22 Eylül 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz
Eûzübillahimineşşeytânirracîm
Bismillahirrahmânirrahîm
Azîz, nezîh müslümanlar!
Birkaç haftadan beri, aynı sûre-i celîlenin aynı âyet-i hakîmesi üzerinde durmakdayız, ondan bahsetmekdeyiz. Böyle birkaç haftayla değil, bir kaç seneyle de değil, yani kıyâmet gününe kadar anlatılsa, bir âyetin ma'nâsının dahi ikmâline ihtimâl yokdur. Hattâ bütün diller müfessir olsa, bütün kollar da kâtib olsa, bütün ağaçlar da kalem olsa, denizler mürekkep, karalar ve havalar kağıt olsa, bunların hepsi tükenir, kâtibler yorulur, diller yorulur, kalemler kırılır, mürekkepler tükenir fakat Allah'ın kelimâtına nihâyet olmaz. Çünkü bu Kur`ân'dır, Allah'ın kitâbıdır, Allah'ın sözüdür.
Bu mübârek kitâbı, Allahu Teâlâ Hazretleri, Cibrîl-i Emîn vâsıtasıyla, resûller resûlü Hazret-i Peygamber'e, Muhammed Mustafâ'ya, bizim peygamberimize, son peygambere, Allah kendi sevgilisine, bu âlemin hilkatine sebeb olan Hazret-i Muhammed'e indirmişdir. Fakat insanların kaplarının aldığı kadar, insanların zihinlerinin yetdiği kadar söylenebilir. Yoksa zâhirde bir ma'nâsı, bâtında yetmiş ma'nâsı vardır, o da bilenler için, insanlar için verilmişdir bu. Belki yedi milyon ma'nâsı var, yedi milyar ma'nâsı vardır. Hattâ her harfinin, her kelimesinin, her harekesinin dahi ma'nâları ayrı ayrıdır.
Meselâ Sûre-i Rahmân'da bulunan, "فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ fe bi eyyi âlâi rabbikümâ tükezzibân" âyeti aynı sûrede kaç tâne tekerrür eder. Hepsinin ma'nâsı ayrı ayrıdır. Kelimât bir olduğu hâlde. Zâhir ma'nâsında böyle, bâtın ma'nâsı bambaşka bir şey. Allah bizi zâhirine erdirdi, inşâallah bâtınına da erdirir. Bâtınla ilgilenenler, hak bâtınla, Allah'la araları iyi olanlar, bu bâtın ma'nâsından zevk duyarlar, Hakk Teâlâ onların kalblerine bunu ilhâm eder, bu zevki, bu lezzeti, bu kokuyu onlara koklatır, bu zevki onlara tattırır. İlimde rusüh bulanlar, ilimde yükselenler.
İlim yalnız kitâb okumakla değildir. Dâimâ söyleriz. İlim Allah'ı bilmekledir. İlim Allah'ı bilmekle olur. İlim Allah'ı tanımakla olur. İlim Allah'a îmân etmekle olur. Allah'ı bilmek de Allah ile olur. Allah kendini bildirmeyince kul Allah'ı bilemez. İlmen işitir, varlığını kabûl eder fakat bilemez. Hakk Teâla kendisini bildirirse kullarına, o, her yerde, her şeyde, her mahlûkâtda Hakk'ın kudret ve kuvvetini, evvelâ mahlûkdan evvel onda görür, sonra mahlûku görür. Kimisi mahlûku görür Allah'ın anlar, kimisi Hakk'ın kudretini görür mahlûku anlar.
Biz îmânımızı kemâle erdiririz inşâallah. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" Kelime-i Tayyibe'sini lisân ile söyledik, kalb ile tasdîk eyledik, ef'âlimizle de bunu izhâr ediyoruz, Cenâb-ı Hakka ibâdet ve tâat etmekle, Resûlullah'ın yolunda yürümekle, Resûlullah'ın sünnetine riâyet etmekle.
Evet, îmân. En ehemm-i mühim da'vâ, îmândır. Velev ki bâtıla îmân dahi olsa, o îmân bile insanı yüceltir, yükseltir. Bâtıla îmân dahi olsa! Ama bizim gitdiğimiz yol hakdır ve gerçekdir. Çünkü Allah'ın çizdiği bir yoldur ki sırât-ı müstakîmdir o. O, Kur`ân yoludur, sîret-i Kur`ân'dır, sîret-i Habîb-i Rahmân'dır. Yani Hazret-i Muhammed'in yoludur, sallallahu aleyhi vesellem.
Evet, îmân. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem "Îmân altmış küsûr cüzdür" diyor, bunu bize anlatmak için, îmân cüze ayrılmaz. En a'lâsı, en yüce mertebesi, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah", bunu lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk. Ma'nâ-yı şerîfesi denizden bir katre, güneşden bir hüzme, "Allah'dan başka ibâdet edilecek bir ilâh yokdur, ancak Allah vardır".
"Lâ" ile başlaması da evvelâ ﺗﺨﻠﻴﻪ tahliye (hı ile), sonra ﺗﺤﻠﻴﻪ tahliyedir (ha ile). Yani bir hâneyi temizlemeyince, oraya girilmez. Evvelâ kalbi Hakk'dan gayrı nesnelerden temizlemek lâzımdır. "Lâ ilâhe", hiç bir ilâh yokdur, kalbi temizledik, "illallah", ancak Allah vardır, kalbe Allah'ı sokduk. Evvelâ ﺗﺨﻠﻴﻪ tahliye, sonra ﺗﺤﻠﻴﻪ tahliye. Onun için "lâ" ile gelmiş evvelâ, evvelâ "yok" gelmiş, temizledik, sonra "illallah".
Muhammedü'r-Resûlullah, Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, Allah'ın resûlüdür, habîbidir, kuldur, anadan babadan olmadır. Babasının ismi Abdullah'dır. Annesinin ismi Âmine Hazretleridir, aleyhimü's-selâm. Her ikisinden de Allah râzı olsun. Peygamberimizin annesine, babasına ve cedlerine selâm olsun. Cedleri İbrâhim aleyhisselâm'dır, İsmâil aleyhisselâmdır. "Âl-i İbrâhîm" den murâd da Peygamberimizin dedeleridir. Böyle sırayla Hazret-i Peygamber'den Hazret-i İbrâhîm'e gelinceye kadar dedeleridir, "Âl-i İbrâhîm"den murâd. Kulağınızda bulunsun bu.
Bazı zavallı insanlar var, "Ebû Tâlib îmânlı mı göçdü îmânsız mı göçdü?", "Abdülmuttalib îmânlı mı göçdü îmânsız mı göçdü?", "Hazret-i Peygamber'in babası Abdullah îmânlı mı îmânsız mı?" bunlarla uğraşıyor. Sen kendi ananı babanı, kendini düşün, îmânlı mı göçdü îmânsız mı göçdü? Resûlullah'ın ne ceddini, ne babasını bırakmazlar öyle îmânsız. Edeb lâzım bir defa. İki defa "kâle kîyle" demekle Peygamber'in anasına babasına küfür isnâd etmek filan, böyle şeyler doğru değildir. Terbiyesizlikdir bu. Öyle şeyleri karıştırma. Terbiyeye, âdâba mugâyirdir. Biz, Resûl-i Ekrem'in bütün ceddine, Hazret-i Abdülmuttalib'den tâ Hazret-i İbrâhim aleyhisselâma kadar hepsine rahmet okuruz. Ebeveyn-i Resûlullah da öyledir. Cenâb-ı Hazret-i Abdullah ve Cenâb-ı Hazret-i Âmine. Hiç inciyi alırlar da sedefi atarlar mı? Buna imkân var mı?
Sonra hadîs-i şerîfle sâbitdir ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Ben temiz bir arkdan geldim" diyor. Sırası geldi de söylüyorum, mecbûrum söylemeye. Sonra ben sizi bulamam yâhud siz beni bulamayacaksınız. "Temiz bir arkdan geldim" diyor, "benim arkımda hiç puta secde eden yok" diyor Peygamberimiz. Temiz bir ark. "Hiç benim ceddimden puta secde eden yok".
Âzer de İbrâhim aleyhisselâmın babası değildir. İbrâhim Peygamber'in babası Târıh'dır, Âzer amcasıdır. Araplarda âdet vardır, ammiye de baba derler. Arabda bir âdet vardır, Amcaya da baba diye çağırırlar. Kulağınızda bulunsun.
Onun için böyle Peygamber'in anasıyla, babasıyla filan uğraşanların âkıbetleri hayr olmaz. Peygamber'in evlâdıyla, ayâliyle uğraşanların âkıbetleri hayr olmaz. Peygamber'in ashâbıyla, evliyâsıyla uğraşanın âkıbeti hayr olmaz. İnsanın kelâmı sû-i hâtimesine sebeb olur. Ağzından bir söz çıkar, bir tohum atarsın, sonra îmânsız çene kaparsın, haberin bile olmaz. Onun için diline sâhib ol.
Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah", bunu lisân ile ikrâr. Bundan büyük bir devlet ve saâdet yokdur.
Ey Efendiler! Tekrâr ediyorum. Üzerinde dur, geçme hemen böyle. Bu kelimeye sen alışmışsın, hop diye geçiyorsun, hiç kıymet verdiğimiz yok bile. Öyle değil. İş bu kelimede. Bu kelime cennetin sekiz kapısını açar, yüz derecâtına insanı yükseltir. Cennetin yüz derecesi vardır, sekiz kapısı vardır, sekiz cennet vardır, yüz derece vardır. Üç türlü cennet vardır. Cennet-i ef'âl vardır, cennet-i sıfât vardır, cennet-i zât vardır.
Hakdır ve gerçekdir, olacakdır. Olmuşdur, hâzır duruyor, cennet de hazır, cehennem de hazır. Peygamber, gitdi, gördü, geldi, haber verdi. Bazıları var ya, bazı kuş beyinliler, "Giden gören var mı?" diyorlar. Var! Muhbir-i Sâdık, Muhammedü's-sâdıku'l-va'dü'l-emîn olan Peygamber gitdi, gördü, geldi, haber verdi. Bitdi, o kadar!
Halbuki sen de görüyorsun ama farkında değilsin, çünkü âhiretde ne varsa, dünyâda bunun bir misâli vardır. Burda görmeyen orda göremez. Onu bulamaz zâten, burda görecek, burda inanacak. İşte hürriyetin elinde, misâl, farazâ, sıhhatin elinde, cennete işâretdir, ona remzdir. İşte hapishâne, kânûnu dinlemeyenler, ayak altı edenler, hapishâneye giderler. Allah'ın kitâbını dinlemeyenler de Allah'ın hapsihânesine gidecekler. Gör işte, tamam, dünyâda misâlleri var bunların. Dünyâda devletin âmirleri vardır, memurları vardır, Allah hükûmetinin de âmirleri vardır, memûrları vardır. Gizli memurlar vardır, bizim hakkımızda dosyalar hazırlarlar, ne yaparsak, devlete bildirirler, değil mi? Allah'ın da gizli memurları vardır, sen onları omuzunda taşırsın, haberin bile olmaz, "كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙ يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ kirâmen kâtibîne ya'lemûne mâ tef'alûn", ne yaparsan yazarlar, kıyâmet günü önüne çıkarırlar.
Nereye gidersen git, bir şey yapacağın vakitde, kimse görmüyor zannetme. İki melek şâhiddir, görür. Bir de hafaza meleği görür. Bir de sen görürsün. Bir de seninle fenâlık yapacak kimsenin melekleri görür. Onların üzerine bir de Allah görür. Ona göre, düşün, öyle yap. Hiç bir şey yutturamazsın, yutturmak yok. Her şey önümüze çıkacak. İster iyilik ister kemlik.
Altmış kusur şubedir îmânın şuabâtı, cüz'ü değil şuabâtı, en a'lâsı, tevhîddir, yükseği, en yüksek mertebesi. "Lâilâheillallah", Allah'dan başka ibâdet lâyık hiç bir ilâh yokdur ancak Hakk vardır. Birdir. Vardır. Her yere kâimdir, hâzırdır. Üzerinden vakit geçmez. Merhametlidir. Settârdır, suçlarımızı örter, hemen ortaya koymaz. Eğer suçlarımızı örtmeseydi, kimse günah yapamazdı. Hep günah yapmamıza sebeb ve illet, dâimâ bir şey olmuyor diye yaparız. Tekrar ediyorum. İlk sigara içen kanser, ilk idrarını tutan prostat, ilk zinâ eden frengi, ilk hırsızlık yapan yakalanıp hapsolsaydı, kimse ne hırsızlık yapar, ne zinâ ederdi, ne de cigara içerdi. İntihar etmek isteyenler yaparlardı bu işi. Hep bir şey olmuyor diye yapıyoruz, sonra çıkıyor o. Allah imhâl eder, yani geriye bırakır, ihmâl etmez, mutlaka önüne çıkarır.
Onun için bir fenâlık yapdın mı, hemen tövbe istiğfâr et, bir daha yapmamak üzere, yapmamak üzere bir daha, tövbe istiğfâr et. O tohumu öldür, önüne çıkmasın. Hayırlı bir iş yaparsan onu gözyaşınla sula, muhabbetle besle, önüne çıksın o gül, senin önüne, o gül. O nimet önüne çıksın senin, imhâ etme onu.
Îmânın en ednâ şubesi de, yollardan , tarîkden halka ezâ verecek nesneleri izâle etmekdir, kaldırmakdır. Yani bazı kimseler, kendini bilmeyen adamlar, yola tükürürler. Düşünseler, tükürdüğü yerde ya bir şehîd yatıyordur, ya bir gâzî. O gâzînin veyâhud o şehîdin yüzüne tükürmüş olur o. Bilmez o ne yapdığını. O kadar şehîdimiz vardır, o kadar insan vardır, o kadar ölmüşdür. Onun için tükürdüğün yerde ya bir şehîd yatıyor, ya bir şehîdin yüzüne tüküreceksin, ya bir gâzînin. Hele bizim topraklarımız. Böyle sıksan, şühedânın kanı damlayacak. Âbâ u ecdâdın i'lâ-yı kelimetullah için yâhud zulmen öldürülmüşler, ölmemişler, olmuşlar, kanlarından kendilerine kefen biçmişlerdir. Kefensiz yatarlar hepsi. Rûhları bizimle berâberdir. Şimdi burada belki içimizde câmide dolaşanlar da vardır. Çünkü şehîdlerin rûhu habsolunmaz. Geçiyoruz.
Yolda halka ezâ verecek şeyleri yola atmamakdır, tükürmek yâhud idrar etmek filan, böyle şey yapmak doğru değildir. Vatanın her tarafını, hem zâhirini temiz tutacaksın, hem bâtınını. Hem zâhirin temiz olacak, şahsının, hem bâtının, için. Kalbin gıll u gışdan, zâhirin necâsetden tathîr olunacak, temiz olacak. Bak görüyorsun ya, üzerimizde bir mikdar idrar olursa, namaz kılmaya mânidir, yıkamak lâzım, temizlemek lâzım. Ya bu idrar içeride olursa, kalbimizde, ne yapacağız? Yıkanmaz da kolay kolay. Dış idrarı, dış pisliği su temizler. Kalb kirini, kalbde bulunan bazı çirkin düşüneceleri gözyaşı temizler ve istiğfâr temizler.
Yapdığımız günahlara kaç defa istiğfâr etdik, ağladık? Hakk ile başbaşa kaldık, tövbe etdik? Gitdiğimiz yol yol değil bizim. Öyle görüyoruz. Ben sizi bundan tenzîh ederim, ben kendimi söylüyorum. Herkes menfaat-i şahsiyye için memleketi ayakaltı etmiş. "Ben kazanayım da o ne olursa olsun" diyor. Vahdet olmaz öyle, tevhîd olmaz. Komşun açken burada karnını doyurursan, onun açlığını aramazsan eğer, mü'min-i kâmil değilsin, îmân etmiş olmazsın. Arayacaksın, soracaksın, bileceksin. Niye câmilere cemâati toplamışlar, yirmi yedi derece sevâb vermişler câmilere? Gelseydik bilecekdik. Olmuyor işte, bozuluyor iş böyle bu şekilde. Bir apartmanda on dört dâire var, on dört dâirenin birbirlerinden haberi yok. Bir gürültü oluyor, "Ne var?", "Cenâze var" diyorlar. Allah Allah! Haberin bile yok. Cenâze çıkıyor aynı yerden. Birbirimizden haberimiz yok, kim oturuyor, kim ne yapıyor, nedir, neyiz. Câmileri niye koymuşlar, bu cemâati? Rahmetdir bu. Çünkü beş vakit devâm eden, birisi gelmese, "Yâhu filanca efendi niye gelmedi? Üç günden beri câmiye gelmiyor bu adam, hasta mıdır?" deyip soracaksın, arayacaksın. Aç mıdır, tok mudur filan diye.
Selâmı koymuş Allah. Selâm vermenin manâsı yalnız "selâmün aleyküm" kelimesiyle değil. Zâhirde, "Allah'ın selâmı üzerine olsun" demek, manen, "Ben senin dîn kardeşinim, islâm yoldaşınım senin, bir ihtiyâcın var mı? Yardıma ihtiyâcın var mı" demekdir o. Zımnen. Onu zillete düşürmemek için Allah'ın selâmını verir. Fukarâ da zengine, zengin de fukarâya. İslâm (müslüman) azîzdir, zelîl değildir. İslâm (müslüman) isteyemez. Allah'dan başaksından islâm (müslüman) istemez, mü'min. Ancak Allah'a açılır, bârigâh-ı ehadiyyete, eller. Ama bileceksin bunu, anlayacaksın. Mü'minsin, irfânın var. Mü'minsin, izânın var. Mü'minsin, ferâsetin var. Bak ne diyor Peygamber. "Mü'minin ferâsetinden kork, Allah'ın nazarıyla nazar eder" diyor. Bak ne kadar kıymet veriyor sana.
Ey ticâret yapanlar! Nâmuslu ticâret yapanlara hitâb ediyorum. Siz hepiniz öylesiniz. "El-kâsibu habîbullah" diyor, bak nasıl teşvîk ediyor, bak bak bak, İslâm'a bakınız. Kisbi, ticâreti. Maddî, manevî. "Kisbeden Allah'ın dostu" diyor. Makâm-ı Muhammediyyet'e çıkartıyor yani. Allah'ın dostu Hazret-i Muhammed değil mi, habîbi? Kim dürüst kisbederse, dürüst bir tüccâr, Allah'ın habîbi oluyor, habîbullah oluyor.
En ednâsı da yollardan halka eziyet veren şeyleri kaldırmakdır. Ki eskiden biz görürdük yaşlı insanları, ben küçüklüğümde, yola taş atıldı mı, taşı alır götürür kenara koyardı filan. Ayağınla da koymayacaksın, elinle alacaksın. Bu şekilde. Öyle görürdük biz eskiden. Şimdi gene görüyor musunuz yollarda? Yaşlılar böyle yaparlardı.
Bir sarhoş oturmuş yolun kenarına, yatsı namazından sonra, ben de oradayım. İçdikden sonra şişeyi caddenin ortasına atıyor, şırraaak diye kırıyor. Kimse de sarhoşa dokunamıyor. Ben de o mahallenin imamıyım. Şahsî bir hikâye ama güzel olduğu için anlatıyorum. Sonra birisi oradan dedi ki, gençlerden birisi, "Yapmasana! Ayıp değil mi filan". "Heeeyt" filan, ona müdhiş bir cevâb verdi. Sonra oradan kâmil bir adam kalkdı, gitdi oradan o şişeleri topladı yerden, getirdi kenara koydu. Sarhoş bir durakladı böyle. "Niye topladın benim atdığım şişeleri?" dedi. Dedi, "Evlâdım, yalınayak geçer buradan, otomobil geçer tekerleği patlar, şöyle olur sakatlık verir filan" dedi. "Yaaa öyle mi" dedi, sarhoş ağladı. O adamın yapdığı şeyle. Ben sabah namazında bakdım, sarhoş ağzını çalkalamış, sabah namazında camiye geldi. Ondan sonra da câmiye devâm etdi o. İyilikle, güzellikle, tatlılıkla. O ihtiyar zâtın yapmış olduğu bu fiil, o sarhoşu îmâna getirdi, ıslâha getirdi. Sen de öyle yap. Kötülükle, çirkin sözlerle, kalb kırmakla iş olmaz, tatlılıka dâimâ.
Bakmış İbrâhim Edhem, bir sarhoş kusmuş, affedersiniz, İbrâhim Edhem Hazretleri görmüş onu, hemen gitmiş ağzını burnunu yıkamış filan. Demişler ki, "Yâ veliyyallah! Sen büyük bir veliyyullahsın, bu sarhoşun ağzını niye yıkadın?". "O ağızla Allah diyor o" demiş, "öyle pis bırakamam" demiş. Sonra o sarhoş ayılmış, sormuş, "Benim ağzımı kim yıkadı?". Demişler ki, "Şu velî yıkadı". Sarhoş tövbe istiğfâr etdi. Allah sarhoşu oldu sonradan. Şeytan sarhoşu derken Allah sarhoşu oldu.
Gel sen Allah sarhoşu ol gel! Aşkullahda sarhoş ol sen gel! Aşk-ı Muhammed'de sarhoş ol! Bırak, iyi şey değil bunlar. Kötülük iyi şey değil. Bak, önünde cansız at bekliyor seni ve beni. Arkamızda da bir şey dolaşıyor. Hep dokanıyor benim enseme bugünlerde. Sonra bakdım nedir diye kitâbları karıştırdım. Sordum, "Bir şey dolaşır mı?". "Yok efendi" dediler. Bakdım Azrâil'in kılıcı dolaşıyormuş ensemde. Onlar, bakanlar, görmediler, ben kitâblarda gördüm sonra, ben de göremedim. Cansız at da kapıda bekliyor. Hepimiz için hazırlanmış bu, duruyor. Vakit saat belli değil. İyilik et. Kötülük yapıp da Allah'dan af bekleyen kimse, böyle kötülüğe devâm ederek, zehir içip zehirden şifâ beklemeye benzer, zehir içmeye devâm etmeye benziyor, işte onun gibi. Yapma! İyi değil. Gel, gel sen benim sözümü dinle, zarar etmeyeceksin. Hattâ benim yakama sarılacaksın yevm-i kıyâmetde. Kasem ederim ki, şu makâm-ı Muhammediyyetde, Allah seni ve beni karşı karşıya getirecek huzûrunda ve "Dînimi teblîğ etdin mi?" diye bana soracak. Ben, "etdim" diyeceğim. Sana diyecek, "Bu adam etdi mi teblîğ?". Sen diyeceksin ki, "Yâ Rabbi etdi". Sonra bana diyeceksin ki, "Niçin daha fazla söylemedin efendi? Niçin bizi yola sevketmedin? Bizi zorlasaydın keşke". Bu kadar söyleyebiliyoruz. Acı söylüyorsak bizi affedin.
Malûm-i ihsânınız, insanın kolunda bir yara olsa, doktora gitse, doktor onun acıyacağın bakmaz, bıçağı vurdu mu yarayı deşer. Ama senin istikbâlde sıhhatine alâmetdir o. Evvelâ canını acıtır ama sonra iyi olursun. Peygamberlerin sözlerinin, Allah'ın böyle cehennemle vaîdi, peygamberlerin vâidleri filan, bunun altında rahmet vardır yani kardeşlerim. Hakk Teâlâ bu vaîdlerini yapmadan, yani tehdidlerini yapmadan da bizi nâra koyabilirdi. Öyle yapmıyor bak, vaîd ediyor. Ne demek bu? Bir baba çocuğuna, "Senin gözünü patlatırım" der. Hiç baba evlâdının gözünü patlatır mı? Allah'ın kulu üstündeki muhabbeti ve rahmeti, babanın evlâdına olan rahmetinden yetmiş bin defa fazladır. Olur mu öyle şey. Rahmet-i ilâhî o.
Ezâna hürmet lâzımdır. Bir çok zevât müslümanlık iddiâsındadır, müslümanım diyor kendisi. Hakîkaten müslüman belki de. Ancak gaflet içerisinde. Ezân okunurken radyosunu, televizyonunu kesmez ve hürmet etmez. Cüneyd-i Bağdâdî diyor ki, meşhûr Seyyidü't-Tâife, evliyâların seyyidi Cüneyd-i Bağdâdî, "Bağdad halkı neylerini ezânlar okunurken susturmadılar, öttürdüler neylerini, neylerini çaldılar. Kavm-i Nûh'a su tûfanı geldi, Kavm-i Muhammed'e ateş tûfânı geldi" diyor. Moğollar geldi Bağdad'ı yakdı yıkdı. Çünkü Allahu Teâlâ Ümmet-i Muhammed'e zâlimleri musallat kıldı. Bizden evvel geçen ümmetlerin kimisini Allah ateşle yakdı, kimisini suyla boğdu, kimini zelzeleyle helâk etdi, bize zâlimleri, kâfirleri musallat kıldı, zâlimleri musallat kıldı müslümanlara. O vakit de ne oldu? Moğol orduları geldi Irak'a, bütün müslümanların kanlarını dökdüler. Bunun bedelini öyle ödediler.
İki. Bir kıssa daha anlatacağım ezân hakkında, onu hazırladım ama olmadı. Bir tâne ufak söyleyeceğim ve keseceğim, sizi fazla tutmayayım burada. Mâmâfih zarar etmezsiniz ama belki işi gücü olanlar vardır.
İslâm evliyâları içerisinde kadın olarak, Râbia-i Adeviyye'dir, fakîr. Zengin olarak kadınlardan, Hazret-i Zübeyde'dir, Hârun-ı Reşîd'in âilesi. Zübeyde Hâtûn'u cennetde görmüşler, demişler ki, "Zübeyde, Cenâb-ı Hakk sana ne muâmele etdi?" demişler. Zübeyde Hâtun demiş ki, sultân kendisi, çok mühim bir kadın, "Allah beni affetdi" demiş. Demişler ki, "Elbet affeder seni Allah, sen Bağdad gibi yerden Mekke'ye su getirdin". Bugün Mekke'deki su, Ayn-ı Zübeyde'dir, onun suyudur yani onun getirdiği sulardır. Sultan Süleyman'ın kızı da oraya su getirmiş fakat ismini koydurmamış. "O suyu o getirdi" demiş, "ben onun ismini çalamam" demiş. Kânûnî'nin kızı. İsmini saklamış, "Hak onun" demiş, "ben onun ismini çalamam" demiş. Mihrimah Sultan. "Sen Mekke-i Mükerreme"ye su getirdin" dediler, "milyonlarca hacı, her sene oradan istifâde ediyor, elbet Allah seni cennete koyar". "Ondan değil" dedi. "Ya neden?". İnsan olana bu söz kâfî gelecek. "Ondan değil" dedi, "Allah dedi ki o suyun içerisinde milletin hakkı vardı, ondan seni yarlıgamadım, affetmedim. Bir gece çalgı çalınıyordu sarayda, yatsı ezânı okundu, çalgılar devâm ediyordu, sen susturdun, 'Susun! Ezân-ı Muhammedî okunuyor' dedin, çalgılar susdu, onun için seni affetdim dedi Hazret-i Allah bana".
Bu kâfî.Bu kâfî. Aklı başında, irfânı olan kişiler için bu söz kâfî geldi. Allah bahâ Allah'ı değil, bahâne Allah'ıdır.
Yâ Rabbi, îmânı kemâle eren, bu âlemden senin cemâlini gören, Habîbine gönül veren, senin dîninden ve ibâdet ve tâatından zevk alan kullar meyânına bizleri idhâl eyle yâ Rabbi.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 1 Şubat 1985 (10 Cemâziyyülevvel 1405) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.