ye gel
Versin sana el
Hak yol budur bil
Elhamdülillah

Dergâha vardım
Yüzümü sürdüm
Cemâlin gördüm
Elhamdülillah

Dervîşler durmuş
Sâfâyı sürmüş
Dîdârı görmüş
Elhamdülillah

Haddimi bildim
Yolumu buldum
Pîrimi gördüm
Elhamdülillah

Âşık devrânda
Gönlü sultânda
Söyle her ânda
Elhamdülillah

Dergâh açıldı
Nûrlar saçıldı
Hulle biçildi
Elhamdülillah

Yatma seherde
Uğrarsın derde
Söyle her yerde
Elhamdülillah

Aşkî zikreyler
Mevti fikreyler
Hakîkat söyler
Elhamdülillah
Programcı bu nutkun yazılış hikâyesini sorunca, Efendi Hazretleri bu nutk-i şerîfin hangi ilhâm ile zuhûr ettiğini anlatmışlar ve bazı kıtalarını da şerhetmişlerdi. Bu beyânât, dervîşliğin hakîkatini, seyr u sülûkün mâhiyetini ve tasavvufun inceliklerini göstermesi bakımından da çok mühim ve kıymetlidir. Şöyle ki :
Seher vakti kalkmış idim. Bir ilkbahar sabahıydı. Bursa'nın gül bahçelerinde bulunuyordum. Bülbüller gül dalına konmuş, ilkbahar olmak münâsebetiyle, güle karşı aşklarını ilân ediyorlardı. Her sevilen naz ettiği gibi, gül de bülbüle naz etmekdeydi. Çünkü maşûk âşıka dâimâ naz eder. Bazen kul da Allah'a naz eder, Allah da kula naz eder. Bunu böyle görünce, kendi kendime "Allah'a kıyâm et ve O'na namazda hamd et" dedim. Çünkü bu hakîkati görmüştüm. Hakîkati görünce buna karşı şükretmek lâzımdı. Bunun şükrü de ancak ibâdet olabilirdi. Namaz, bütün zikrin cem'i idi ve şükrün ifâdesi idi. Onun için "Söyle namazda elhamdülillah" dedim. "Şükret Allah'a, hamd eyle" dedim.
Mücerred "Şükür Yâ Rabbi" demek, bu zikirdir. Lisânen söylenen bir kelâmdır bu. Bunu fiilen göstermek lâzımdı. Güzelliğin şükrünü nasıl ifâde edeceğiz. İffet ve ırzımızı muhafaza etmekle idi. Bize verilen malın şükrü nasıl ifâde edilirdi Allah'a karşı? Açı doyurmakla, çıplağı giydirmekle olurdu bu iş. Aşkın da ifâdesi neydi? Bunun da şükrü neydi? Böyle ilâhî söylemekdi. İşte ben de bu hâlle Allah'a şükrümü ifâde etmişdim.

Seher vakti, Allah Teâlâ ile kul arasındaki perde kalkar. Her bir seherde yüz bin esrâr-ı ilâhî keşfolunur. Uykuyla bu nimet kaçırılır mı? İstikbalde çok uyuyacak idik. Onun için seherde yatmak bu nimetleri kaçırmak ve derde uğramakdır. Öyleyse her yerde Hakk'ı zikreyle ve şükreyle.
Şerîat içinde yüzüyordum. Nasıl ki Mûsevîler şerâtlarına bağlı olarak kaldılar ve Hazret-i Îsâ gelip onların kaba ve soğuk şerîatını felsefesiyle ve Allah'dan aldığı âyât u beyyinât ile İncil'i getirdi ve insanları aşka davet etti. İslâm'ın nefse acı gelen şerîatını, tarîkata girmekle tatlı yapmıştım ve nefsime zulmet gibi gelen şerîatın acı emirleri, bana tatlı olmuştu artık. İşte bu bir zulmet idi, bu tahavvül ile, bu değişmek ile,  yani nefsime acı gelen şerîatın emirleri artık bana tatlı geliyordu ve zulmeti geçmiştim. Bu da Tarîkat-ı Halvetiyye'ye girmekle olmuştu. Bunun için Allah'a hamd etmeyeyim mi? Bu nimeti bana Allah ikrâm etmişti, bunun için Allah'a hamd etmeyeyim mi?

Baktım herkes koşuyorlar. Herkes işine gidiyor, çocuklar mektebe gidiyor. Cıvıl cıvıl kuşlar ağaçlarda ötüyor, her sesten Allah'a hamd etmek duyulmakta, her nefes Allah'ı zikrediyor. Kimisi bu hamdin farkındaydı, kimisi farkında değildi ama her nefes Allah'a hamd ediyordu. Ve Allah'a doğru koşuyorlardı. Bütün kâinâtda koşanlar, çalışanlar, çabalayanlar, hep herkes herkes Allah'a koşmaktadır.

"Oldum Cerrâhî", Tarîkat-ı Halvetiyye'nin kırk sekiz kolu var, ben Cerrâhî koluna intisâb etmişdim. Burası beni nûrlandırmışdı. Kâinâtda Herkesin bir nasîbi vardı, benim nasîbim de Cerrâhîlik'dendi. Bu yol beni Hakk'a götürüyordu. "Buldum hak râhi". Çünkü bu yola intisâb etmekle Hakk'ın yoluna girmiştim. Bu yol beni Hakk'a götürüyordu. Her giden yol Hakk'a gidiyordu. Fakat benim yolum Cerrâhî yoluydu, benim için hak râh bu idi. Bu da feyz-i ilâhîden başka bir şey değildi. İşte bunun için Allah'a hamd ediyorum. "Elhamdülillah".   
"Aşkî zikreyler". Dâimâ zikretmekteyim. "Mevti fikreyler". Ölümü düşünüyorum zîrâ bu âlemde ölmeden evvel ölenler, olurlar. Çünkü Hazret-i Muhammed demiş ki, "Ölmeden evvel ölünüz", ben de olmaya çalışıyordum ve ölmeden evvel ölmeyi düşünüyordum, bu nasıl olacak diyordum. Dinleyenlere ve anlayanlara hakîkat söylüyorum, doğru söylüyorum. "Elhamdülillah". Allah'ın bütün nimetlerine şükrediyorum, gene "Elhamdülillah".

Programcı, "Şimdi sizi dinleyenlerin hepsi aşkın kuvvetini ve tatlılığını bir dereceye kadar tatmışdır, peki ama bunun aşk-ı ilâhî ile nasıl bir alâkası var?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Yok, ne tadarsa, ister az olsun ister çok olsun, hepsi aşk-ı ilâhîdir. Hattâ platonik aşklar da, bir kadının bir erkeğe olan muhabbeti, bu da aşk-ı ilâhîdir. Fakat sevdiği ona perde olmuşdur. Bir gün o perde aralanacak, matlûba ve maksûda ve maşûk-i hakîkîye nâil olunacaktır. İş ki sevsin, sevgi hissiyâtı bulunsun, sevilsin. Sevmek kolay, sevilmek güçtür. Âşık olursa, o aşk ateşiyle yanarsa, bir gün mutlakâ maşûkuna erecekdir. İşte aşkullah, bu şekilde insana sunulur. Allah'ın nimeti de nikbeti de insan elinden olduğu gibi, aşk da bu şekilde insan elinden halka sunulur.
Efendi Hazretleri "Müsâade ederseniz bir hikâye anlatabilir miyim?" buyurdular ve şu ibretlik hikâyeyi lutfettiler :
İstanbul'da Bayezid Camisi vardır. İstanbul'un mühim câmilerinden bir câmidir. Li hikmetin İstanbul'un fethinden bu tarafa, o câmide meşâyih bulunur. Şeyh câmisidir. Şeyh de sâkîdir, dervîş kadehdir, aşk da şarabdır. O sâkî elinden o kadeh doldurulur. Bu, kısa yoldur bu. Bazen aşk başka elle de sunulabilir. Bu, yolun kısasıdır. İşte o câmide, o câminin resm-i küşâdında, Şeyh Cemâl-i Halvetî, o câminin resm-i küşâdı için, pâdişah tarafından tayîn olmuştu. Ve Şeyh kürsüye çıkmıştı, konuşacaktı. Câmide pâdişah ve sadrazam ve şeyhülislâm ve diğer meşâyih, büyük zevât toplanmışdı. Halk da toplanmışdı oraya. Şeyh derse başlayacağı vakitte, konuşmaya başlayacağı vakitte, bir saf adam, belli ki Allah onu gönderdi oraya, bir saf adam ayağa kalkarak, "Şeyh Efendi, bütün halk burda toplanmış, benim eşeğim kayboldu, benim eşeğimi bulur musunuz?" diye Şeyh'e ricâ etti. "Halka sorun, gören var mı?" dedi. Şeyh dedi ki ona, "Otur, otur ben senin eşeğini şimdi bulurum". Ve halka hitâb etti, "İçinizde hiç bir şeye âşık olmayan var mı? Aşk nedir bilmeyen var mı?". Ayağa üç adam kalktı ve dediler ki, "Biz aşk nedir bilmeyiz, sevgi nedir anlamayız". Onun üzerine Şeyh, o adama hitâb etti, "Sen bir eşek kaybettin, ben sana üç tâne eşek buldum".
Halbuki eşeğin bile yeşil ota aşkı vardır. Onun için insanoğlu âşık olduğu vakitte, melekten yüksek, aşkı bilmediği vakitte eşekten âdî olur. Amerikalılara bir hediyem olsun.
Programcı Efendi Hazretlerinden bir duâ isteyince Efendi Hazretleri şöyle duâ buyurdular :
Ey güzeller güzeli olan Allah! Ve güzeli seven Allah! Aşkını bize sun. Aşkınla kalblerimizi nûrlandır, yüzlerimizi sürûrlandır. Bize aşkını tattır, cemâlini göster. Her taraf senin cemâlinden başka bir şey değildir ama cemâlinden hicâbı gider ki görelim. Sana erelim, seni bulalım, seninle buluşalım, mazhar-ı zât olalım, sevişelim seninle yâ Rabb. Sen istediğini istediğine verir, istediğini istediğinden alırsın. Gâlib sensin. Bu âlemde müstakillen mâlik gene sensin. Seni zikredeni sen zikredersin. Seni seveni sen seversin. Sana yürüyerek gelene sen koşarak gelirsin, istediğini verirsin, mahrûm etmezsin. Biz senin kulların iken, kul iken, evimize gelene ikrâm ederiz, sen pâdişahlar pâdişahısın, rahmânsın, rahîmsin, gaffârsın, cemîlsin, latîfsin, hâşâ senin kapına ilticâ edeni kapından boş çevirir misin. Elbet çevirmezsin. Yâ Rab kapına geldik, boynumuzu büktük, insanlığı tevhîd altında cem eyle, adâveti gider, düşmanlığı muhabbete çevir. Buna kâdir olan ancak sensin. Sana açılan elleri, seni zikreden dilleri, seni seven gönülleri mahrûm etmezsin. Kapına geldik, boynumuzu büktük, elimizi açtık. Ey sevgili! Ey maksûd! Ey matlûb! Ey Allah! Bizi aşkınla taltîf et. Başımıza muhabbet tâcını, kalbimize aşk ilâcını koy ve gönlümüzden aşkını çıkarma. Aşk bizim rızkımız, onsuz yaşayamayız. Bizi mahrûm etme yâ Rabb. Duâmızı kabûl et. Bizi kapından mahrûm çevirme. Âmîn.

Bu 'aşkı Hakk bu cânlara delîl olmağa gönderdi

Bulan 'aşk odun 'aşk ile hakîkat erdi Mevlâ'ya

Gel imdi bul 'aşkı ki bunda göresin Dost'u

Görenler muntazır olmaz bugün ol Dost'u ferdâya 



Listeye geri dön