21 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
İmâm-ı Azam Hazretlerinin hayâtı, menâkıbı, ahlâkı, meziyetleri ve fazîletleri hakkında pek çok şey yazılmışdır. O'nun hakkında yazılan eserlerin bir listesini yapacak olsak, sayfalar tutar. Bu eserlerde anlatılanlar bir araya getirilse, cildlerce kitâb olur. Biz burada Hazret-i İmâm'ın fazîletlerinden yalnızca birkaç tânesini zikredeceğiz. Maksadımız, bu yüce insanın, bu zât-ı akdesin azîz hâtırasını yâd etmek, onunla teberrük ve tevessül etmek ve okuyanlarda bir parça merak uyandırmakdan ibâretdir.
Onunla aynı devirde yaşamış olan büyük âlim, büyük velî Abdullah ibn Mübârek Hazretleri, İmâm-ı Azam Efendimiz hakkında şöyle buyurmuşdur :
Müslümanların imâmı Ebû Hanîfe ilmiyle ve eserleriyle, yeryüzünü ve üstündükleri tezyîn eyledi. Tıpkı sayfaları tezyîn eyleyen Kur`ân âyetleri gibi. Ne doğuda, ne batıda, ne de Kûfe'de onun eşi menendi yokdur. Onu ayıplayanlar, ona bi-gayr-ı hak dil uzatanlar, onu tezyîfe yeltenenler, hep sefîhlerdir.
Rivâyete göre Hazret-i İmâm'ın babası, küçük yaşda İmâm-ı Ali Efendimize gitmiş ve O'nun duâsını almış. Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Efendimiz, ona ve soyuna duâ buyurmuşlar. İmâm-ı Azam Hazretleri işte bu duânın berekâtı ile vücûda gelmişdir.
İmâm-ı Azam Hazretleri, Kûr`ân'ı çok küçük yaşda hıfzetmiş, kırâat ilmini de yedi büyük kurrâdan bir olan İmâm-ı Âsım'dan almışdır.
İmâm-ı Azam Hazretleri kılık kıyâfetine çok dikkat eder, temiz ve şık giyinir, sakalını muntazam tutar, güzel kokular kullanırlardı.Talebelerine de temiz ve şık giyinmelerini tavsiye ederlerdi. Halkın nefretini çekecek görünüş ve davranışlardan uzak durmalarını tavsiye ederlerdi. Hazret-i İmâm, tavır ve davranışlarında son derce zarîf ve kibâr, konuşması gâyetle beliğ, sözleri son derece insicamlı, sohbeti tatlıydı.
Hazret-i İmâm önceleri ticâretle meşgûldü, sonradan ilim yoluna girdi. İlim yoluna nasıl girdiğini bizzat kendileri şöyle anlatmışlardır :
Bir gün Şa'bî'nin yanından geçiyordum. Beni çağırdı, "Nereye devam ediyorsun?" dedi. Ben de, "Çarşı-pazara" dedim. O, "Maksadım o değil, ulemâdan kimin dersine devam ediyorsun?" dedi. Ben, "Hiçbirinin" diye cevâb verince, "İlmi ve ulemâyı sakın ihmâl etme. Ben senin uyanık ve kâbiliyyetli bir genç olduğunu görüyorum" dedi. Onun bu sözü, bende büyük bir tesir yapdı ve ticâreti bırakdım, ilim yolunu tutdum".
Hazret-i İmâm o âlimin îkâzıyla yirmi iki yaşında bu karârı verdikden sonra işlerini ortağına devretmiş, işi sermâye ortaklığına çevirmiş ve bütün mesâîsini ilme tahsîs etmişdir. Pek çok hocadan ders alan Hazret-i İmâm, en çok da Hammâd bin Ebî Süleymân'dan istifâde etmişdir. On sekiz yıl bu zâtdan ders almış, hattâ onun vekîli olmuşdur. Hazret-i İmâm'ın ilmî silsilesi, ashâbın ileri gelenlerine ulaşır. Onun ders aldığı hocaların silsilesi Hazret-i Ali'ye, Hazret-i Ömer'e, Abdullah ibn Mesûd'a ve Abdullah İbn Abbas'a erişir.
Hazret-i İmâm pek çok talebe yetişdirmişdir. Aralarında târihe geçen büyük şöhret sâhibleri de vardır. En meşhûrları İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Züfer'dir.
Hazret-i İmâm'ın en meşhûr eseri, el-Fıkhu'l-Ekber'dir. Diğer eserleri, el-Fıkhu'l-Ebsat, el-Âlim ve'l-Müteallim, el-Vasıyye, Risâle ilâ Osmân el-Bettî ve el-Müsned'dir. Bu eserler de çok kıymetli olmakla berâber O'nun asıl eseri, o güne kadar henüz tedvîn olunmamış olan usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimleridir ki bunlar o günden bugüne hâlâ geçerliliğini korumakda, O'nun vaz etdiği usûl ve yapdığı ictihadlar hâlâ kabûl görmekdedir.
Hazret-i İmâm, ilmiyle âmil, ahlâkıyla kâmil, fazîlet timsâli bir zât-ı akdesdir. Onun sabahlara kadar ibâdet etdiği, saatlerce Kur`ân okuduğu bilinmekdedir. Buna rağmen O, ilimle yapılan az ameli, ilimsiz yapılan çok amelden üstün tutmuşdur. Bir eserinde şöyle buyurur :
Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Nasıl ki uzuvlar gözün görmesi sâyesinde hareket eder. Az dahi olsa ilim ile amel, cehâletle yapılan çok amel daha faydalıdır. Bu şuna benzer. Çölde bir adamın yanında az mikdarda azık bulunsa bile doğru yolu bilirse kurtulur. Onun için bu, yanında çok azık bulunup da doğru yolu bilmeyen kimseden daha hayırlıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuşdur : "هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟". (Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?).
Yine Abdullah bin el-Mübarek'in nakletdiğine göre, İmam-ı Azam Hazretlerine, "En fazîletli amel hangisidir?" diye sorulmuş, "İlim öğrenmek" buyurmuşlar. "Sonra hangisidir?" diye sormuşlar, "Yaparken en çok zorlandığın ameldir" diye cevap vermişler.
Hazret-i İmâm hayâtı boyunca sayısız fetvâ vermişdir. Vermişdir ama bunları Ümmet-i Muhammed'e bir kolaylık olsun diye vermişdir. Halbuki kendisi fetvâ ile hareket etmemişdir, dâimâ takvâ ile hareket etmişdir. Meselâ, bir gün çarşıdan geçerken üzerine tırnak kadar çamur bulaşmış, hemen gidip yıkamışlar. Kendisine, "Yâ İmâm, sen bu mikdarda necasetle bile namaz kılınabilir diye fetvâ veriyorsun, bu kadarcık çamuru niçin yıkıyorsun?” dediklerinde, "Evet, öyle ama o fetvâdır, bu ise takvâdır" buyurmuşlar.
Hazret-i İmâm'ın uykusu da yok gibidir. Uzun zaman O'nun hizmetine bakan bir zât, kendisini tanıdığından beri bir gece olsun yanını yere koymadığını söyler. Onun uyku zamanı yaz mevsiminde öğle ile ikindi arası, kış mevsiminde ise gecenin başlangıç kısımlarıdır. Ebû’l-Cüveyriye de şöyle demişdir, "Ebû Hanîfe ile altı ay beraber kaldım. Bir gece olsun yanını yere koyup uzandığını görmedim". Çok namaz kılmasından, bu esnâda çokça ayakda durmasından ötürü kendisine "el-veted" yani direk yâhud "vetedü"l-leyl" yani gece direği denilmişdir.
İmâm-ı Azam Hazretlerinin Kur`ân kıraatine de çok düşkündür. Bâhusûs Ramazân'da gündüz bir hatim, gece bir hatim, otuz terâvihde de bir hatim olmak üzere altmış bir hatim okuduğu bilinmekdedir.
Hazret-i İmâm, zühd ve takvâ üzere yaşamış, sultanların verdiği hediyeleri bile kabûl etmemiş, ticâretden elde etdiği gelirin pek cüzî bir kısmı ile geçinmiş, fazlasını talebelerine ve fukarâya dağıtmışdır. Evinde yaygı olarak yalnız bir hasır seriliymiş, bunu gören bir zât, "Sizin masrafınız çok, âileniz kalabalık, niçin hiç dünyâlık ve makâm kabûl etmiyorsunuz?" diye sormuş, Hazret-i İmâm, "Allah bize kâfîdir" buyurmuşlar.
Hazret-i İmâm aynı zamanda tam bir edeb timsâlidir. Onun meclisinde bulunanlardan Dâvûd et-Tâî Hazretleri diyor ki, "Yirmi yıl Ebû Hanîfe'nin yanında bulundum. Bu müddet zarfında dikkat etdim, ne yalnızken ne de yanında birileri varken başı açık oturduğunu, istirahat maksadıyla da olsa ayaklarını uzatdığını hiç görmedim. Kendisine sordum, 'Yalnızken ayağını uzatsan ne mahzuru var?' dedim. Dedi ki, "Allahu Teâlâ karşısında yalnızken edebli olmak daha münâsibdir de ondan".
Hem Emevîlerin hem de Abbasîlerin pek çok adâletsizliklerine şâhid olan Hazret-i İmâm, halîfelerin bütün câzib tekliflerini reddetmiş, o teklifleri kabûl etmediği için yapılan tehdidlere de kulak asmamış, hapse atılmak, işkence görmek bahasına saraydan ve idârecilerden uzak durmuş, zâlimlerin emrine girmemişdir. Gerek Emevîlerin gerek Abbâsîlerin Ehl-i Beyt-i Mustafâ'ya karşı düşmanca tutumlarına dâimâ karşı çıkmış, Ehl-i Beyt'e olan muhabbetini gizlemeye gerek duymamış, bu yüzden de sarayın düşmanlığına maruz kalmışdır. İşte bu sebeblere, Halîfe Mansûr kendisini hapsetmiş, hattâ işkence yapdırmış, kırbaçlatdırmışdır. Bir rivâyete göre, hapisde iken diğer bir rivâyete göre hapisden çıkdıkdan sonra zehirlenerek şehîden vefât etmişdir.
Kabr-i şerîfi ziyâretgâh olmuşdur. O günden bugüne başda büyük âlimler olmak üzere, halk O'nun kabrini ziyâret ederek tevessül etmişlerdir. Hattâ İmâm-ı Şâfiî Hazretleri, ki kendisi de büyük bir müctehid ve velîdir, dara düşdüğünde hemen Hazret-i İmâm'ın kabrini ziyâret eder, Allah rızâsı için iki rekat namaz kılar ve işinin görülmesi için Allahu Teâlâ'ya O'nunla tevessülde bulunurmuş.
İşte İmâm-ı Azam Hazretleri böyle mübârek, böyle azîz, böyle mükerrem bir zât-ı akdesdir. Cenâb-ı Hakk O'nu hakkıyla tanımayı, O'ndan feyz almayı, O'nun izinden gitmeyi cümlemize nasîb ü müyesser eylesin.