İmâm-ı Gazâlî ve Sultan Sencer

7 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

İrşad

İmâm-ı Gazalî Hazretleri, vaktiyle hilâfetin merkezi olan Bağdad'daki Nizâmiye Medresesine müderris olarak tayîn edilmiş ve burada bir tarafdan hocalık bir tarafdan da eser telifiyle meşgûl olmuşdur. Hazret, şanlı ve şöhretli bir hayât sürerken, derin bir bunalıma girmiş, altı ay süren bu buhrânın netîcesinde Medreseyi de, şanlı şöhretli hayâtını da geride bırakarak Şam'a gitmişdir. Şam-Kudüs-Hicaz-Şam hattında geçen uzlet hayâtının sonunda, Bağdad'a dönmüş ama Medrese'de görev almayarak memleketi olan Tûs'a gitmişdir. On yıl kadar sonra Selçuklu vezîri Farhülmülk'ün ısrarı ile Nişabur'daki medresede ders vermeye başladı. Ne var ki onun hocalığa geri dönüşü bazı hasedçileri ve fesadçıları tahrîk etmiş ve aleyhinde konuşmalarına hattâ ona bir takım ağır ithamlarda bulunmalarına sebeb olmuşdu. Bu dedikodular Selçuklu Sultânı Sencer'in kulağına kadar gelmiş ve Sultân meseleyi açıklığa kavuşturmak üzere onun huzûruna getirilmesini emretmişdi. O sırada Tûs'da bulunan Hazret-i İmâm, İmâm-ı Rızâ türbesinin bulunduğu Meşhed'e gelmiş ve buradan Sultân Sencer'e bir mektûb göndermiş, huzûruna çıkmamak için mazeret beyân etmişdir. Sultân Sencer, Hazret-i İmâm'ın talebini kabûl etmemiş, o da mecbûren sultânın huzuruna çıkarak kendisi hakkındaki ithâmlara cevâb vermişdir.

Onun gerek bu mektûbu, gerek sultânla görüşmesi esnâsında söyledikleri büyük ders ve ibretlerle doludur. O yüzden her iki metni de buraya kaydetmeyi görev bildim.

MEKTÛB

Cenâb-ı Hakk pâdişah-ı islâmı mülk-i islâmdan behre-ver ve behremend eylesin. Ve sonra âhiretde ona yeryüzü pâdişahlığını hakîr kılacak bir mülk-i azîm ihsân etsin, âhiret sultanlığı versin. Dünya pâdişahlığı nihâyet meşrık ile mağrib arasına mâlik olmakdan ibaretdir. Ve âdemoğlunun ekseriyâ müddet-i ömrü en çok yüz senedir. Ve Cenâb-ı Hakk'ın âhiretde bir insana ihsân edeceği sultanlığa nazaran bütün yeryüzü bir kerpiçdir ki, bütün yeryüzünün vilâyetleri o kerpicin tozu ve toprağıdır. Kerpiç ve kerpiç tozunun ne kıymeti olur! Ezel ve ebed ve câvidânî sultanlık yanında yüz senelik ömrün ne ehemmiyeti vardır ki insan onunla şâd ve ona mağrur olsun! Himmetini âlî tut ve Hakk Teâlâ'nın vereceği ebedî pâdişahlıkdan mâadâsına kanâat etme. Ve bu ebedî pâdişahlığa mâlik olmak, bütün cihân halkı için güç ise de melik-i meşrık için güç değil, kolaydır. Resûl aleyhisselâm buyurmuşdur ki, "Bir gün icrâ-yı adâlet, altmış yıl ibâdetden efdaldi". Mâdemki Allahu Teâlâ diğerlerinin altmış senede kesb ü tahsîle muvaffak olabileceğini senin bir günde istihsâlin için eline vâsıta ve sebep vermiş, bundan daha ziyâde ne devlet ve ne muvaffakiyet olur. 

Ve dünyânın olduğu vech üzere nazarında değersizliği nümâyân olmak için şöyle bil. Büyükler demişlerdir ki, eğer dünya gayr-i bâkî bir altın testi, âhiret bâkî bir toprak testi olsa, aklı olan bâkî olan bu toprak testiyi ihtiyâr eder. Hâlbuki dünya bâkî değil, gayr-i bâkî bir toprak testi. Âhiret ise hiç kırılmayan, ebediyen bâkî kalan bir altın testidir. Binâenaleyh artık dünyâyı ihtiyâr eden kimse akıllılardan nasıl ma'dûd olur! Bu meseli iyi teemmül edin ve dâimâ göz önünde tutun. Bugün ise hâl, bir gün değil, bir sâat adâletin altmış yıl ibâdetden efdal olması derecesine gelmişdir. Tûs ahalisine merhamet et ki çok zulüm görmüşlerdir. Ve soğuk ve susuzlukdan mahsûlât hâsıl olmamış ve köylülerin ellerinde, sırtlarına giydikleri deri gönlerden başka bir şey kalmamışdır. Bir avuç aç ve çıplak, kadınlar, çocuklar ile yer altında açdıkları tandırda oturuyorlar. Bunların derileri soyulmaya rızâ vermeye. Eğer bunlardan bir şey isterlerse cümlesi yurtlarını bırakır kaçarlar ve dağlar arasında helâk olurlar. İşte bu, derileri soyulmak olur.

Ve bu dâînin hâli ma'lûm olsun ki, elli üç sene ömür geçirdim ve kırk sene 'ulûm-ı dîniyye deryâsında zamanımızda bulunan erbâb-ı kemâlin en yükseklerinin endâze-i fehminden hâriç hakâyıka dest-res olacak kadar gavvâslık etdim. Yirmi sene sultân-ı şehîdin (Melikşah) eyyâmı saltanatında imrâr-ı hayât etdim. Ve ondan gerek İsfahan ve gerek Bağdad'da nice iltifat ve ikrâmlara mazhar oldum. Ve kaç defalar umûr-ı mühimmede emîrü'l-mü'minîn ile onun arasında elçilik etdim. Ve 'ulûm-ı dîniyyede yedi yüz kitap tasnîfine muvaffak oldum. Yani dünyanın tamâmıyla her türlü saâdetini gördüm. Ve nihâyet hepsini atdım ve bir müddet Beyt-i Makdis'e mücâveret eyledim ve Halîlullah İbrahim aleyhisselâmın türbe-i mübârekesinde 'ahd etdim ki ba'de-mâ hiçbir sultânın yanına gitmeyeyim ve hiçbir sultândan bir habbe kabul etmeyeyim ve ta'assub ve münâzarayı terk eyleyeyim. Ve on iki seneden beri bu 'ahdimde sebât ediyorum. Emîrü'l-mü’minîn ve bilumum selâtîn beni bu husûslarda ma'zûr gördüler. Şimdi huzûrunuza ihdâr olunmaklığım için meclis-i âlînizden bir emr ü işâret sudûr etdiğini duydum. Fermâna imtisâl zımnında Mûsâ Rızâ Hazretlerinin türbe-i mübârekelerine geldim ve İbrâhim aleyhisselâmın makâm-ı mübâreğinde etdiğim 'ahdi bozmamak için ordugâha gelmedim. Ve bu türbe-i mübârekenin baş ucunda diyorum ki, "Ey Resûlullah'ın evlâdı, sen şefî' ol, tâ ki Hakk Teâlâ pâdişah-ı islâmı dünyâ mülkdarlığında kendi pederlerinden ileriye götürsün ve âhiret mülkdarlığında dahi Süleyman aleyhisselâm derecesine eriştirsin ve Halîlullah'ın makâmında edilen 'ahde hürmet etmesi için kendisine tevfîkini ihsân eylesin ve halkdan gönlünü alıp Hakk Teâlâ'ya yüz tutmuş olan bir kimsenin kalbini perişan eylemesin.

Ve bu itikâddayım ki benim böyle hakkınızdaki hüsn-i duâm ile Hakk Teâlâ'nın dergâhına yüz tutmam resmî ve bî-faide olan kâlıb ile gelmekliğimden daha ziyade pesendîde ve makbûldür. Eğer böyle ise merhabâ, ne a'lâ! Ve eğer bunun hilâfında bir fermân sudûr etse fermâna imtisâl bi'z-zarûre lâzım olduğunu bildiğim için fermâna münkâd olur ve 'ahd-şikenlik zarûretini ihtiyâr ederim. Hakk Teâlâ sizin azîz olan lisân ve gönlünüze onu getire ki yarın kıyametde ondan hacîl olmazsınız ve bugün ondan islâma zaaf ve kırıklık gelmez. Vesselâm. 

MÜLÂKÂT

Mülk-i islâm bâkî olsun. Ulemâ-i islâmiyyenin âdetidir ki, mülûk-i islâmiyye huzûruna dâhil oldukları vakit duâ, senâ, nasîhat, ref'-i hâceti müştemil bir fasl îrâd ü ityân ederler. Duâ, bu husûsda bence evlâ olan, gece karanlıklarında yalnızca Hakk Teâlâ’ya sırren münâcât eylemendir. Çünkü halk arasında, alenî edilen duâlar riyâdan hâlî olamaz. Hakk Teâlâ’nın nezd-i ulûhiyetinde ise hâlis olmayan, riyâ-âmîz dualar makbûl ü müstecâb değildir. 

Sâniyen, bu huzûrda medh ü senâda bulunmak da riyakârlıkdan hâlî olamaz. Çünkü güneş, yükseklik ve rûşenliğine parmak ile işaret olunmakda bulunduğundan, bî-niyaz ve senâdan müstağnidir. Cemâl nihâyet kemâle erişince sitâyişkârların pazarını kesr eder ve bunların eli boş kalır. Medh ü senâdan maksad, bir işi yükseltmekdir. Hâlbuki bu huzûru kim ve nasıl yükseltebilir ki cihânın en bâlâ ve bülendleri herhangi bir kimsenin bu hazretin kölelerinden nâil olmuş olduğu bir hil'atdir.

İmdi bu dört maddenin en mühimleri nasîhat ve ref'-i hâcetdir. Nasîhat, bir vâlilikdir ki, onun menşûru ve beratı Cenâb-ı Risâletpenâhî'den alınır. Buyurmuşlardır ki, "Ben size iki vâiz terk etdim, biri sâmit, biri nâtıkdır. Sâmit olanı, ölüm, nâtık  olanı Kur`ân'dır". Nazar et, sâmit olan bu nâsih, lisan-ı hâl ile ne söylüyor ve nâtık olan diğeri lisan-ı kâl ile ne diyor. Sâmit olan mevt diyor ki, ben cümle yaradılmışların pususunda beklemekdeyim. Önden bir haber göndermeden apansız pusudan çıkıveririm. Eğer benim herkes hakkında yapacağım muâmelenin bir numûnesini görmek isterseniz, pâdişahlar vefât eylemiş olan pâdişahlara, ümerâ da ümerâ-yı güzeşteye baksın. Melikşah ve Alparslan ve Çağrı toprak altından lisan-ı hâlleriyle nidâ ederler ki : "Ey pâdişah! Ey gözümüzün nûru! Zinhâr, zinhâr! Bilse idin ki biz hangi taraflara sevk olunduk ve ne korkunç işler gördük, aslâ bir gece raiyyetinden biri aç iken sen tok olarak uyumaz ve biri çıplak iken kendi arzunca libâs giymezsin".

Ve esnâ-yı vasiyetde der ki : "Benden bir kelime kabûl et ve lâ ilâhe illallah kelimesini dâimâ dilinde tut, yanında kimse bulunmayıp kendi hâline kaldığın zaman aslâ bu zikirden hâlî bulunma ki, esâs-ı îmân bununla kesb-i istikrâr eder. Haberde vârid olmuşdur ki, îmân, suyu tâ'atden alır ve kökü adâlet ve devâmı Hakk ile kâimdir. Ve bunların cümlesini icrâ ile beraber âhiret azâbından halâs olursan da kıyâmet suâlinden halâs olamazsın". "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesûlsünüz (Hadîs-i Şerîf)" 

Ey pâdişah! Hakk Teâlâ nimetini edâ eyle ki nimet, dürüst îmân ve itikâd, güzel yüz, iyi ahlak, iyi işlilikdir, bunlardan biri senin elinde diğer her üçü ise hediye-i ilâhiyyedir. Mâdemki Hakk Teâlâ senden bu nimetin üçünü de dirîğ buyurmamış, sen de bu dördüncüyü kendinden dirîğ tutma ki bu her üç nimetden sana ziyan gelmesin ve küfrân-ı nimet etmiş olmayasın.

Ve ayakda durmakda olan ey emîrân-ı devlet! Eğer isterseniz ki devletiniz mübârek ve dâimî olsun, nimetin kadrini bilip saâdeti felâket ve bedbahtlıkdan tefrîk edebilmelisiniz. Ve biliniz ki sizin bu Horasan mülkünden başka zemîn ü âsumân mülkü olan diğer bir pâdişahınız vardır. Yarın kıyâmetde herkesi meydân-ı siyâsete çekecek ve size diyecek ki : "Benim nimetimi nasıl edâ etdiniz?" Kulûbu'l-mülûk hazâinullâh. Pâdişahların gönülleri Hakk Teâlâ'nın hizâneleridir. Rahmet ve azâb ve ukûbete dair yeryüzünde her ne vukû' bulursa mülûkün gönülleri vâsıtasıyla olur. Kendi hizânemi size ısmarladım. Ve sizin dilinizi o hizânenin kilidi yapdım. Hıfz mı etdiniz? Yoksa emânete hıyanetde mi bulundunuz? Ve hizâneye hıyanetde bulunan, bir mazlûmun hâlini pâdişahdan setr edendir.

Arz-ı hâcete geldik. Ve hâcetim âmm ve hâss olmak üzere ikidir. Âmm olan budur ki, Tûs ahâlisi zulümden yanmış, helâk olmuşdur. Ve soğuk ve susuzlukdan mahsulât tamâmıyla mahvolmuşdur. Onlara acı ki Hakk Teâlâ da sana acısın. Açlık derd ü belâsıyla mü'minlerin boyunları ve belleri kırıldı. Eğer senin çârpâlerinin gerdanları, altından olan zîb ü zîverden aşağı eğilmemiş olursa ne zarar var.

Hâcet-i husûsî dahi budur ki, ben on iki seneden beri bir köşeye çekilmiş ve halkdan i'râz etmiş idim. Sonra Fahrülmülk rahimehullah Nişâbur Medresesi müderrisliğini kabûlüm için ısrâr etmiş ve ben buna, "Zaman benim sözlerime mütehammil değildir. Bu zamanda bir hak söz söyleyenin der ü dîvâr aleyhine kıyâm eder" demiş idim. Bugün ise iş bir raddeye gelmiş ki işitmiş olduğum sözleri rüyâda görmüş olsa idim edğâs-i ahlâm derdim.

Bunların ulûm-ı akliyeye taalluku olanlarda eğer kimsenin itirazı varsa şâyân-ı taaccüb değildir. Çünkü benim sözlerimde herkesin anlayamayacağı gibi meânî çokdur. Mâmâfih ben cihanda bulunan her kime karşı olursa olsun söylemiş olduğum herhangi sözümü şerh u isbâta muktedirim. Şerh u isbâtımla tashîh-i mesele eder ve uhdesinden gelirim. Bu kolaydır. Fakat İmam Ebû Hanîfe'ye ta'nda bulunmuşum diye sözler söylüyorlarmış, işte buna aslâ tahammül edemem. Kendisinden başka bir ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, ben Ebû Hanîfe'nin Ümmet-i Muhammed arasında fıkhın hakâyık ve meânîsinde yegâne bir gavvâs olduğu itikâdındayım ve her kim ki bu itikâda muhâlif ağzımdan veya kalemimden bir rivayetde bulunursa yalancıdır. Ve hâcetim budur ki, beni Nişâbur, Tûs ve diğer bütün şehirlerde tedrîsden affedin, zâviye-i selametde kalayım. Bu zaman benim sözlerime mütehammil değil. Vesselâm.

Listeye geri dön