Îmân Nimetinin Kıymetini Bil - Hutbe - 23 Aralık 1983

30 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Cuma Namazı

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 
Yâ eyyühellezîne âmenü't-tekullâhe ve'l-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin ve't-tekullah, innallâhe habîrun bi mâ ta'melûn.
Sadakallahü'l-Azîm
Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu teâlâ aleyhi vesellem,
Re'sü'l-hikmetü mehâfetullah.
Sadaka Resûlullah ve nataka Habîbullah.

Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Allah'ı ve Resûlünü her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, haşra ve neşre îmân getiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, bizi yokdan vâr eden, bu görmüş olduğumuz kâinâtı ve görmediğimiz âlemleri bir "kün" emriyle yani "ol" emriyle vâr eden Hazret-i Allah, bizi kendisine kul etmesi ve bâhusûs peygamberlerin seyyidi olan mebde-i hilkat-i âlem, sebeb-i hilkat-i Âdem olan Muhammed Mustafâ'ya bizi ümmet kılması, Allah'ın bize nimetlerinin en yücelerinden bir tânesidir, ki o kadar çok nimeti var ki bizlere, en yücesi bunlardır. Kendi tâlib olmuş ve bizim başımıza îmân tâcını koymuşdur. Zâhirde bizler îmâna tâlib olmuş görünürüz, hakîkatde Hakk bize tâlib olmuşdur. Allah kula tâlib olmayınca, kul Hakk'a tâlib olamaz.
 
Allah dilediği kulunu nûru ile hidâyete erdirir. "وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ vemâ teşâûne illâ en yeşâallah". "Siz dilemediniz îmânı, ben diledim" diyor. "يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ yudillu men yeşâ ve yehdî men yeşâ". "Dilediğimi hidâyete, dilediğimi de dalâlete götürürüm" diyor Cenâb-ı Hakk. Öyleyse bize hidâyet etdiği apâşikâr, gün gibi âşikârdır. Ki elhamdülillah, lisânımızda Allah'ın esmâsı, gönlümüzde Hakk'ın sevgisi, lisânımızda Resûl-i Ekrem'e îmân ve ismini zikir, kalbimizde Resûl-i Ekrem'e muhabbet ile iki cihâna sultân olmuşuz ki Allah bu tâcı bizim başımızdan kaldırmasın, îmân tâcını.

Zâten her doğan çocuk, Resûl-i Ekrem'in beyânı üzere, fıtrat-ı İslâm üzere doğar, sonra annesi babası hangi dindense, çocuğun üzerine o işlemeyi yaparlar. Fakat bazen Cenâb-ı Hakk'ın ezelde sevdiği kullar vardır, ki mü'minlerdir onlar, onlara tâc-ı îmânı koyar, kendi esmâsı olan mü'min ismini verir. Allah'ın bir ismi de mü'mindir. Senin de bir ismin mü'mindir.

"هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ * هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû, âlimü'l-gaybi ve'ş-şehâde, hüve'r-rahmânü'r-rahîm. Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû, el-melikü'l-kuddûsü's-selâmü'l-mü'minü'l-müheymin". Bak, mü'min, Allah'ın esmâlarından bir esmâdır, yüce bir esmâ, güzel bir isimdir. Bu isimle seni ve beni isimlendirmişdir. Bu âleme huy düzeltmeye geldik. Ezelî, geldiğimiz âleme tertemiz gitmemiz lâzım geliyor. Zâhirimizde bize mü'min ismi verildiği takdirde, bizim bu isme lâyık olmamız lâzım gelir.

Efendim, lütfen biraz yol verin mü'min kardeşinize. O da Cenâb-ı Hakk'a ibâdet etsin, secde etsin. Mâni olmayın. 

Cuma günleri işleri olmayanlar, sırası gelmişken söyleyelim, câmiye biraz erken gelmelidir. İşleri olmayanlar! Çalışmak, dürüst, nâmûslu çalışmak, ibâdetdir, zikirdir, ibâdetdir. İşi olmayan, havâî söz konuşacağına, abdest alsın câmiye gelsin. İslâm'da ilk terkedilen âdâb-ı islâmiyye, cuma âdâbıdır. Ashâb-ı kirâm geceden giderlerdi cuma namazına. Ve gene her câmide böyle, yalnız bizim mescidimize, buraya âid değil, temiz elbiselerinizi giyiniz. Îcâb ederse gusül abdesti alınız. Zâhirinizi şerîatın emriyle süsleyiniz. Tertemiz yıkan, kokulan, temiz elbise giy. Bâtınını da istiğfâr ile tövbe ile, kalbinden Allah'ın sevmediği sıfatları çıkararak, istiğfâr ederek, tevhîd ederek câmiye gel. Zarar etmeyeceksin.

Ve geldiğin yoldan tekrar dönme, başka yoldan git. Mümkünse eğer. Çünkü her basdığın taşın, yarın yevm-i kıyâmetde, şehâdet edeceğini, Allah, Sûre-i Zilzâl'de beyân etmekde. Sûre-i Zilzâl'de. Her taş, şehâdet edecekdir. Hem iyilik böyle olacak, iyilikler yani a'mâl-i sâlihât, hem de kötülükler. Üzerinde icrâ etdiğimiz kötülüklere de, basdığımız taşlar, fenâlık yapdığımız yerler, bizim aleyhimizde şehâdet edecekdir. Yalnız onunla kalmayacak, hattâ vücûdumuzun a'zâlarının dahi, bizim aleyhimize şehâdet edeceğini, Kur`ân-ı Kerîm nâtıkdır. Elin, ayağın, dilin. Elinle Allah'a karşı isyân yapdınsa, elin senin aleyhine şehâdet edecek, yalan söyledinse, dilin senin aleyhine şehâdet edecekdir, hıyânetle bakdınsa gözün senin aleyhine şehâdet edecekdir. Bu böyle olacakdır!

Hani İmam-ı Ali'ye sormuşlar, kerremallahu vecheh, radıyallahu anh, demişler ki, "Cenâb-ı Hakk bu kadar insanı nasıl hesâba çekecek?" demişler de. Çünkü kendi aklıyla Allah'ın kudretini ölçenler, böyle soru sorabilirler, akılları kıt olduğu için Hakk'ın da kudretini kıt bilir onlar da sorarlar böyle, İmâm-ı Ali şöyle buyurmuş, elbet ki ilim şehrinin kapısı, hikmet şehrinin kapısı İmâm-ı Ali, "Cenâb-ı Hakk hiç birimizin rızkını vermeyi unutdu mu bir gün?". "Hayır". "Rızkını veren, hesâba çekmeğe kâdirdir" demiş. Bitdi o kadar. Kestirme yoldan.

Rızık denildiği vakitde, mücerred yemeni içmeni gözönüne getirme. Aldığın hava. Manevî rızıklar da vardır. Kulakdan aldığın şifâ. Kulakdan zehir alabilirsin. İnsan ağzıdan zehir alırsa eğer, iyi dinle beni, bir adam ağzından zehir alırsa, vücûdunu ifnâ eder, kulağından zehir alırsa, rûhunu ifnâ eder. 

Onun için her yol, her taş senin hakkında ve benim hakkımda, "Üzerimden Yâ Rabbi, tesbîh ederek, takdis ederek geçdi" diyecekdir. 

Sakın ha! İbâdetlerini hırsızlığına âlet etme sakın ha! Bazı adamlar öyle yapıyorlar, ibâdet yapıyor, çalışdığı yerden kaçamak yapıyor. Sakın ha öyle yapma! Dürüst olacaksın. Kulları kandırabilirsin, Allah kanmaz. Bunu kafandan çıkar, o dar kafandan. Kullar kanar, mahkemede hâkim kanar, müdde-i umûmîyi kandırırsın, anneni, babanı, hocayı kandırırsın, nihâyetinde kendini kandırırsın. Allah kanmaz. O görücüdür, O işiticidir, O bilicidir. Çünkü seninle berâber, senden sana daha yakın. 

Onun için eğer nefsini bilirsen Hakk'ı bilirsin. Nefsini bilmezsen Hakk'ı havâî bilirsin, yani gıll u gışla bilirsin. Mübtedîler için nefsini bilmek, aczini bilmekdir. Aczini bilirsen Hakk'ın kudretini ölçersin. Gene teâlî eden zevât için, nefsini bilen, Hakk'ı bilir. Kendinin gizli bir hazîneye mâlik olduğunu, Hakk'ın göklerde, hâricde aranmayacağını, ona ondan yakın olduğunu, cândan içeri cân olduğunu bilir. Nereye gidersen git Hakk'la berâbersin. Unutma bunu sakın ha! 

Şimdi, Allah'ın en büyük nimeti bize, bize îmân tâcını vermiş, başımıza giydirmiş. Lâyık olmayanların başından tâcı çıkarır, yerine küfür alâmetini koyar. Manevîden bahsetdim, maneviyattdan yani. Onun için gecede ve gündüzde, akşamda ve sabahda dâimâ Cenâb-ı Hakk'a şükret. "Yâ Rabbi beni kulun olarak halk etdin, bana kendini tanıtdın Yâ Rabbi". Bak! Bak! Allah, Allah ile bilinir. Hakk bildirmeyince kul bilemez Allah'ı. "Yâ Rabbi sen bana bildirdin varlığını, birliğini. Beni bu i'tikâddan, bu îmânnda ayırma diyeceksin" Çünkü mü'minsin. 

Allah'a giden yollar o kadar çokdur ki, her mahlûkâtın nefesinin her sayısıncadır. Fakat bir kapı vardır, o çok genişdir. Tâ yedi kat semâvâtın üstüne kadar. Tahtı da tahte's-serâdır. Bâb-ı Muhammediyyetdir, en karîb yol odur. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi önder edersen kendine, ahlâk-ı Muhammedî ile mütehallik olursan, Hazret-i Peygamber'in taraf-ı ilâhîden getirdiği o tâc-ı edebi başına koyarsan, pek yakın zamanda Allah'a vuslat edersin. 

Hem de burada görmeyenler, burada vuslat etmeyenler, orada ümîd etmesinler. Onu da haber vereyim sana. Arayacaksın, soracaksın, bulacaksın, ehlinle sohbet edeceksin, öğreneceksin. 

Bak elimizden çıkan, çıkacak olan ve düşmanlarımıza bırakacağımız, yâhud sevmediklerimize terk edeceğimiz mallar için gece uykularını terk ediyoruz, ne kadar çalışıyoruz, çalışanlarımız tabii. Ve nihâyet de, görüyorsun, kuru bir tabut geliyor, kısmet olursa bir kat, kısmet olursa iki kat, kısmet olursa üç kat, dört kat sarmıyorlar kefeni. Ve almış olduğun diplomalar da tabutun dışında. Rütben de öyle, sevgili makâmını da bırakıyorsun. Dostların, pek sevdiklerin gelip senin hakkında, iyiliğin hakkında şehâdet ediyorlar, gözyaşı döküyorlar, senin namazını kılıyorlar, senin afv u mağfiretini Allah'dan istiyorlar. Gene diğer dostların bir kısmı geliyorlar, cenâzende bulunuyorlar, sana duâ etmiyorlar, uzakdan bakıyorlar. Keşke ibret ile baksalardı. Keşke ibret ile baksalardı. Aman o kürsünün üzerinde o meyyit, ne vaazlar yapıyor, duyan için. Kulağı sağır olmayan için ne vaazlar yapıyor. Çünkü meyyit kürsüye çıkıyor, vâiz gibi vaaz etmeye. Ama anlamayan, kulağı sağır olan neyi duysun. Ona âhenk yok. 

Sesleniyor, "Mal benim, mülk benim diyordum, şu kadar tahsîlim var diyordum, şu kadar emlâkim var, şu kadar param var diyordum, şu rütbeye mâlikim diyordum, şimdi hiç oldum, bir hiç oldum. Gelin bakın tabutun içerisine, götürdüklerimi görün. Çünkü amel yükü onlar, o tabut boş gitmez o, dolu gidiyor. 

Gören için ne vaazlar var ama göremiyoruz ki. Çünkü ibret olmayınca bir gözde, o göremez o. Zîrâ baş gözü görür, kalb gözü kördür. Baş kulağı işitir, kalb kulağı işitmezse, anlayamaz seslendiğini. Sana oturduğun yer neler söylüyor. Şu duvarlar sana ne haberler veriyor. Basdığın topraklar. 

Hastahâneye gitmedin mi? Hasta ziyâret etmedin mi? Onlar da bizim gibi sağlam insanlardı, kanserliler, ülserliler, mallarına sâhib olamayanlar, akıldan fikirden yoksun olanlar, çırılçıplak donsuz tımarhânede dolaşanlar, bizim gibi insanlardı onlar, hep malları mülkleri vardı.

Sonra, basdığın toprak öyle değil mi? Kimin, hangi mahbûbenin, hangi güzel kadının yanağına basıyorsun? Hangi kahraman yiğitin göğsüne basıyorsun? Hele tükürürsen hangi şehîdin yüzüne tükürüyorsun? Toprağa, sokağa. Her taraf şehîd ve gâzî dolu. Toprağın altı insanlarla dolu, toprağın altı. Milyarlar! 

Bir varlık var ölmeyecek olan, ebedî. Allah. Öldüren, dirilten, yaşatan O. Ve şimdi sen O'nun emri altındasın, hâlâ O'na isyâna yelteniyorsun. Bu kuvvetinle, bu kudretinle! Hemen rûhunu kabzedebilir, farazâ. Gökden yağmur yerine taş yağdırabilir. Gözümüzün nûrunu söndürebilir. Sıhhatimizi elimizden alabilir. Malımızı hemen bir ateş götürebilir. Maddî, manevî ateşden bahsediyorum, sen yalnız maddî ateşi gözönüne getirme. 

Hele îmân meselesi! "Bir adam, îmânsız ölmekden korkmazsa eğer, bu endişe kalbinde olmazsa, îmânsız ölür o kimse" diyor. Kim? Peygamber'in çok sevgili arkdaşı, Ebü'd-Derdâ radıyallahu anh. 

Sen Ebü'd-Derdâ'nın kim olduğunu biliyor musun? Benim pek hoşuma gitdiği için hep söylerim ekseri burada ama gene söyleyelim, işitmeyenler işitsinler yâhud tâzeleyelim işittiğimizi. Bir gün Azrâil aleyhisselâm Ebe'd-Derdâ'ya gelmiş, demiş ki, "Yâ Ebe'd-Derdâ demiş, görüyorum ki senin kuluben çok ufak. Kış günü ayaklarını soğukdan, yaz günü güneşin hararetinden kendini koruyamıyorsun" demiş. İnsan şeklinde gelmiş, böyle bizim gibi. 

"Efendim melekler böyle gelirler mi?". Gelirler. Senin kapını çalar, senden bir yardım ister, vermezsin, mülkün tersine döner. Altın toprak olur sonra, tuttuğun altın. Hiç kimsenin kalbini kırma. Kimsenin ayıbını arama, kendi ayıbını ara. Kendi ayıbını ararsan, kimsenin ayıbını göremezsin. Muhâtabının bir ayıbını görürsün, kendinin bin ayıbını biliyorsun. Ayıp arama! Ayna gibi olma! İnsan şeklinde melekler gelirler. Kimseye hakâret etme! Hakk'a karîb olan ehl-i vuslat halkın içindedir. Başlarına bayrak takmazlar. Bunun manâsı nedir bilir misin? Bütün mü'minlerin birbirine hüsn-i teveccüh etmeleridir. 

Çirkin bir kıssa ama altında hakîkat var da onun için söylemeden geçmeyeceğim. Biraz çirkince, herkesin hafsalası kabûl etmez. Etmesi lâzımdır ama etmez bazısının dar görüşlü olur, etmeyiverir. Meşhûr ders vekillerinden bir zât, ismini vermeyeceğim, bizâtihî kendisi bana anlatdı. "Bir akşam Yatsı namazına câmiye gidiyorum, önüme bir sarhoş çıkdı" dedi. O duvar senin bu duvar benim. "Selâm verdi bana" dedi. "Başımda o vakit sarık var benim" dedi. Ders vekîli. Sonra şeyhülislâm oluyor. Osmanlı İmparatorluğu zamanında. "Selâm verdi, ben sarhoş adam diye, istikrâhen selâmını aldım, aleykümselam dedim geçdim" diyor. "Çünkü selâm Allah'ın selâmı" diyor. "Fakat bir mü'mine yakışdıramadım öyle içkili miçkili, onun için kerhen aldım" diyor. 

Halbuki bilmez ki, içki içen bir adam, üç saat, beş saat sarhoş gezer sonra ayılır. Sonra derdine devâ aramaya çalışır. Bazısı zühdüne, malına, mülküne, rütbesine sarhoş olur, tâ teneşir günü kafası tahtaya vurur o vakit ayılır. Geçiyoruz.

Şâir öyle demiş. Bir mü'mine yakışdıramayız zerresini, katresini yani. Sakın ters anlama beni. "Her günah içki gibi sekir verseydi eğer, sarhoşluk yapsaydı, hayatda hiç bir tâne ayık adam göremezdin" diyor. Meselâ yalan söylemiş, sarhoş oluyor adam. Haram yiyor, sarhoş oluyor. Onun için karışmaya gelmez. Benim sana tavsiyem şudur. Sakın öyle şeylere yaklaşma! Allah'ın men etdiklerini zerre kadar dahi olsa kullanma. Zerre kadar Allah'ın menhiyyâtına el uzatma. Allah'ın zerre kadar emirlerine el uzat, git oraya, oraya koş. Birine bak şükreyle, birine bak fikret. O kadar sana söylüyorum. Anla bu sözümü, üzerinde dur, tefekkür et, düşün. Birine bak şükreyle hâline, birine bak fikreyle. Mü'mine yakışmaz, yakışık almaz. Neyse. 

İkinci akşam gene aynı adam çıkmış önünde. Gene selâm vermiş, gene hocaefendi, kerih bir şekilde selâmını almış, istikrâhen yani. "Aleykümselam" demiş câmiye girmiş. Üçüncü akşam gene öyle. Dördüncü akşam bir rüyâ görmüş hocaefendi. Hocaefendiyi kaldırmışlar yedi kat semâdan aşağı atmışlar. O sarhoş tutmuş hocayı aşağı indirmiş. Ertesi akşam gene karşısına çıkmış, "selâmün aleyküm" demiş. Hoca gene istikrâhen "ve aleykümselam" deyince, "Hocaefendi, insâf et biraz" demiş, "Dün akşam seni tutmasaydım paramparça olacakdın, yere düşseydin" demiş. 

Meğerse kendisini öyle gösteriyormuş o. Gizliyormuş kendisini. Bazı adam gizler defînesini. Sen bu inceliği anlayamazsın, kavrayamazsın. Biraz incelmek lâzım, azıcık. Estağfirullah sizi tenzîh ederim. Ekserî öyledir, insan sevgilisiyle tenhâ kalmak ister. Ve ağyârdan kaçınırlar, kimse görmesin diye. Allah ile kendi arasındaki pazarlık, o sevgi, o cümbüş gizli olur. Kimseye karışma, iyi değil. Onun için arana girer haberin olmaz, kim olduğundan, ne olduğundan filan böyle. "Efendim melâike öyle görünür mü?". Görünür ya. Karışmayız, Allah'ın mülkü. Sana düşen vazîfe hüsn-i niyetle, güzellikle oradan ayrılmakdır, kimseyi kırmamak, dövmemek, sövmemekdir. Acaba analatabildik mi? Ters anlama sözümü ha! "Hoca kafayı bozdu gâlibâ" filan deme.

Biz gelelim Ebü'd-Derdâ'ya. İnsan şeklinde gelmiş melekü'l-mevt. 

Peygamberimize de geliyordu Cebrâil aleyhisselâm. Bir kaç sefer Hazret-i Dihyetü'l-Kelbî şeklinde geldi. Dihyetü'l-Kelbî şeklinde göründü Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme. İnsan şeklinde. Melekler insan şekline girebilir. Şeytanlar da girerler. Sana düşen vazâif dâimâ ayağını attığın yeri iyi gör. Nerede evet diyeceksin, nerede hayır diyeceksin, bunu düşün. Hayır denecek yerde evet, evet denecek yerde hayır deme sakın hâ! Dengeyi bozma! Geçiyoruz.  

Gelmiş Ebü'd-Derdâ'ya demiş ki, insan şeklinde gelmiş, "Yâ Ebe'd-Derdâ, kulubeni biraz büyütsen". 

Ashâb-ı Soffe'den bu. Bunlar, senin benim yapacağım gibi değil, bir lokma ekmekle Peygamber'in kapısında oturuyorlar. Bir lokma ekmek, bir hırkaya. Resûlullah'ı görmeseler, hasta oluyorlar. Yani ilk üniversite bu, Hazret-i Muhammed Mustafâ'nın kurduğu ilk fakülte. Peygamber fakültesi bu. Artarsa Hâne-i Saâdet'de, ki Cenâb-ı Peygamber çok zaman yemez kendisi, onlara yedirirdi. Bir lokma ekmek, bir hırkaya. Resûlullah'ın evinin önünde oturuyorlar. İnşâallah Medîne'ye gidersen Ashâb-ı Soffe'nin oturduğu yerde namaz kıl, teberrüken. Yeri duruyor orada hâlâ. Bu Ashâb-ı Soffe'den Ebü'd-Derdâ. 

"Yâ Ebe'd-Derdâ" demiş, "evini biraz büyütsen" demiş. "Ayakların kış gününde soğukdan, yaz gününde sıcakdan..."

Sığamıyor dünyâya! Bizimki sığamıyor, ben sığamıyorum dünyâya. İki arşın yere sığacaksın! Elbiselerini beğenmiyorsun, iki arşın kefene saracaklar. Vücûdunu haramla filan besliyorsun, kurtlar yiyecek. Gel Allah yoluna sarf et bunu sen. Vücûdunu irileştirdin benim gibi yağlandırdın. Allah yoluna sarf et. İbâdet ve tâatda. O da bir ameldir, amel de yükdür adama ama ziyânı yok. Tatlı yükdür o. Hakk yoluna harca. Hakk yoluna ver. Elini, dilini, gözünü, kulağını, her şeyini Hakk yoluna ver, oraya fedâ et. Zâyi etmeyeceksin, ziyan etmeyeceksin. Hakk'dan gayrı nereye sarf ediyorsan zarar edeceksin. Zarar ediyorsun, gidiyor.

Ebü'd-Derdâ tebessüm etdi, dedi ki, "Sen beni takip ettiğin müddetçe bana bu bile çok" dedi. 

İşte Ebü'd-Derdâ böyle. Gözünde perdesi olmayan bir zât, sahâbeden. 

Birisi de kitap yazmış, sahabenin kerâmeti yokmuş diyor. Ahmak herif! Sahabenin hepsinin birer kerâmeti vardır, hakâik-i Muhammediyye çıkınca, güneş çıkınca yıldızlar görünmez, onun gibidir. Resûl-i Ekrem'den nûr almışlar. Hattâ bırak sahabeyi, cümle enbiyâ Hazret-i Muhammed'den nûr almışlar. Nûr, Nûr-ı Muhammediyye. Oradan alır nûr başka yerden alamaz. Bütün hidâyet oradan. Allah ile başı hoş etmek isteyen, Hazret-i Muhammed ile başı hoş etsin, sallallahu aleyhi vesellem. 

Onun için mü'minler, bak mü'min sıfatı verilmiş, îmâna ermişsin, elhamdülillah. Hazret-i Muhammed de ümmetim demiş. Yerin göğün sâhibi de sana kitap indirmiş. Ve sana böyle hitâb ediyor ve diyor ki, "Hakk'dan kork!" diyor. Çünkü bir kavimde iki korku olmazsa eğer, o kavimden hayır gelmez. Birisi Hakk korkusu, biri ölüm korkusu. Tabii ölümden korkucu olanlar, kanatları tek olandır yâhud kanatları olmayandır. Onlar korksunlar. Kabahati çok, ibâdeti yok. Niçin geldi, niye geldi, nereye gitdi? Mü'min gelmiş, fıtrat-ı islâm üzerine, yaşamış fakat hiç aramamış, sâhibini aramamış. Hiç de ihtiyaç duymamış Allah'ı aramaya. Zannetmiş ki, "اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ e yahsebü'l-insânü en yütrake südâ", sanki insan başıboş halkolundu böyle, yiyecek, içecek, yatacak, iki deliğe hizmet edecek. Öyle zannediyor. Onlar yesin içsinler, emeller beslesinler, yakında görecekler. Öyle diyor Allah Kur`ân'da. "ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ". "Onlar" diyor "yesinler içsinler emeller beslesinler bol bol, büyük büyük emeller". Yaşlandıkça insanın tûl-i emeli artıyor. Nefsde kuvvet kalmamış, gözünü haramdan ayıramıyorsun gene. Gene gözün haramda. Hani bakdığın haram şey seni davet etse, âciz kalacaksın, mahcûb olacaksın hem de. Hâlâ haramda! O harama bakan gözün yakında toprakla dolacak. Sen onu toprakla dolmadan evvel ibretle doldur da Allah'ı gör burada. Mümkün mü? Mümkündür, akâidde. Hakk'ı görmek mümkündür. Allah kendini gösterecek olursa gösteremez mi yani kula? Âciz midir? 

Hani o göz nerede, gözler, ibretli gözler? Hani Hakk kelâmını dinleyecek kulaklar nerede? Onu soruyoruz. Yatıp kalkmakla iş bitmiyor yalnız, o da yok bizde. Yememiz de yok, yatıp kalkmasını da bilmiyoruz, oturmasını da bilmiyoruz. Namazımızı da bilmiyoruz. Gusülümüzü de bilmiyoruz. Abdestimizden de bî-haberiz. Öğrenmek de istemiyoruz. Yaaa! O abdestde ne manâlar var. Manâsını bir bilsen. Sen elini yıkamak zannediyorsun. Sen elini günde üç defa yıkamıyorsun, Avrupalı günde beş defa duş yapıyor. Sen korkuyorsun, toprakdan halk olundum, dağılacağım diye. Pislik içinde sokakların filan. Helâları git gör. Helân yok bir defa evveliemirde. Helân yok. Suyun yok. Yolun yok. Pislik içerisinde. Protakalı yiyorsun, kabuğunu sokağa. Etrafda kimse yok mu, Allah'dan korkmuyorsun, Allah'ın gördüğünün farkında değilsin. Çöpü yolun ortasına döküyorsun. Müslüman bu!

Bu kibar millet, bu âlî millet, niye bu hâle geldi? Hiç Hakk'ı bilen yapar mı? Biliyorum zannediyor o. Çünkü Allah'ı allahaısmarladık der gibi biliyor. Komşuna hasedliğin var, onun malı olmasın. Sende de olmasın, onda da olmasın, haydi tamam. İyi, ikiniz de sürünün. Dünyâyı yutuyorsun, bu tarafdaki fukarâya bir yardımda bulunmuyorsun. Nasıl olur bu? Nasıl müslümanlık bu? Resûl-i Ekrem diyor ki, sallallahu aleyhi vesellem, bak islâm ne kadar güzel, "Bir işçiye iş yapdırdığın vakitde" diyor Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, dinle, "o işçinin teri soğumadan, yorgunluğu gitmeden hakkını vereceksin" diyor. Bizim müslümanların bazıları, işittim, isim vermeyeceğim tabii, ertesi güne bırakıyorlarmış. Neden biliyor musun? Çünkü gece teri geçiyor, yorgunluğu bitiyor, ne verirse râzı oluyor ertesi günü. Bir gün sonra ne verse râzı oluyor. Çünkü günü geçdi, vakti geçdi. 

Soruyorum. İçkiye fışkıya gidenlere hitâb ediyorum. Câmiye gelip câmide Allah'a secde edenlere hitâb ediyorum. Mahallenizde kaç tâne fukarâ var, kaç tâne yetîm var, kaç tâne dul var, kimsesiz var, kirâsını veremeyen var, odunu olmayan var? Tahkîkat yapdınız mı? Tanımıyorsun bile komşunu. Tanımıyorsun komşunu. Cenâze çıkıyor, haberin olmuyor. Müslümanlık bu mu? "Komşusu aç yatarken karnını fazlaca doyursa bir adam onun îmânında şübhe vardır" diyor Peygamber. "Îmânı zayıfdır" diyor. En son cennete girecekler, girerse eğer. Orası hayvan ahırı değil ya. Neyse.

İki korku. Birisi Allah korkusu. Her ne yaparsan yap, Allah seni görmekde ve işitmekde, duymakda ve görmekde ve seninle beraber. İki. Ölümü gör, nihâyetinde öleceksin. Mal, mülk, rütbe, kasa, kese, hepsi geride kalacak. Çoluk, çocuk, avrat hepsi. Haramdan hıyânetden topladığın, Allah'a kasem ederim ki şu makâm-ı Muhammediyyetde, sevmediklerine kalacak onlar taksîm edecekler. Sen elinle vermeye kıyamıyorsun, Allah yoluna, sevmediklerine kalacakdır. 

Allah'dan kork! Hattâ ehl-i verâ ol. Korkunun en yüksek derecesine yüksel. İnsansın. Dünyâda mahlûkât-ı ilâhiyyede insandan daha şerefli bir mahlûk yok. Allah, semâyı, ardı, arşı, kürsüyü, cenneti, cehennemi, melâikeyi insan için halk etdi. İnsana verdiği şerefden dolayı. Sen insansın, ben insanım. 

"اتَّقُوا اللّٰهَ ittekullah", Allah'dan kork! He rişde Allah'dan kork! İki. Ölümü düşün. Nihâyet, ölüm. Dünyânın âhir menzili, âhiretin ilk menzili. Hiç kurtulan yok elinden. Öyle bir pehlivan ki, bahadır ki, kimi yakasından tuttuysa hemen tuşa getirir. Bazısını inlete inlete, bazısını güldüre güldüre. Çünkü bazısında Resûl-i Ekrem'i görüyorsun gidişde. O âgûşunu açmış sana, diyor ki, "Bütün hayatın boyunca iffetinle ırzınla kazandın, alınterinle kazandın, sebeb-i hilkatini aradın buldun, Hakk yolunda bulundun, gel beden yana şimdi, râhata kavuş" diyor. Sultân oldun. Diğeri öyle değil. Diğerinin kanatları kopuk, nereye gidecek. Kanadı kopuk kuş kafesden çıkdı mı onu parçalarlar. Bak görüyorsunuz ya mü'minler, ittekullah!

"وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin", yarınki gün için ne hazırladın? Yarınki gün diyor Allah. Yarından murâdı ne? "Küllü âtîn karîb". Manâsı her gelici yakındır. Her gelici yakındır! Dün mahallede oynuyorduk, sonra genç olduk, sonra dinç olduk, şimdi belimiz büküldü. 

Sen de öyle genç, sana da söylüyorum. İlkbahar gibi geçer gençliğin. Yaz gibi geçer dinçliğin. Sonra saçlarına ak düşer. Sonra gök basar belin bükülür, yer çeker alnın kırışır. Sonra tek başına adamı koyarlar kabre. Hiç bir dostun da seninle beraber kabre girmez. Ancak amelin girer seninle beraber. İster kötü amel sâhibi ol, ister iyi amel sâhibi ol, onunla kalacaksın başbaşa, dostun odur. Dost bir tâne, Allah. Derdliysen derdini dostuna söyleme, hem dostunu üzer, hem düşmanını sevindirirsin. Allah'a söyle. Çünkü O'ndan geldiği için, O'na söyle ki senin üzerinden alsın onu. Çocuk babadan dayak yediği vakitde gene babaya koşar. Çocuk anneden dayak yedi mi gene anneye koşar. Sana ne geliyorsa, ayağına ne batıyorsa, Hakk'dan bil ve Allah'a koş, Allah'a rücû eyle. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâû ilâ sırâtın müstakîm.

www.muzafferozak.com

 Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 23 Aralık 1983 (18 Rebîulevvel 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön