Îmân İslâm İhsân - Hutbe - 23 Mart 1984

14 Temmuz 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
﴾وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿٣
Ve'l-'asr. İnne'l-insâne le fî husr. İllellezîne âmenû ve 'amilu's-sâlihâti ve tevâsav bi'l-hakki ve tevâsav bi's-sabr.
Sadakallahü'l-Azîm.

Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Hakk'a' inanan ve Allah'ı seven ve sebeb-i hilkat-i âlem ve mefhar-i benî-âdem olan Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı her şeyinden ziyâde severek, O'na îmân ederek, îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar. 

Okumuş olduğum sûre-i celîle, Sûre-i Asr'dır, Kur`ân-ı Celîl'in kısa sûrelerinden bir sûredir, fakat manâ bakımından Kur`ân-ı Mübîn'e muâdildir. İmâmlar böyle söylüyorlar. İçersinde îmân. Îmân ama hangi îmân? Herkesin bir îmânı vardır. Şeytan'a tapan abede-i şeyâtînin bile bir îmânı vardır. Biz îmân dediğimiz vakitde, Hazret-i Muhammed'in, sallallahu aleyhi vesellemin, ve Cenâb-ı Peygamber'e kadar gelen, cümle enbiyânın, bütün peygamberlerin, Hazret-i Âdem dâhil, taraf-ı ilâhîden inanmaya dâir getirdikleri maddelere inanan kişiye mü'min diyoruz. Bizim îmân maddeleri bunlar. Ki bunu altı maddeye toplamışlar, hepsi bunun içerisinde mündemiç. 

"Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l-mevt, eşhedü en lâ ilâhe illallalah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh". Îmânın şartı bunlar. Altı rüknü var. Âdem Peygamber bu altı rüknü getirmiş, Hazret-i Muhammed de bu altı rüknü getirmiş, Mûsâ da bu altı rüknü getirmiş, Îsâ da bu altı rüknü getirmiş, İbrâhim de, Nûh da, İsmâil de, Yakûb da, Yûsuf da, ne kadar enbiyâ varsa. Ahkâm değişmişdir zamana göre. Son olarak ahkâm-ı Kur`âniyye gelmiş, kıyâmet gününe kadar o bâkî. Elimizdeki bulunan Kitâbullah. Fakat itikadda, îmânda hiç bir madde değişmez. Cebrâil'in îmânı neyse, Cebrail neye îmân edecekse, sen de ona îmân edeceksin, senin de îmânın o. Îmân denildiği vakitde, buna îmân. Bu da kısım, kısım. Haydi onu da söyleyiverelim.

Diyor ki Ömer ibn Hattâb, "Günlerde bir gün, o güzeller güzelinin huzûrundaydık". Yani Allah'ın sevgilisi, mahbûbu, habîbi, mefhar-i âlem, Hakk'ın nûru, mir`ât-ı Hakk olan Muhammed Mustafâ'nın huzûrundaydık. Sallallahu aleyhi vesellem. 

Gene aynı huzûrdasın! Eğer gözünden perdeyi kaldırabilirsen aynı huzûrdasın. Hepiniz bilirsiniz, içinizde Arapça bilenler var, "es-selâmü aleyke" kelimesi, muhâtab müfreddir. Gayba değildir, muhâtabadır.  Tahiyyatda "es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyy" diyorsun! Rûh-ı Muhammedî var karşında! "Ben göremiyorum". Sen göremezsen, senin görememenle o şeyin olmaması lâzım gelmez. Hakk'ın da huzûrundasın. Hiç bir yerde, Hakk'dan, Hakk'ın huzûrundan bir yere kaçamazsın. Câmide bir husûsiyyet vardır yalnız, dışarıda mubah olan şeyleri burada işleyemezsin. Onun için huzûrullah diye kabûl ediyoruz câmileri, mescidleri. Yoksa her yer, nerede olursan ol. Allah o Allah ki, gecenin karanlığında yedi kat yer altında, kara taşın üzerinde kara karıncanın rengini görüyor, ayağının tıpırtısını işidiyor. Senin kalbine gelen efkârı dahi Allah görüyor ve işidiyor, biliyor. "وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ve esirrû kavleküm evicherû bih, innehû alîmun bi zâti's-sudûr". Îmân bu olacak. 

"Bir zât geldi" diyor, "saçları siyah idii kıvır kıvır saçları. Nûrlu bir yüze mâlik idi. Ashâbı yardı ve Huzûr-i Saâdet'e geçdi oturdu. O hâle geldi ki, Resûlullah'ın mübârek dizlerine dizlerini dayadı. Sonra dedi ki Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme, 'Ahbirnî ani'l-islâmi, bana islâmdan haber versene' dedi. Fakt biz bu zâtı hiç görmedik ve tanımıyorduk. Üzerinde de yol izi yokdu, toz toprak yokdu, tertemizdi. Beyaz elbiselere bürünmüş, beyazlar giyinmişdi".

Efendimiz de beyaz giyinmeyi çok seviyorlar. Tabii kış gününde değil, yaz gününde. Zâten beyazda büyük bir hâssa vardır. Cenâzeye de kefeni beyaz sararlar dikkat edersen. Diğer renklerle de sarmak câiz olur. Beyaz niye sarıyorlar acaba, beyaz? Ulemânın da başındaki sarık beyazdır. Onun da bir ma'nâsı vardır.
 
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, yeşil de sarmış, sarı da sarmış, siyah da sarmış, beyaz da sarmış. Hepimize yol göstermiş renkleriyle.  Renklerin ma'nâları vardır. Mâvi, kırmızı, yeşil, beyaz, sarı sonra siyah ve sonra renksiz. Hepsinin ayrı ayrı manâları vardır. Meselâ Tevhîd'in rengi mâvidir. İsm-i Celâl'in r engi kırmızıdır. İsm-i zâtın rengi yeşildir. Hep işâretleri vardır böyle bu şekilde. İnşâallah zamanı gelince söyleriz. Bu kadar kâfî. Kulağınızda bulunsun böyle bu kadar. 

Hâssa vardır beyzalarda, beyazda. Mutmainnenin rengi beyazdır. Mutmainneye kişi erdi mi, o adam necâta ermişdir ki Kur`ân'da Allahu Teâlâ hitâb ediyor, "يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً yâ eyyetühennefsül mutmainne. İrci'î ilâ rabbiki râdıyeten merdıyye". Bunun iki manâsı var. Biri ölmeden evvel Allah'a mülâkat var, bir öldükden sonra var. Sen ölmeden evvel öl, Allah'a mülâkat et. Bu hitâbı ölmeden işit ve Hakk'a rücû et, dön Allah'a. 

Bunun evveli de tövbeyle başlar. Fenâlığı terk et! Fenâlığın nihâyeti âh u zârdır, evveli tatlı da olsa nihâyeti acıdır. Ya frengi olursun, ya kanser, yâhud bir belâya mübtelâ olursun ki etibbâ elini senden çeker. Yâhud  kendi düşmanını kendi belinde dolaştırırsın, haberin bile olmaz. Yılanını  sen beslersin. Bırak bunları! Gayret kuşağını beline dola! Allah'a kulluk et! Zarar etmeyeceksin. Allah'a kul olan iki cihâna sultân olur. 

Mutmainneye er! Hakk'ın "irc i'î" emrini bu âlemde işit, bu ânde işit, burada işit. Burada görmeyen orada göremez. Burada işitemeyen orada işitemez. Burada bulacaksın. Burası âhiretin tarlası, burada ekmeyen orada biçemez, burada ekeceksin. Hiç arpa eken ısırgan biçer mi? Ya ısırgan eken buğday biçer mi? Soruyorum. Ne ekersen onu biçersin. Yalnız hiç bir zaman ibâdet ve tâatına güvenme, Allah'a güven, O'nun rahmetine dayan. Ne kadar ibâdet etsek, O'nun hakkını ödeyemeyiz. Hangi hakkını? Bir kere semâya bakıp güneşi görmenin hakkını ödeyemezsin, bir kere, bir kere! İki defa değil! Yüz sene oruç tutsan, yüz sene namaz kılsan, alnın secdede çürüse, böyle semâya bakıp, gökdeki yıldızları yâhud güneşi bir kere görmenin hakkını ödemiş olmazsın Allahu Teâlâ Hazretlerine. 

O Ganî'dir. O Rahîm'dir. Allah diyen mahrûm olmaz. Kapısına git. "Günahım şu kadar çok". Vallahi ne kadar olursa olsun, O affedicidir O. Bak ne diyor. "قُلْ يَٰعِبَادِىَ ٱلَّذِينَ أَسْرَفُوا۟ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا۟ مِن رَّحْمَةِ ٱللَّهِ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ يَغْفِرُ ٱلذُّنُوبَ جَمِيعًا ۚ kul yâ ibâdiyellezîne esrefû alâ enfüsühim lâ taknetû min rahmetillah, innallahe yağfiru'zünûbe cemî'an". Cemîan, yani en ufağına kadar hepsini temizlerim diyor Allah, dilersem diyor. Bitdi o kadar. Şirki affetmez. Şirke gitme. Sakın hâ, şirk yapma! Şirk etme Allahu Teâlâ'ya. "Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh". Dâimâ Cenâb-ı Hakk'ı şirkden berî kıl, tevhîd et Allah'ı. Lisânınla tevhîd et ve kalbinle tasdîk eyle. Geçelim.

Haydi meyyite de niye beyaz sardıklarını söyleyelim, belki aklınıza takıldı. Hepimizin başına gelecek, onun için söyleyiverelim, sonra geçelim kıssaya. Vakitlerimiz dar.

Efendim kabre meyyit konulduğu vakitde, suâl meleklerinden evvel iki melek gelir. O meyyite bu âlemde yapdıklarını yazdırırlar. 

"Efendi, ne söylüyorsun sen? Seksen senelik hayatı on dakîkada yazdırırlar mı?" Allah zaman içinde zaman halk eder, mekan içinde mekan halk eder, yazdırır Allah. Dilerse. Bilmiyor musun, Resûl-i Ekrem yedi kat semâları dolaşdı, arşa ayak basdı, kürsüde cevelân eyledi, "fe kâne kâb kavseyn" sırrına erişdi, ne varsa hepsi gösterildi, gördü, geldi daha henüz yatağı soğumamışdı. Allah dilerse zaman içinde zaman, mekân içinde mekân halkeder. "Efendi, bu nasıl olur? diye sorma bana. Sana misâlini veririm basit olarak. Ev sâhibi misin, kirâcı mısın? Ev sâhibiysen ay uzar, kirâcıysan hemen ay gelir. Memûrsan ay uzuyor, bir türlü gelmiyor ayın sonu. Aynı zaman halbuki. Hani misâllerini sana böyle ufacık vereyim de onunla kıyas yap. 

Yazdırır, "yaz" der. Yazar, namaz kıldım, oruç tutdum, tevhîd etdim, zikretdim. Melekler hepsi şâhiddir, bilirler fakat iç âlemini bilmezler, zâhirini bilirler. İç âlemi Allah bilir. İhlâs ile yapılan ameli ve ihlâssız ameli Allah bilir yalnız. Onun için yevm-i kıyâmetde Cenâb-ı Hakk ihlâssız yapılan amellerin hepsini reddedecek. Melekler yazmışlar ama Allah reddedecek. Diyecek ki, "Bu ihlâslı yapılmamış, riyâen, gösteriş için yapılmış" diyecek ve atacak.  

Onun için dâimâ her yapdığın işi, meşrû işleri yani, Allah rızâsı için yap! Karşılığında bir şey bekleme! Yevmiye bekleme! Ücretli amele değilsin sen, işçi değilsin Allah'a karşı, kulsun Allah'a. Bir katre menîden halk olunmuşsun, ana rahminde, kudret fırçası ile, hayız kanı ile tersîm olunmuşsun. Ödeyemezsin. Yevmiyeci değilsin sen. Sen kul olduğun için Allah'a kulluk et. O, sana cennetini de verir, rıdvânını da verir, hûrîsini, gılmânını da verir, cemâlini de gösterir, isterse. Allah diyen mahrûm olmadı.  

Bu iki melek gelir, "yaz" derler, yazar. İşte namaz kıldım, oruç tutdum, şunu yapdım, bunu yapdım filan. Neyle yazacak biliyor musun meyyit?  Parmağınla yazar. "Efendi, safsata gâliba". Değil. Safsata değil evlâdım. Görmüyor musun, katilleri, şunları, bunları parmak uçlarıyla buluyorlar. Bu parmak uçları, seninki başka, benimki başka. Hazret-i Âdem'den kıyâmet gününe kadar gelecek insanların hepsinin parmağının ucu ayrı ayrı, sesleri ayrı ayrı, vücûdları ayrı ayrı, gözleri ayrı ayrı, lisânları ayrı ayrıdır. Kudretullahdır bu! Allah'ın vâsi' esmâsı vardır. Hiç biri diğerinin aynı değildir. Bir batında iki kardeş zâhir olur, gene ayrılıkları vardır çizgilerde.Sen ayıramazsın fakat çizgiler ayırır. Eğer böyle tabiî, doğal olarak halk olsaydı, hepsi bir olması lâzım gelirdi. 

"Parmağınla yaz!". "Mürekkebim yok". "Ağzının tükürüğünle yaz" derler. "Efendim, acaba biz o kabrin kenarından bir delik açsak da içeriye baksak, görebilir miyiz?". Göremezsin. Bu âlemi sen bir görsen, bir daha sen ne gülebilirsin, ne bir taş üzerine bir taş koyabilirsin. "Görenler yapıyor". Yaparlar ama onlara tahammül ederler, Allah onlara tahammül vermişdir. Her ölü böyle mi? Hayır. Bazıları ölüdür, bazıları uludur. Bazıları ölüdür, bazıları uludur. Ululara türbe yaparlar. Allah'ın sevdiklerine, kulların saydıklarına türbe yaparlar. Onlara kandil yakarlar. Câiz mi, değil mi? Câiz olmasa, vaktiyle şeyhülislam fetvâ vermezdi yakmaları için. O vakit şeyhülislamlar çok âlimdi bizde. 

Sonra aynı zamanda bunda büyük bir incelik de vardır, o türbe yapılmakda. Bir memleket alındı mı, o memleketin sokağı, caddesi, evi, barkı Türkleştirilir, İslâmlaştırılır. Eğer burayı Arap alırsa, Araplaştırılır. Fransız gelirse, Fransızlaştırılır. Bizans'ı aldığı vakitde Fâtih, öyle bıraksaydı, Bizans olurdu burası.

Türbeler kudsî yerlerdir, halk onlara bağlıdır, düşman geldiği vakitde, kanının son damlasına kadar, "Ben evliyâmın üstüne şarap döktürmeyeceğim, mezarını çiğnetmeyeceğim" diye müdâfaa eder. İstiklâl Muhârebesinde Hacı Bayram'ın sancağı çıkarıldı. Bakın Meclis sicillerine. Hacı Bayram Velî'nin sancağı çıkarıldı. Bakın Sakarya Muhârebesine, bakın İnönü Muhârebesine. 

Onlar uludur, ölmemişler. "Efendi sen bunu işkembe-i kübrâdan söylüyorsun". Hayır! Kur`ân'dan söylüyorum! Allah diyor ki, "وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ velâ tekûlû li men yuktelü fî sebîlillahi emvât, bel ahyâun velâkin lâ teş'urûn". Manâsı, denizden bir katre, şemsden bir hüzme, "Hakk yoluna katlolunanlara, öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar diridir" diyor Allah. Yâhud, "وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ velâ tahsebellezîne kutilû fî sebîlillahi emvâtâ, Allah yoluna katlolunanları ölü zannetmeyiniz, onlar diridir". Kim bu? Günahkâr bir adam gitmiş vatan, millet, mukaddesât için şehîd olmuş, ona ölü demeyin diyor Allah. Diri çünkü o. 

Git, sor Çanakkalelilere. Bazı geceler rûhlar bağırıyor, şehîdlerin rûhları, "Vur Hasan! Ahmed vur! Düşman geliyor!" diye. Sor düşmana. Düşman diyor ki, "Ben senden niye korkayım birader" diyor, "sen de benim gibi insansın" diyor, "fakat sizin tarafdan bir adamlar geliyor, sakalları böyle çalı süpürgesi gibi, korkunç!" diyor. Kâfirler öyle insanlar geliyor üzerimize sizin tarafınızdan" diyor. Bunlar kim acaba? İşte o ulular, ulular! Ölüler değil, ulular!

İşte öyle ululara türbe yaparlar, kandil yakarlar. Üzerine işemesinler diye, köpek girmesin türbelere diye türbedar koyarlar, hakâret görmesin diye öyle yaparlar.

"Yaz!" diyor, "Yaz!". Yazdı. Namaz kıldım, oruç tutdum, şunu yapdım, bunu yapdım, zekât verdim filan. "Yaz günahlarını!" diyor melekler. Öyle deyince duruyor bu. "Yazsana!" Komşunun karısına bakdı. Öyle ya, gözüne sâhib olmadı çünkü. Komşu onu insan zannetdi evine aldı, o karısına bakdı. "Yaz! Yazsana!" "Utanırım" diyor. Yaaa! "Bizden utanıyorsun hâ! Bunu yaparken Allah'dan utanmadın mı! Allah görmüyor muydu! Yaz!". Onun için beyaz kefen sarıyorlar. Neyse burada kalsın bu kadar bu iş. Şimdi biz gelelim dersimize. 

"Söyle Yâ Resûlallah islâm nedir?". Resûl saydı o zâta, dedi ki, "savm u salât, hacc u zekât, kelime-i şehâdet". Ne demek bu? Dedik ya hani Hazret-i Ömer söylüyor, yâhud İbn Ömer söylüyor, bir zât geldi Huzûr-i Resûlullah'a, oturdu, dizlerini Peygamber'in dizlerine dayadı, "Ahbirnî ani'l-islâm, Yâ Resûlallah islâmdan haber ver bana" dedi. Biz bakıyoruz, o zâtı tanımıyoruz hiç diyor. Hiç görmedik. Resûl-i Ekrem cevâb veriyor şimdi, "savm u salât, hacc u zekât, kelime-i şehâdet islâmdır". 

Ne demek savm u salât? Namaz! "Bana üç şey sevdirildi" diyor Peygamber, "taraf-ı ilâhîden üç şey sevdirildi. Bir tânesi namaz" diyor. "Namaz benim gözümün nûru" diyor. 

Hangimiz câmiye koşuyoruz? Sultanahmed Câmisinde sabah namazında dört kişi, Bayezid'de imâmla müezzin, Süleymâniye'de on beş kişi, belki Fâtih'de iki yüz kişi, üç yüz kişi vardır Fatih'de, li hikmetillâhi teâlâ etrâfında mü'minler vardır orada, zâhid kişiler vardır. Resûl diyor ki sallallahu aleyhi vesellem, "Benim gözümün nûru namaz" diyor. "kurrati aynî".  Peki sonra? İslâmın da alâmet-i fârikası. Her şeyin bir alâmeti var ya. Her şeyin bir alâmeti vardır, ondan bilinir, alâmetinden. Mü'minin alâmeti de namazdır diyor Peygamber, ben söylemiyorum. "Es-salâh alâmetü'l-îmân". Yâhud "es-salâh imâdü'd-dîn", dînin direğidir diyor Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.  

Hangimiz namaz kılıyoruz? En inançlımıza soruyoruz, bazı zevâta, "İnşallah şu binâyı yapdırayım da, çocuğu da evlendireyim, ondan sonra sen bendeki müslümanlığı gör bak" yâhud "Tekâüd olayım ben, sonra başlayacağım işe, emekliye ayrılayım". 

Kırk yaşında emekliye ayrılıyor. Tam iş yapacak memlekete. Öğrenmiş yolları, işin kolayını öğrenmiş, ayrılıyor. Nedir bu? Kızmayın emekli varsa. Memlekete çalışın diyorlar, memleket için çalışsanıza! Çalışalım haydi! Niye ayrılıyorsun işden! Kızmayın bana. Bir müftüyü görüyorum, genç bir adam, ben kitâb satıyordum, benden kitâb aldı, o vakit ufacık çocukdu, okudu müftü oldu. Sonra şimdi gördüm sordum, "Tekâüd oldum" diyor. Allah Allah! Peygamber diyor ki, "Utlubü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi", siz beşikden ölünceye dek ilim tahsîl edeceksiniz, öğreneceksiniz. Gene "utlubu'l-ilme velev kâne bi's-sîni, farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin". Sadaka Resûlullahi Rabbi'l-âlemîn. İlim farzdır, Çin'de dahi olsa, kadına erkeğe diyor Peygamber. Çalışacaksınız diyor. Kıyâmet kopsa, elind ebir dal varsa, onu dikeceksin diyor Peygamber. Yolda çöp var, kaldıracaksın diyor. Sokağa atmayacaksın, kaldıracaksın o pisliği diyor. Kimin? Kimin olursa olsun. Bunları Avrupalı yapıyor ama. Ben gitdim gördüm. Köpek pisledi, herif çıkardı mendilini yerden pisliği aldı, köpeğinin pisliğini eliyle. Bizimki evdeki çocuğunun pisliğini sokağa döküyor. "Oğlum, çöp tenekesini câminin bahçesine bırakıver, döküver oraya". Fesübhânallah! 

Geliyorum, şurada dükkanım var işte biliyorsunuz bilenleriniz, Bayezid Câmisinin duvarına herif işedi. Koca adam bacağını kaldırdı, işedi. Hiç ses çıkarmadım, işini bitirsin diye. Bitirdi. Görünüşde de kıyâfeti var, böyle boyun bağlı filan bir adamcağız. Boyun bağısı da var boynunda, maşşallah! Mavi boncuğu da var nazar deymesin diye. Sonra dedim, "Kardeşim nereye işedin sen biliyor musun?". "Sıkışdım" dedi, "helâ yok" dedi. "Niye yok, aşağıda kokusundan belli, buraya geliyor kokusu" dedim. Çünkü su yok. Helânın kokusu yukarı başa vuruyor. Geçilmiyor helâ kokusundan. Daha söyleyeyim mi? Ufak çocuklar üstünü kirletmesin diye ufak helâlar yapmışlar. Şişman adamlar için geniş helâlar yapmışlar. Orta boylular için orta boylu helâ yapmışlar. Temiz. Müslümanlık onlarda mı yoksa tahâret bizde mi? Bizde yalnız levhada var, "en-nezâfetü mine'l-îmân" diye, oraya asmış oraya. "Temizlik îmândandır" diye, duvarda duruyor bizimki. Pislik, tükürük, sümük! Câminin duvarına işedi koskoca adam. "Oğlum burası câmi değil mi, baksana şuraya". "Câmi mi bu?". "Evet câmi. İşte aşağıda da helâ var, kokusu geliyor buraya" dedim, "aşağı tarafda". "Bir dahaki sefere işeme e mi evlâdım" dedim. Çünkü Peygamberimiz bağırıp çağırmamış, bir Arabî yapmış bilmeyerek. O da belki bilmiyordu. Fakat ayıp bilmemek. Senin ceddin yirmi iki yaşında İstanbul'u feth etdi be! Sen otuz yaşına vardın, gusül abdesti almasını bilmiyorsun, tahâret etmesini bilmiyorsun, yolda yürümesini bilmiyorsun. Daha başka şeyler söyleyeceğim ama buraya yakışmıyor. 

Ne oldu sana böyle! Sen zulmet olan yere nûr götürdün. Cehil olan yere ilim götürdün. Zulüm olan yere adâlet götürdün. Onun çocuklarısınız siz. 

"Savm u salât, hacc u zekât" dedi Peygamber, "bir de kelime-i şehâdet". İslâmın rükünleri bunlar. İnsan bunu yapmakla mü'min olmaz, îmânı varsa îmânını takviye etmiş olur. Terketmekle de kâfir olmaz ama günahkâr olur, âsî olur Allah'a. Hiç mü'mine yakışmaz ki namazını terk eyleye, ya orucunu yiye.

Düşman kıralı demiş ki bizim paşamıza, şanlı paşaya, "Bir avuç askerle" demiş, "benim bu kadar kuvvetli askerime, bu kadar kalabalık, kesret ile gelen, eslihası kuvvetli, nüfûsu çok olan askeri nasıl durdurdunuz?" demiş. "Sabahleyin beni kaldır" demiş paşa. "Kalkar mısın?" demiş kırala, "kalkarım" demiş. "Sabahleyin kalkalım sana göstereyim" demiş. Sabahleyin kalkmışlar güneş doğmadan evvel, göstermiş. On sekiz karış Tuna'yı kırmış müslüman askeri, cünüb olmuşlar, yıkanmak için suya girip çıkıyorlar. "Bu ne!" demiş, şaşırmış kıral. Demiş ki "Bizim itikâdımıza göre, insanın rüyâsı azarsa, yıkanmak îcâb eder, yıkanmadan silah eline almazlar" demiş. "İşte bu îmânla bir avuç asker sizi durdurdu". 

Ve öyle oldu. Yedi milletle çarpışdın sen. Senin kalbinde bir Muhammed Mustafâ var. Bir Aliyye'l-Mürtezâ var. Bir Sıddîk var. Bir Fâruk var. Bir Zinnûreyn var. Bir Kur`ân var. Onun önünde kim durabilir. Sen demir kaleleri eritirsin. Seni bıraksınlar elli sene sonra en büyük devletle boy ölçüşürsün. Biliyorlar senin mayanı. Onun için seni kökünden kazımaya çalışıyorlar. Ahlâkını bozdular. İffetini elinden aldılar. Komşunun karısına da bakarsın, kızına da bakarsın. Çünkü onu kâr zannediyorsun sen, bilmiyorsun. Baksana herif gazetede öyle yazmış, "Çocuğum olsun isterim ama kocam olmasın" diyor. Bunu böyle neşrederse, bu milletin kızları ne olur sonra! 14 Şubat'da yazan gazetede okudum. Geçen gün elime geçdi, geçen gün. "Çocuğum olsun isterim ama kocam olmasın". Bu gazeteyi nasıl evine götüreceksin de karına, kızına okutacaksın! Gözü kördür o kızın. Aklı başında olan pek azdır. Her türlü fuhşiyyatı gösteriyor, hırsızlığı, uğursuzluğu, çalmayı bir marifet, açıkgözlük olarak kabûl ediyorsun. Doğruluğu ahmaklık olarak kabûl ediyorsun. Nasıl yürür bu iş, bu araba! Tekerleği bozuk bunun. Kendini düzelt, memleket düzelecek. Herkes kendini düzletsin. Herkes kapısının önünü süpürsün, memleket temizlenir. 

Elinden gelse zenginin, derini yüzecek. Fukarânın elinden gelse, zengini yakacak. Olur mu böyle millet! Vahdet! Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah. Allah'a îmân, Allah'dan râzı olmak, birbirine sarılma k, birbirinin ihtiyâcını görmek, birbirinin yarasını sarmak, birbirini bağrına basmak. Bunlar nerede, bu şefkatler, bu mürüvvetler? Bunlar hep müslümanların sıfatlarıydı bunlar. Ne oldu bize böyle! Hep ben alıyım, ben yiyim sene yeme, ben iyiyim sen fenâ. Ayıp! Ayıp!

Konuşduğum sözler belki işlerine gelmeyenlerin gücüne gidecek ama gitmesin. Yara ağrıyor, doktor bıçağı vurur. Eğer okşarsa kangren olur. Bıçağı vurur, canını yakar ama kolun kurtulur sonra. Yalnız lafda kalmasın. Lafda kalmasın yalnız.

O zât diyor ki Peygamber'e...

Keseceğim şimdi merâk etme uzatmayacağım, ben de yoruldum yani, çok bağırdım, yoruldum, daha yavaş yavaş söylesem daha iyi olurdu ama yapamadım, tahammül edemedim yani.  

Savm u salât, hacc u zekât, kelime-i şehâdet. Bu islâm mı?. Evet, islâmın rükünleri bunlar. İslâm nedir? Bunlar temel-i islâm. İslâmın binâsı kaç, temeli? Soruyorum hepinize. Beş. Savm u salât, hacc u zekât, kelime-i şehâdet. Yani namaz, oruç, zekât, hac, bir de kelime-i şehâdet. Bu islâmın temelleri bunlar. İslâm nedir, islâm nedir? O islâmı onun üzerine oturtacağız, temelleri kurduk. İslâm nedir? İslâm, Allah'a teslîmiyyetdir. Allah'ı bilmedir. Allah'ı sevmedir. Allah için her şeyini fedâya hâzır olmakdır. Nasıl İbrâhim oğlu İsmâil'i bıçağın altına yatırdı Allah için. Evlad kesilir mi be! İnsan kedisini kesemez. Evladını, hiç gözünü kırpmadı bile, aldı yatırdı altına. Bitdi. Allah öyle emretmiş. Dedi, "Yâ İbrâhim kes bakalım haydi, ûfu nezrek, yallah". Kurban Bayramında hikâye diye dinleme bunu sen. Aslı bu. Bir baba Allah'ın emrinde evladına karşı İbrâhim gibi olacak. Bir evlad, Allah emrinde İsmâil gibi babaya teslîm olacak. Boynunu verdi. "Aman babacığım ellerimi bağlama" dedi. Niye? "Derler ki İsmâil râzı olmadı, âsî oldu diyecekler" dedi, "ben sana mutîyim" dedi. Banana öyle teslîm olacaksın.

Yalnız sulb babana değil, yol baban da var senin. Sulb babası  adamı a'lâ-yı illiyyînden alır, esfel-i sâfilîne getirir. Yol babası, adamı esfel-i sâfilînden alır, a'lâ-yı illiyyîne götürür.

İşte o zât dedi ki, "Doğru söyledin Ya Resûlallah" deyince diyor, biz şaşırdık, taaccüb etdik. Çünkü bu adam hem soruyor hem tasdîk ediyor, doğru söyledin diyor Peygamber'e. Sonra dedi ki, "Ahbirnî Yâ Resûlallah ani'l-îmân, bana îmândan haber ver" dedi o zât. Efendimiz işte saydı, "Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî ve'l-yevmi'l-âhir....". Yani Allah'a inandım, meleklerine inandım, kitâblarına inandım, resûllerine inandım, hayrın ve şerrin takdîr-i ilâhî ile olduğuna inandım, kıyâmet gününe inandım, öldükden sonra dirilmeye inandım. Îmân bu. Hiç değişmiyor, Âdem'e de bu, Nûh'a da bu, Hûd'a da bu, Yûsuf'a da bu, Yakûb'a da bu, Îsâ'ya da bu, Mûsâ'ya da bu. Îmân bu. Peygamber böyle söyledi. 

En mühimi bu altı rükün içinde, iyi dinle, altı rükün mühim, iki rüknü mühim. Biri Allah'a inanmak, biri öldükden sonra dirilip bu hayâtın hesâbını Allah'a vermeyi kabûl etmek. En mühümi bu, ehemm-i mühüm. "Öldükden sonra hesâba çekileceğim, benim bu yapdıklarımı Allah bana soracak ve bundan beni mesûl edecek" diye düşünen bir adam nasıl olur da Allah'a karşı âsî olur? Yani sobanın içinde ateş var, ateşin yakdığını bilen adam nasıl elini sobanın içine sokar. Ancak çocuk sokar. Bilmeyen, ateşi bilmeyen sokar elini ateşe. 

Tövbe et! Kimden ne aldınsa ver. Kime vurdunsa git elini öp, yanağını uzat, "Ben sana vurmuşdum, gel vur kardeşim" de. Sonra pişman olacaksın. Allah seni hesâba çekmeden sen nefsini hesâba çek. Kurtulacaksın o vakit.

O zât dedi ki, Peygamber sallallahu aleyhi veselleme, "Doğru söyledin Yâ Resûlallah" dedi. Biz gene taaccüb etdik diyor. Biz gene taaccüb etdik, hem soruyor, hem tasdîk ediyor diyor o zât, bilmediğimiz zât. Sonra dedi ki diyor o zât, "Ahbirnî ani'l-ihsân, Yâ Resûlallah bana ihsândan haber ver" ded,i. Resûl-i Ekrem buyurdu ki, "Her yerde, her ibâdetde, her şeyde, her ne kadar sen Hakk'ı görmüyorsan da, Allah'ı görüyormuş gibi hareket etmendir". Her yerde. O her şeyi işidir, her şeyi görür, her şeyi bilir, her şeyin hâkim-i mutlakı, gâlibi O'dur. O gene dedi ki, "Doğru söylüyorsun" dedi. Burada keseceğim, hadîsin geri kalanını inşâallah haftaya anlatacağım. Kıyâmetden sordu, Peygamberimiz onu haber vermedi, cevâb vermedi. Çünkü halkın öğrenmesi lâzım gelmiyordu kıyâmeti. İyi değil o. Bir çok şeyler var bizim öğrenmememiz daha iyidir öğrenmekden. Öğrenmemizden öğrenmememiz iyidir, gaflet iyidir orada. Sonra emâresini sordu, kıyâmet işâretlerini sordu. Resûl-i Ekrem onları haber verdi. Sonra kalkdı gitdi. Haftaya inşâallah söyleyeceğim. Sonra Efendimiz ashâba döndü. Dedi ki bize diyor Peygamber, "Bu kimdir, tanıdınız mı bunu?". "Vallahi Yâ Resûlallah hiç tanımadık. Ne Medîne'nin civârında böyle insan var, ne kabîlelerde". Buyurdu ki, "Bu Cebrâil aleyhisselâmdır, geldi size dîninizi öğretdi" dedi diyor Peygamberimiz. Bu, Hadîs-i Cebrâil'dir. Bu kadar kâfî.

Ey âşıkân! Sözlerimin iki üçünden ibret al ve tahattur et Cenâb-ı Hakk'ın kuvvet ve kudretini. Ve ihsânına ve lutfuna ve keremine ve affına sığın. İbâdet ve tâatına bak, başla. Fenâlıklardan kaçın. Diğer mü'min kardeşlerini de fenâlıkdan koru. Hakîr görme. Duâ et onlar hakkında, "Yâ Rabbi, onlar bilmiyorlar, onları da hidâyete erdir" de. O da bir şehîdin torunu. Bir gâzînin yavrusu belki de. Hangi hâneyi bana gösterebilirsin, şehîd vermedik. Hangi hânemizde gâzî yok. Soruyorum size efendiler. Kim varsa bizim hânemizde yok şehîd desin bakalım. Bir tâne değil, beş tâne değil, elli tâne değil! Hep i'lâ-yı kelimetullah için, hem Muhammed Mustafâ için, hem Allah için verdik. Allah bizi boş çevirmeyecek. Cedlerimizin kanı var. İnşâallah iyi olacağız. İyi olacak inşâallah. 

 Evlad u ayâline sâhib ol, Allah'ı öğret. Kendin de öğren. Ben öğrendim zannetme sakın hâ! İbâdet ve tâatına bak. Tövbe istiğfâr et. Kötülük yapma. Katiyyen yapma. İyilik yapamıyorsan hiç olmazsa kötülük yapma! İyilik yap, yapamıyorsan kötülük yapma hiç olmazsa. Kötülere de mâni' ol, kötülerle ahbâblık yapma! Kötülerin kötülüğüne râzı olma! Lisânen söylemiyorsan kalb ile buğz et. Ed'af-ı îmândır ama gene bir mertebedir.
 
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 23 Mart 1984 (21 Cemâziyyülâhir 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön