İlhâm

5 Mayıs 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf
Arapça "ﺍﻟﻬﺎﻡ İlhâm" kelimesi "lehm" kökünden gelir. "Lehm"in lugatdeki karşılığı "içmek" ya da "birden yutmak"dır. "ﺍﻟﻬﺎﻡ İlhâm" da "içirmek, birden yutturmak" demekdir. "Kaç Türlü İlhâm Vardır?" başlıklı yazımızda ilhâmın dört çeşit olduğunu ve bunlardan ikisinin Rahmânî olduğunu îzâh etmeye çalışmışdık. Gerçi ilhâm dört türlüdür ama sôfiyye lisânında ilhâm tabiri daha çok Rahmânî olan ilhâmât için kullanılır.  Bu da insanın kalbine bazı bilgilerin ya doğrudan Allah tarafından ya da melekler aracılığıyla ulaştırılması demekdir. İlhâmın alâmet-i fârikası, hiç bir maddî âlet ya da vâsıta olmaksızın kalbde âniden ortaya çıkmasıdır.

Kur`ân-ı Kerîm'de ilhâm bir çok yerde işâret yoluyla bir yerde de lafzen zikredilmişdir. Lafzen zikredilen âyet-i kerîme Sûre-i Şems'deki "فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا Fe elhemêhâ fücûrahâ ve takvâha" âyet-i kerîmesidir. Bu âyetin melâikenin ilhâmâtına dâir olduğunu da daha önce söylemişdik. İyi bir işi için "Yap" kötü bir işi için de "Yapma" kabîlinden gelen ilhâmât bu sınıfa girer.

Kur`ân-ı Kerîm'de ilhâma bir çok da işâret vardır. Bunlardan biri Sûre-i Kasas'daki Hazret-i Mûsâ'nın annesi hakkında gelen "وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ ve evhaynâ ümmi Mûsâ en ardı'îh" âyet-i kerimesindedir. Cenâb-ı Hakk Hazret-i Mûsâ'nın annesinin kalbine bebeğini Nil nehrine bırakmasını ilhâm etmişdir. 

Sûre-i Şûrâ'daki "وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ" âyet-i kerîmesi de ilhâma işâret eder. Bu âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hakk'ın insanla konuşmasının ancak şu üç yolla olabileceği beyân edilmişdir. Biri vahiy yoluyla diğeri perde gerisinden hitâb ederek üçüncüsü de bir elçi göndermek sûretiyle. Yani Allah kuluna bildireceği şeyi ya doğrudan ilhâm eder, ya melekleri vâsıtasıyla bildirir ya da rüyâ gibi tevîl ve tabir gerektiren bir tecellî ile bildirir.

Ehlullah hazerâtına göre insan, bir yönüyle âlem-i mülke diğer yönüyle de âlem-i melekûta dönükdür. Mülk âlemini idrâk etmeye yarayan görme, işitme, tatma gibi duyularımız ve aklımız melekût âlemini idrâk etmeye yetmez. İşte kalbimize gelen ilhâmlar, melekût âleminden bize ulaşan haberlerdir. Bir kalbin melekût âlemiyle irtibatı ve oradan alacağı bilgiler, o kalbin saflığına ve temizliğine bağlıdır. Bir kalb ne kadar sâf hâle gelmişse ilhâmâta da o kadar açık olur. Bu da ancak tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalb ile mümkündür. 

Bu akşam teşrîfiyle müşerref olduğumuz Ramazân-ı Şerîf ve bu aya mahsûs ibâdetler de bize bunu ilhâm eder. Zîrâ tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalb edebilmenin başda gelen şartlarıı, az yemek, az uyumak, az konuşmak sûretiyle nefsi bastırmak ve ibâdetlerle zikrullahı arttırmak sûretiyle kalbimizi tasfiye etmek ve rûhumuzu mi'râc ettirmekdir. İlhâmât-ı ilâhiyyeye ve fütuhât-ı rabbâniyyeye nâil olmanın yolu da budur. 


Çün ki âdemzâdesin sırrında bul âdemliği
Rütbe-i nûr-i kerâmetle olam dersen halef
Sâf-ı evsâf ol tecerrüd eyleyüp dü 'âlemi
Dürre-i ilhâm ile dolmaz dil olmazsa sadef
Listeye geri dön