İmâm-ı Ebû Yûsuf'un İbret Dolu Hikâyesi

19 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

İmam-ı Ebu Yusuf
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde İmâm-ı A'zam Hazretlerinin meşhûr talebesi İmâm-ı Ebû Yûsuf'un ibretlik hikâyesini şöyle anlatmışlardı :
Hazret-i İmâm-ı Yûsuf, biliyorsunuz, İmâm-ı A'zam'ın talebesidir, müctehiddir. İmâm-ı Muhammed'de onun talebesi, İmâm-ı Züfer de Hazret-i İmâm-ı Azam'ın talebesidir. İki imam biraraya gelirse, İmam-ı Azam'ın kavli ikinci kalır yani o kadar iyi yetişdirmiş onları.
Fukarâ çocuğuymuş, annesi onu boyacı yanına vermiş, kassar yanına vermiş. Vazîfesine gidip gelirken, İmâm-ı Azam'ın dersine takılırmış. Meraklı, İmâm-ı Azam'ın dersine takılıyor, otururmuş oraya, işe gitmezmiş, kalırmış orda, dersde. Kaçak değil ama o, aşk ile bağlı derse. Bir gün, beş gün, sonra gitmiş kassar eve, demiş İmâm-ı Yûsuf'un annesine, "Bu çocuk niye gelmiyor, nerde kalıyor, sen mi oyalıyorsun bunu, gelmiyor dükkana" demiş. Annesi sormuş, "Nerdeydin sen?". "İşte bir hocaefendi var" demiş, "bir âlim, ders veriyor, onun dersini dinliyorum". "Kimmiş o âlim bakalım?". "İmâm-ı Azam". "Gel bakayım benimle beraber", kolundan tutmuş, gelmiş İmâm-ı Azam'a, söylemediğini bırakmamış. "Çocuğun kafasını çaldın. Biz fukarâyız, o çalışacak, ben yiyecem. O sanat öğrenecek, sen burda onu meşgûl ediyorsun, göndermiyorsun. Vazîfeden atacaklar, işini kaybedecek" filan. 
İmâm-ı Azam rahimehullah hiç kızmamış. Demiş ki, "Bırak bu çocuğu bana, okutayım ben bu çocuğu, zamânın halîfesiyle otursun fıstık yağıyla helva yesin bu" demiş. "Bu kadar zekî bu çocuk, bırak sen onu". Kadın kızmış, "Fıstık da senin olsun, helva da senin olsuni tencerede senin olsun" demiş.
Neyse, velhâsıl Yûsuf işe gitmemiş, kaçmış. En sonunda kadın, "Allah belânı versin" demiş, "Al, çocuk senin olsun" demiş, vermiş İmâm-ı Azam'a. Artık derse devâm ediyor filan. İş yolunda gidip geliyor filan filan filan. Okumuş İmâm-ı Yûsuf, okumuş İmâm-ı Yûsuf, olmuş bir koç gibi, adam arıyor çarpışmaya.

Tıraşa gitmiş, berbere demiş ki, "Sana üç mesâil-i fıkhiyye öğreteceğim" demiş, "beni bir tıraş et" demiş. Berber, "Hoca, öyle mesâil-i fıkhiyye ile iş yürümüyor" demiş. "Fırıncı almıyor mesâil-i fıkhiyye. Mangır verirsen tıraş olursun". Ordan pür-hiddet gelmiş Hazret medreseye, ne kadar kitâbı varsa hepsini doldurmuş ortaya, gazı getirmiş, dökecek sütüne yakacak. Hemen haber vermişler İmâm-ı Azam'a, demişler "Senin molla delirdi, kitâblarını yakıyor". Gelmiş, "Gel bakayım buraya nedir senin derdin?" dmeiş. "Anneme dedin ki, bu çocuğu bırak okutacağım, bir zaman gelir, halîfeyle fıstık yağıyla helva yer dedin, bir tıraş dahi etdirmedi okutduğun ilim" demiş. "Berber mesâil-i fıkhiyye filan dinlemiyor" demiş. İmâm-ı Azamn Hazretleri buyurmuşlar ki, "Gel bakayım buraya, aklını başına al, tövbe istiğfar et. İlim âlî şeydir, eşekler ilimden ne bilir, eşekler âlimin, ilmin kıymetini ne bilir. Eşek. Sûretâ insan hakîkatde eşek. Hattâ eşşoğlueşek. Ne bilir hocanın kıymetini, hâfızın kıymetini, âlimin kıymetini. Bilmez".
"Gel bakayım buraya, sana göstereyim şimdi. Al şu cevheri", bir cevher çıkarmış böyle İmâm-ı Azam, zengindi kendisi. Hiç zekât vermezmiş. Hiç zekât vermezmiş İmâm-ı Azam. Çünkü hiç zekât düşmezmiş, hep dağıtırmış çünkü. Hani bir de var ki, sene sonunda karısını çağırıyor, "Ben sana malımı hîbe etdim", "Aldım kabûl etdim". Hadi bitdi. Çünkü havl-i havelân geçecek kadının üzerinden. Bir daha seneye kadın kocasına, "Efendi ben sana malı hîbe etdim". Böyle yapanlar varmış. Mehmed Ağa kanar ama Allah kanmaz böyle şeylere. Neyse geçelim biz. 

"Al bunu götür semerciler pazarına, göster, tellâla ver, satma bana getir. Hadi". Götürmüş, tellâla vermiş. Yirmi altına çıkmış o semerciler pazarında. Tellâlın hakkını vermiş, hocasının dediği gibi, almış getirmiş, burun demiş. "Ne oldu?". "Tellâlın hakkını verdim, elması, cevâhiri getirdim sana gerisin geriye" demiş. "Kaça çıkdı?", "Yirmi altına". "Hah şimdi götür kuyumcular çarşısına, ver tellâla, orda kaça çıkarsa, gene verme bana getir". Kuyumcular çarşısında tellâla vermiş, beş bin altına çıkmış, yek tahtadan. Ondna sonra altı bin, yedi bin, dokuz bin, on bin filan, durmuş. Almış getirmiş. "Kaça çıkdı?", "On bin". "E gördün mü? Sen cevherini saman pazarında satmaya kalkmışsın, berber senin ilminden, hıfzından, hocalığından ne anlar! İşte yerine satarsan o vakit olur o iş. Seni tanıyanlar tanıyacaklar, o vakit olacak o iş. Al şu parayı harca. İlim seni çok yüceltecek. Tâ kıyâmet gününe kadar ismin rahmetle yâd edilecek. Yarın kıyâmet gününde Cenâb-ı Peygamber'in hemen karîbinde haşr olunacaksın". Çünkü hâfızlar, hocaefendiler, ilmiyle âmil olanlar böyle haşr olunacaklar. İlim Allah'ın sıfatı, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatı.

Berberin çocuğu olmazmış. Olacak ya işte İmâm-ı Azam'ın kerâmâtı. Berberin çocuğu olmazmış. Arap elini kaldırmış bârigâh-ı ehadiyyete, "Yâ Rabbi zürriyyetim münakti oluyor, bana bir erkek evladı ver, sana yirmi karış kulaklı bir hayvan kurban edeyim". Herif atacak ya kafadan, ağzından çıkmış. Lap, kadın hâmile kalmış, çocuk olmuş, çocuk beş-altı yaşına varmış yâhud üç yaşına varmış. Rüyâda görünmüşler, demişler ki, "Nezrini yerine getir, yoksa verdiğimiz gibi alırız". Eyvah! Adamın paçaları tutuşmuş. Doğru İmâm-ı Azam'a. Kime gidecek. "Yâ İmâm, bir mesele". "Sen bana gelme, Yûsuf'a git" demiş, "O bekliyor seni, bana gelme. Senin işini o halledecek". Doğru İmâm-ı Yûsuf'a.
"Ne oldu, anlat bakayım, nedir zorun?". "Mesele böyle böyle. Ben çocuğum olmuyor diye nezr etdim, yirmi karışlık bir kulaklı hayvan keseceğim sana yâ Rabbi dedim. Allah çocuk verdi, erkek çocuğu. Şimdi üç yaşına yâhud beş yaşına vardı. Bana görünüyorlar rüyâda, nezrini yerine getir, yoksa çocuğu verdiğimiz gibi almasını biliriz diyorlar. Ben de gitdim pazara, öküzün kulağını ölçdüm, yarım karış geldi, koyunun kulağını ölçdük bir karış geldi, keçinin kulağını ölçdük, en uzunu o, tekenin, iki buçuk karış geldi, yirmi karış yok. Ne yapacağım ben şimdi?". "Yüz altın koy buraya" demiş. "Sen beni tıraş etmedin ya, işte bu meseleyi öğretecekdim sana ben. Bir tânesi bu. Hem ben sana böyle üç tâne öğretecekdim. Koy yüz altını oraya". Adam çâresiz parayı vermiş. "Git bir keçi bul" demiş. "Buldum ben". "Sen karışdırma öyle kafanı, keçiyi bul, bir de doğan çocuğu götür" demiş, "kundakdaki çocuğu, onun karışıyla karışla, yirmi karış gelir" demiş. "Söylemedin ki, benim karışımla diye. Yirmi karış kulaklı diye söyledin" demiş. Bitdi. Avukat dînde. Tamam, götürmüşler, olmuş. 
Birkaç gün sonra Arap eşeğe binmiş. Eşeği kaçırmış. Kovalar kovalar kovalar, ter içinde kalır. En sonunda yakalamış, eşeğin üstüne binmiş, "Üstünden yere inersem karım talak-ı selâse ile boş olsun" demiş. Hadiii! Kalmış eşeğin üstünde Arap. İnse aşağı karısı talak-ı selâse ile boş olacak. Îmânlı adam. Hadi İmâm-ı Azam'a. "Hocaefendi, selâmünaleyküm, lütfen sen benim işimi hallet". "Yoook, Yûsuf'a". Doğru İmâm-ı Yûsuf'a gitmiş. "Ne oldu?". "Mesele böyle". "Yüz altın daha ver". "Bitdik, mahvolduk yâhu. Elimle kazandım bunu ben efendi". "E ben ne yapayım, bedava verecekdim ben bunu, bir tıraş etseydin beni. Yüz dirhem daha". Adam parayı vermiş. "Şimdi eşekden yere inme" demiş. "Ne olacak?". "Ağaca çık oradan aşağıya in, yere inersem dedin ya". Yere inersem dedi çünkü ahdinde. 
Üç. Üçüncüsü, suya girmiş, karısıyla dövüşmüşler mi, kavga mı etmişler neyse, "Ben bu sudan çıkarsam sen benden talak-ı selâseyle boş ol" demiş. Duruyor suyun içerisinde, çıkamıyor dışarıya. Neyse, "İmâm-ı Azam'a gitme, gelmiyor" demiş, "İmâm-ı Yûsuf'a git, o gelip halletsin". Gelmiş İmâm, "Buraya kadar yoruldum, iki yüz dirhem vereceksin" demiş. "Ne oldu?". "Dışarı çıkarsam karım boş olacak". "Bu kolay" demiş. "Neden?". "Çık dışarı" demiş, "Bu su dedin, su akar, akıp gidiyor, o sus gitdi" demiş. "Çık dışarıya bir şey lâzım gelmez".

Neyse, bir gece Hârun Reşîd, ne söyle ne işit, böyle sevgilisini almış yanına, Hazret-i Zübeyde Hâtun'u. Kadınlardan veliyye Râbia Adeviyye'dir, bir tânesi, zenginlerden veliyye bu kadın. Severken Zübeyde'yi, "Zübeyde, eğer ben cennetlik değilsem benden boş ol" demiş. Ondan sonra aklı başına gelmiş Hârun Reşîd'in. Sabahleyin ulemâyı toplamış, kimse bir cevâb veremiyor. Nasıl cevâb versinler, yalnız on kişi müstesnâ. Ebûbekir, Ömer, Osmân, Ali, Saad, Saîd, Abdurrahmân İbn Avf, Übyed ibn Cerrah, Talha ve Zübeyr, rıdvânullahi aleyhim ecmaîn. Bunlara Peygamber tebşîrât vermiş, aşere-i mübeşşere diyorlar işte. "Siz, bu on kişi, ne yaparsanız yapın, cennetliksiniz". Bitdi, o kadar. İmâm-ı Yûsuf'u çağırmışlar, bütün ulemâ cevâb verememiş de İmâm-ı Yûsuf'u çağırmışlar, İmâm-ı Yûsuf Hazretleri buyurmuş ki, "Allah aşkına bana doğru konuşacaksın yâ halîfe" demiş. "Nedir?". "Bir günah yapacağın vakitde, günahı terk etdin mi?" demiş. "O günahı yapmaya kâdirsin, Allah korkusuyla o günahı terk etdin mi?" demiş. "Etdim" demiş. "وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِۚ ve limen hâfe makâme rabbihî cennetân" demiş. "İşte sen de ehl-i cennetsin, Allah diyor Kur`ân'da". Bitdi.
"Kimdir bu? demiş halîfe, demişler ki, "Bu İmâm-ı Azam'ın yetişdirdiği bir talebe ama zehir gibi bir adam, bütün ulemâ bunun karşısında sükût ediyor".

Bir kaç gün sonra gene böyle bir şey olmuş. Ayın on beşi imiş. Severken demiş ki, "Zübeyde, şu aydan güzel değilsen benden boş ol" demiş. Bedr-i tâmm, çölde, düşün güzelliği. Sonra aklı başına gelmiş, hadi İmâm-ı Yûsuf'u çağırmışlar. Ulemâ cevâb verememiş, İmâm-ı Yûsuf gelmiş, diz çökmüş, "esteîzübillah, وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ ve't-tîni ve'z-zeytûniوَطُورِ س۪ين۪ينَۙ ve tûr-i sînîneوَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ ve hâze'l-beledi'l-emînلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ lekad halakne'l-insâne fî ahseni takvîm, sadakallahu'l-azîm" demiş meseleyi halletmiş.
Hemen halîfe kendisini şeyhülislâm tayîn etmiş. O akşam fıstık yağıyla helva gelmiş, ilk gece. Görünce başlamış ağlamaya İmâm-ı Yûsuf, hüngür hüngür. Tabii halîfe o da başlamış ağlamaya. Demiş, "Hocaefendi siz niye ağlıyorsunuz?". "Siz niye ağlıyorsunuz?". "Ben karşımda bir âlimin bu şekilde gözyaşı dökmesine ağlıyorum" demiş. "Ben de" demiş, "vaktiyle çok fakîrdim ben" demiş, "hatta anneme ölü tavuk eti götürmüşdüm" demiş. "Annem beni işe vermişdi çalışdırmaya, gitmiyordum işe, hocanın dersine gidiyordum. Hoca anneme dedi ki, "Sen bu çocuğu bırak, birgün gelir halîfeye bu şeyhülislâm olur, fıstık yağıyla helva yer dedi" demiş, "kerâmâtını gördüm hocamın ona ağlıyorum" demiş. 
www.muzafferozak.com
Listeye geri dön