3 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Sôfiyye tâifesinin seyyidi Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerine îmân hakkında sorulunca şöyle buyurmuşlar :
Îmân îmândır, tasdîk ise îkândır. İlmin hakîkati a'yândan kaybolanladır. Çünkü benim için gayb olanı bana haber veren, eğer bence sâdık ise bana onun doğruluğu hakkında hiç bir şekk ve şübhe gelmez. Doğru haber verdiğine inanıyorsam, onu tasdîk etmem gerekir. Bundan dolayı bence sâdıkı tasdîk etmek onun bana haber verdiğini benim görmüş gibi kabûl etmemi gerektirir. Bu, tasdîkdeki sıdk sıfatının ve îmân adını alan îkânın kuvvetidir. Resûl aleyhissalâtü vesselâmdan şöyle dediği rivâyet edilmişdir, "Allah'a O'nu görüyormuşçasına ibâdet et, çünkü sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor".
Bu iki hâl üzeredir ki biri diğerinden kuvvetlidir. Çünkü ben bir şeyi bilme kuvvetiyle onu görür gibiyim. Onu tasdîk hakîkati ise o şeyin beni görmesini bilmiş olmamdan daha kuvvvetlidir. Her ne kadar onun beni görmesini bilmem, tasdîki gerektiren ilmin hakîkati ise de. Birinci ma'nâ daha üstün ve kuvvetlidir. Birini diğerine tercîh etmekdense ikisini cem' etmek daha efdaldir.
Ahmed ibn Hanbel'e îmânın alâmetinden sorrmuşdum da bana şöyle demişdi :
Îmânın alâmeti, inandığına itâat, onun sevdiğini ve râzı olduğunu yapmak, ondan alıkoyan meşgaleyi terk etmek, tâ ki ona yönelmiş, O'nun muvâfakatini üstün tutmuş, rızâsını aramış olayım. Çünkü gerçek îmânın alâmeti, O'ndan başka hiç bir şeyi O'na üstün tutmamam, O'ndan başka bir sebeble, O'ndan gâfil olmamamdır ki inandığım ve tanıdığım o varlık hem sırrıma mâlik olsun, hem de uzuvlarımı idâre etsin. İşte o zaman Allah'a tâat ve her türlü hevâya muhâlefet, düşmanların davet etdiği şeylerden uzak durmak, dünyâya aid şeyleri terk etmek, evlâ olana yönelmek, dosdoğru olur. Bu sorduğun şeyin alâmetlerinden bazılarıdır. Bütün alâmetleri saymak sözü uzatır.
Ona, "îmân nedir?" diye sorunca da şöyle dedi :
Bu öyle bir suâl ki ne hakîkati var ne de ilmin çokluğu ile cevâbı verilebilecek bir meseledir bu. Îmân, Allah Celle Senâuhû'ya îmândan başka bir şey değildir. Kalblerde onun tek bir hakîkati vardır. Îmân, Allah'ı bilmeye ve tasdîk etmeye dâir kalbde yerleşen şeydir. Ve semâvât ve arddan haber verdiği şeylerde O'nu tasdîk etmekdir, onları açıkça görmüyor olsak da. O halde doğruluğa doğruluk, îkâna îkân olması nasıl câiz olur? Sıdk, kalbin işidir. Îkân ise bende yerleşen ilimdir. Yapan ben iken fiile âid bir şeyin yapılması yâhud âlim ben iken ilme mensûb bir şeyin bilinmesi nasıl câiz olur? Eğer câiz olsaydı îmânın îmânı, tasdîkin de tasdîki olurdu. Bu böyle devamlı tekerrür eder giderdi. Kezâ îmânın sevâbına ve tasdîkin de sevâbına avdet etdiği gibi, îmânımın îmânının sevâbına , tasdîkimin tasdîkinin ecrine de avdet câiz olurdu. Meseleyi derinleştirmek istersem mektûb genişler, hitâb uzar. İşte bu, muhtasar bir cevâbdır.