Îmân ve Merhamet - Hutbe - 11 Ocak 1985

6 Ekim 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Nasihat

HUTBE


Okuduğum âyetde bizlere hitâb eden, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, bizi bir katre sudan rahm-i mâderde hayız kanıyla yoğuran, bizi istediği şekle koyan ve bu âleme getiren ve bu âlemde yaşatan ve sonra buradan götürüp tekrar öldürüp tekrar diriltip, tekrar öldürüp tekrar diriltip bizi mahşerde cem ederek bu hâyâtımızın hesâbını bize soracak olan Allah Celle Celâluhû. Kelâm ne Hazret-i Peygamber'in sözü, ne müftünün kelâmı, ne imamın, ne hocanın, doğrudan doğruya Allah'ın kelâmı. Her ne kadar Resûl-i Ekrem'in mübârek dudaklarından zâhir olduysa da, Hakk Teâlâ söylemişdir, Resûlullah'ın diliyle.

گرچه قرآن از لب پیغامبر است
هر كه گويد حقّ نگفته كافر است
Ger çi Kur`ân ez lebi peygâmberest
Her ki gûyed Hakk ne güfte kâfirest

Güzel bir söz söylemiş Molla Câmi. "Kur`ân'ı Peygamber okudu ama, kim ki Kur`ân Muhammed'in kelâmıdır dediyse o kâfir oldu" diyor.

Kur`ân, lâ şek velâ şübhe, Allah'ın kelâmıdır. Son kelâmdır. Artık kullar ile Hakk arasında ne lâzımsa hepsi Kur`ân'da cem' olmuş ve perde arkasından hiç bir nesne kalmamışdır. Kur`ân'da hepsi cem oldu. Yüz suhuf ve üç kitâbın özü Kur`ân'da cem' oldu ve Allah bize bunu ikrâm eyledi. Bunu daha açıkça anlatayım. Bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okusa ve "Ben Allah'la konuşdum" dese ve yemîn etse, yemîninde yalancı değildir. Çünkü Kur'ân Allah'ın kitâbıdır, Allah'ın sözüdür, Celle Celâluhû Hazretlerinin.

Okumasını bilmeyen bir adam, öğrenmelidir. Bizde ilim, müslümanlıkda, yaşla seneyle değildir. İki cihân serveri, rahmeten-lilâlemîn, şöyle fermân buyurmuş, "utlübü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi" yani "beşikden mezara kadar ilim tahsîl edeceksiniz" diyor Peygamber, "tâlib olun ilme" diyor. Gene diğer bir hadîs-i şerîflerinde, "utlübü'l-ilme velev kâne fi's-sîn farîzatün 'alâ külli müslimin ve müslimetin, ilim Çin'de dahi olsa, kadına ve erkeğe farzdır" diyor. Kur`ân-ı Mübin'i öğrenmeye çalış. Öğrenemedinse bugüne kadar öğrenmeye çalış. Öğrenesiye kadar da Kur`ân-ı Kerîm'in sayfalarını açıp böyle baksan, okumasını bilmediğin hâlde, iyi dinle!, sayfalarını şöyle çevirip baksan, o sayfalara bakan yüz, nâr-ı cahîme harâm olacakdır. Allah ziyâret sevâbı ihsân eder, ziyâret sevâbı. OKuma sevâbı değil, ziyâret sevâbı. Öyle demişler büyüklerimiz. Onları rivâyet ediyorzu biz size. Ama öğren!

Çok sevdiğin bir kimsenin bir mektûbu gelse, nısfü'l-leylde olsa, kapı çalınsa postacı getirse, bilmediğin bir lisân ile yazmış olsa, çok sevdiğin bir kimse, çok ihtiyâcın olan bir zâtın mektûbu gelse, hem seviyorsun hem de ihtiyâcın var ona, o gece uyuyamazsın, o lisânı bilen kişiyi, geceyarısı kapı kapı dolaşır bulur, o mektûbu okutur ve dinlersin, değil mi? Eğer hakkıyla aşkın, muhabbetin varsa, sevgin varsa. Ne demek istiyorum anlıyorsun. Eğer Allah'ı seviyorsan, Allah'la ilgin varsa, Allah'ı tanıyorsan, Allah'a îmânın varsa, Kur`ân'ı okursun. Hiç olmazsa okutur dinlersin, öğrenirsin.

Ama mücerred zâhir kısmında kalma, meyvasını ye. Meyvasını yemeye çalış, meyvasını ye. Bir zahrı vardır, yedi batnı vardır. Bir rivâyete göre, yetmiş batnı vardır yani bâtın ma'nâsı vardır. Bir zâhir ma'nâsı vardır, yedi ve yetmiş bâtın ma'nâsı vardır. Öyle demişler hadîs-i şerîfde, sallallahu aleyhi vesellem. Öğren. Dînini öğren. Öğrenmen lâzım. 

Hem dünyânı öğren hem dînini. Biz hem dünyâyı terketmişiz hem dînimizi. Hem dünyâmız harâb, hem âhiretimiz harâb. Hani dînimizi bilmesek de dünyâmızı bilsek gene kâfî gelecek ama o da yok bizde. Yolda yürümesini dahi bilmiyoruz maalesef. Görüyoruz, benim söylememe hâcet yok, hepimiz şâhidiz. Adam gelip tank gibi adama çarpıyor. Kadın, çocuk filan dinlemiyor. Yani o hâle gelmişiz. Senin ceddin yirmi iki yaşında İstanbul'u feth etdi, yirmi iki yaşında bir adama soruyoruz, gusul abdestini bilmiyor, yolda yürümesini bilmiyor. Halbuki senin ceddin bundan beş asır evvel, yirmi ki yaşında İstanbul gibi dünyânın gözbebeği olan bir şehri, geldi Resûl-i Ekrem'in emriyle, Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin emriyle geldi, feth etdi. Yirmi ki yaşında, bıyıkları henüz terliyordu. Sen bakma resimlerde koca sakallı göründüğüne. 

Senin ceddin dört kıtaya hükmünü yürütdü, iki denizi havuz hâline sokdu. O vakit onlar Kur`ân'a iyi sarılmışlardı, Allah onları âlî kıldı. Gayr-i müslimler, müslüman olmadıklarından dolayı ilerlemediler onlar, ellerindeki kitâblarını geriye atdılar,  ondan ilerlediler. Onların kitâbları onlara bukağı gibidir ama onlar geri atdılar kitâblarını. Biz de kitâbımızı geriye atdık, biz geri kaldık.

Âbâ u ecdâdın dört kıtaya şân verdi. Zulum yerine adâlet, cehil yerine ilim götürdü, saâdet görürdü, felah götürdü. Kılıçla açmadık kapıları biz, kapılar kendi kendine açıldı. Feth ü fütûhât kendi kendine oldu. Halk bizi istiyordu. Adâlet götürüyorlardı. Bu müslümandı, bu gayr-i müslimdi demiyorlardı, adâlet vardı. Herkes memnûndu hayâtından, herkes gülüyordu, hiç kimse ağlamıyordu. Bir misâlini verivereyim haydi, nasıl olur diye. Nereden nereye geçdik ama.

Bir şehri müslümanlar aldılar. Üç şartı vardı şehri muhâsara etdikleri vakitde. Derlerdi ki, "Ya İslâm olun, ya cizyeyi kabûl edin, bizim idâremizi yani, veyâhud harb". İslâm olurlarsa mes'ele kalmaz, hemen bizimle beraber kardeş olurlar, aynı haklara sâhib. Cizye verirlerse gene aynı haklara sâhib olurlar, yalnız ölülerini islâm mezarlığına B

Bir şeh ri muhâsara etdiler, teklîf edildi böyle. Dediler ki, "Biz cizye vereceğiz ve dînimizde kalacağız". Kumadan kabûl etd i ve şehri aldılar. Ve halk başına senelik birer altındı, o devrin parasına göre. Aldılar, topladılar fakat altı ay sonra düşman kavî geld, ve müslümanlara o şehri terk etmek mecbûriyeti hâsıl oldu. Kumandan topladı şehir halkını, paraları geri verdi ve dedi ki, "Biz sizi bir sene muhâfaza edecekdik, edemedik. Düşman kavî geldi, şehri bırakacağız. G elin hakkınızı alın" dedi. Haklarını verdi ve şehri bırakıp öyle çıkdılar dışarıya. Allahu Teâlâ böyle âdil olan kişilere yardım etmez mi! Allah'ın nusreti ve selâmeti dâimâ şefkatli, merhametli, âdil olan kişileredir. Allah âdillerle, doğrularla beraberdir. Allah eğrilerle beraber değildir. Allah zâlimlere yardımcı değildir. Âbâ ü ecdâdımız böyleydi. 

Şimdi yirmi iki yaşında adam bakıyorsun ki, Cenâb-ı Hakk'dan dahi haberi yok. Haydi bırak onları, bir adam câmiden bilmez de başka zevki bilir. O zevki de bilmiyor. Yemesini de unutmuş, giyinmesini de unutmuş, gezmesini de unutmuş, herşeyini bırakmış. Müslümanlık insâniyyetin kâmiliyyeti ve mükemmeliyyetidir yani. Her devrin dînidir. Hiç bir zahmet ve zorluk yokdur İslâm Dîninde. Zorluk ve zahmet çıkaranlar, kendileri çıkarırlar, kendi görüşlerini söylüyorlar İslâm diye. Dîn-i İslâm'da öyle şey yok. O kendi anladığını söylüyor, İslâm'ı söylemiyor, zahmet ve zorluk çıkaranlar. Kolaydır. Çünkü Sultân-ı Enbiyâ sallallahu aleyhi vesellem, "Yessirû velâ tu'assirû beşşirû velâ tüneffirû" buyurmuşlardır. Hazret-i Muhammed Mustafâ, zübde-i âlem, mabûb-i rabbânî, rahmeten-lil-âlemîn. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjde verin, nefret ettirmeyiniz".

Tayyârede namaz kılınır. Çünkü secdeye mahal yoksa îmâ ile kılınır. Vaktiyle süvâriler harbe giderken, vakit bulamazlarsa eğer yere inip secde etmeğe, atların üzerinde secde ederlerdi. İslâm süvârileri, bu kadar harblere girdiler, hiç bir zaman namaz bırakılmadı.

Hattâ son, son, çok acı, söylediğim vakitde burnumun direği sızlıyor. Senin de sızlayacak kalbin, göğsün, bu milletin kanını taşıyorsan eğer. Son ikindi ezanları okunuyor Viyana önünde, bırakacağız Viyana'yı artık, muhasarayı çözüyoruz, son ikindi ezanları, son Avrupa'da durumumuz. Ezanlar okunuyordu, namazlarını kıldılar, öyle döndüler gerisin geriye, muhasarayı kaldırdılar. Muhasarada bile, mağlûbiyyetde bile.
 
Güçlük yok, zorluk yok İslâm'da. En mükemmel dîn. Çünkü Allah dîni, son dîn. Cenâb-ı Hakk, kendi üzerine almış hıfzını, emânını. Her şeyinde bir hikmet. Bir hikmet mi? Estağfirullah, bin hikmet var. Bin hikmetinde bin hikmet var. Tarifden âciziz, kalemler kâfî gelmez yazmaya, kâtibler yorulur. Elhamdülillah ki Allah bizi bu dînde yaratmış, bu ne lutuf! Cenâb-ı Hakk'ın bize en büyük nimeti. Ve hitâb eden de bize Cenâb-ı Hakk, "Yâ eyyühellezîne âmenû" diye. "Yâ eyyühellezîne âmenû" diyen Allah.  

Mü'minler! Ehl-i îmânın bir alâmeti de, fazla konuşmayalım, sizi yormayalım, îmânın bir alâmeti de, rahmet ve merhametdir, şefkatdir, merhametdir. İyi dinle! Merhametsiz kalbde îmân yokdur. Taş, Hakk korkusu ile çatlar, su çıkar, şefkatsiz ve merhametsiz bir kalbde hiç bir merhamet bulunmadığı gibi gözden bir katre yaş çıkmaz. Allah Resûlü Mahbûb-i Kibriyâ'ya Allahu Teâlâ Kitâb-ı Kerîminde yani Kur`ân'da i'lân etdiği gibi Tevrat'da, Zebûr'da ve İncil'de aynen böyle hitâb etmişdir : "وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ*إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغًا لِّقَوْمٍ عَابِدِينَ*وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba'diz zikri ennel 'arda yerisuhâ 'ıbâdiyes sâlihûn. İnne fî hâzâ le belâgan li kavmin 'âbidîn. Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil' âlemîn".

Resûl-i Ekrem, Hakk Teâlâ'nın Rahmân ve Rahîm sıfatlarının kâinâta tecelliyâtıdır. Dünyâya değil, kâinâta. Bu âlemden başka yüz bin dünyâ var. Sayısını Allah biliyor. Peygamberimiz hepsine rahmetdir. Resûl-i Ekrem, rahmet-i tâmmdır. Rahmâniyyet ve rahîmiyyetin tecelliyâtıdır. Her hangi bir kimse "Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Resûlullah" dedi, o kalbde îmân bulunur. Îmân bulunan kalbde, merhamet bulunur ve şefkat bulunur.

Allahu Teâlâ Hazretleri, "يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ yü'minûne bi'l-gaybi ve yukîmûne's-salâte ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn" diyor. Bak şimdi, evvelâ îmânı gayba veriyor. Bidâyetde âhireti ilme'l-yakîn biliriz biz. Resûl-i Ekrem haber vermişdir, Kur`ân-ı Kerîm söyler, evvelâ ilme'l-yakîndir. Bir zaman gelir, bu âlemde âhireti görebilirsin. Çünkü öteki âlemde ne varsa, burada hepsi vardır, Allah bir numûnesini buraya halk etmişdir. Onun için demişler :

Mûtû kable en temûtu sırrını fehm eyleyen
Haşrı neşri gördü bunda nefha-yı sûr olmadan

Kıyâmet kopmadan, haşrı da burada görür, neşri de burada görür. Misâli vardır çünkü.

Şimdi, kalbinde îmânı olan, Hazret-i Muhammed'in ümmetidir. Îmânlı kalb. 
Îmânlı kalbi nasıl bileceğiz? Şefkatiyle merhametiyle bileceğiz. Merhametsiz kalb, îmânlı olamaz. Hattâ bir adamın îmânı olmasa ama şefkat ve merhameti varsa, bil ki o adamda îmân vardır ama gizli bir îmânıdır. Bir zaman gelir, o îmân meydana çıkabilir çünkü şefkat ve merhamet var.

Cüneyd-i Bağdâdî diyor ki, çok mühim!, şimdi bak nasıl olacak, ne güzel, sırası geldi, "Karlı bir havaydı" diyor, "bir mecûsî", yani ateşperest, ateşe tapan demek, "etrafı kar kaplamışdı, kuşlara yem atıyordu. Ben onu gördüm ve ona laf atdım" diyor, "irşâd edeyim diye". Demiş ki, "Mecûsîlerin yapdığı hayrı Allah kabûl etmez" demiş, çünkü Allah'a şirk koşuyor onlar" demiş. "Öyle söyledim" diyor. "O da gülerek bana döndü dedi ki, 'Ey Cüneyd, belki Allah benim yapdığım bu hayrı kabûl etmez ama Allah görmüyor mu yapdığım bu iyiliği' dedi" diyor. "'Görmüyor mu bunu yani ben bir iyilik yapıyorum, bunu Allah görmüyor mu? Kabûl etmedi, başka'. Elbet görüyor. 'O bana kâfî' dedi" diyor. Bir zaman sonra, ben Ka`be'ye gitmişdim, vazîfe-i haccı ifâ etmeğe, bir de bakdım, bu mecûsî Ka`be'yi tavâf ediyor. Durdum orada bekledim. Bitdi tavâfı yakaladım, sen burada ne arıyorsun?. 'Yâ Cüneyd!' demiş, 'Hakk Teâlâ o iyiliği gördü bana îmân nasîb etdi' demiş. Çünkü merhametli kalbin içerisinde îmân mündemicdir, perdesi yırtılmamışdır. Bir kalbde ki merhamet yok, orada îmân olmaz. 

Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretlerinin rızâsını almak isteyenler! Allah bahâ Allahı değildir, bahâne Allahıdır. Allah kullarını affetmek için bahâne arar, bahâ aramaz.

Adamın birisi, bir kazık çakmış bir yere, zîrâ hayvanını bağlayacak bir şey bulamamış, bir yer bulamamış, bir kazık çakmış yere. "Benden sonra gelen kimse, burda namaz kılmak ister, istirahat etmek isterse hayvanını bağlasın" demiş, hayrat yapmış, yere bir kazık çakmış. Sonra işini bitirdikden sonra binmiş atına gitmiş. Sonra bir yaya adam gelmiş oraya. Bakmış yerde bir kazık çakılı, "Ulan ne biçim adamlar var dünyâ yüzünde" demiş, "Ulan buraya bu kazık çakılır mı! A'mâ gelir, çocuk gelir, ayağı takılır, yüz üstü düşer, kafası kırılır" demiş, o da çekmiş kazığı çıkarmış, kaldırmış atmış. Allah her ikisini de cennete koymuş. İkisinin de hayra niyeti. İkisinin de niyeti hayra. Bir kazıkdan dolayı cennete girmişler ikisi de. Biri çıkarmış, biri çakmış.

Şimdi, niye konuşuyorum bunu, eğer îmânımız varsa kalblerimizde, mahallelerimizde fakîrler, garîbler, yetîmler, yoksullar, dullar, kimsesizler, zayıflar, az maaşlılar var. Bunlar hepsi, biz bir milletiz, "Lâilâheillallah" demişiz, tevhîd etmişiz, bunu lisân ile söylemişiz. Bir de bütünleşmemiz var, bir tevhîdde toplanmamız var. Bugünlerde bu fırsatı ganîmet bilmeli insan ve îmânın alâmeti olan merhametini izhâr etmelidir. Müslüman, rahîm olur. Müslüman, şefkatli olur. Müslüman, afüvv sâhibi olur, afüvv sâhibi. Müslüman, kerem sâhibi olur. Müslüman, ihsân sâhibi olur. Müslümanın elinden dilinden hayır görülür. Şerli insanlar mü'min olamazlar. Her ne kadar isimleri mü'minse de, sünnetli de olsalar, nüfus kağıtlarında islâm kaydı da olsa, son nefesde Hakk'ın dîvânında onların isimleri, dîvân-ı îmânda kayıtlı değildir. 

Kömürsüzlere kömür. Bu havada su dağıtmaya kalkma, soğuk su vereyim millet için diye. Onu yazın yaparsın. Mahallenizde bakın odunsuz ve kömürsüzlere, çıplak ayakla gezen yetîmlere. İftihar etme malım var diye. Allah iftihar edenleri sevmez. Geçen sene babası vardı, yetîm değildi, bu sene yetîm olmuş. Bir daha seneye senin de evlâdın benim de evlâdım yetîm olabilir. Allah bizim rûhumuzu kabzeder, çocuğumuz yetîm kalabilir. Yavrumuz ayyakabısız kalabilir. Bunları düşüneceksin böyle. Mücerred, yalnız, Allah'a olan vazîfenle bitmiyor, namazla, oruçla, irfân lâzım Yalnız, namazla, oruçla, haccla iş bitmiyor. Bunlar vazîfe-i dîniyye, dînin direkleridir, islâmın temelleridir. Ama irfân lâzımdır, şefkat lâzımdır, merhamet lâzımdır. Cenâb-ı Hakk'ın merhametini celb edelim ki Allahu Teâlâ bize îmânın tadını tattırsın, îmânın zevkini versin, îmânın lezzetini duyalım.

Sonra biliyorsunuz ki Allah bir sevâba on sevâb yazar, bir günaha bir günah yazar. "Sebekat rahmetî alâ gadabî" buyurmuşdur, "Rahmetim gadabımı geçdi" buyurmuşdur. Sadakâtda ve yardımlarda, bir yetmişdir, en aşağı. Ey para sâhibiyim diyen kişi! O para ebediyyen senin olsun istiyorsan eğer, bugün git bir gönül al. Bir gönülü satın al. Bir gönülü tavâf et bugün, gönül kabesini. Bir ağlayan gözü sil. Bir açı doyur. Bir çıplağı giydiriver. Bundan daha güzel bir vaaz olmaz. 

Bir de çık şöyle, ben akşam bakdım, gece kabristandan geçdik, o üşüyenler, çıplak yatıyorlar, üşümüyorlar artık kabirlerde. Yatakları ince gelenler de toprağa yatmışlar hiç belleri ağrımıyor, üzerlerinde yorganları da yok, çıplak yatıyorlar. Herşeylerini bırakmışlar, evler, hanlar, hamamlar, gelirâtlar, banka defterleri, bankadaki bulunan paralar, altınlar, hepsini bırakmışlar, düşmanlarına ve dostlarına, orada amelleriyle başbaşa kalmışlar. Yakın zamanda oraya gideceksin, böyle olacak hâdisâtın nihâyeti. Ben söylesem de böyle olacak, söylemesem de böyle olacak. Hatırlatıyorum ben yalnız, böyle olacak. O günler gelmeden, mâlik olduğun mal ebediyyen senin olsun istiyor musun? Hakk yoluna sarf et. Bu günleri de fırsat ve ganîmet bil. Hemen! Hemen bir garîbin başını okşa. Hemen bir fakîrin kapısını git çal bu akşam ve ona parayı gururlanarak verme, yardımı gururlanarak yapma, zilletle git karşısına. Düşün! Düşmeyen kalkmayan bir Allah'dır. Belki senin ceddin düşmüş, sonra kalkınmışsın. Yarın düşmeyeceğin ne malûm. Onu da düşünüver. Hastanın başına gitdiğin vakitde, kendi hastalığını düşün. Cenâze namazı kıldığın vakitde kendi cenâzeni düşün. 

Müjde olsun o kimselere ki, îmânlarını yakîne getirdiler, ihsâna erdirdiler. Her ne kadar Hakk'ı görmeseler de Hakk'ın kendilerini gördüğünü bildiler. Her mekânda Hakk'la berâber bulunduklarını anladılar ve duydular. Her işimize Hakk'ın vâkıf olduğunu, her işimizi Hakk'ın gördüğünü, her konuşduğumuzu Allah'ın işittiğini ve kalbimizden geçen efkârımızın dahi hâlıkının Hakk olduğunu bildiler. Bunlara ihsân sâhibi derler, verâ sâhibi derler.

Ömrünü boşa, hebâya sarfetme. Güneş gurûba ermekde. Gençliğine de güvenme. Hiç bir şeye dayanma. Akın akın beşer gitmekde, yolculuk devam ediyor. Hiç durmadı, munkati olmadı. Bu câmi benim zamânımdan beri kaç defa doldu boşaldı. Bu camiye kaç imam geldi kaç hatib çıkdı burada, bu kürsü o hatibi eskitdi. Mahkeme kadıya mülk olmadı. Bunu düşün. Hatırından bunu çıkarma. Hemen ibâdet kemerini beline dola. 

Halka uğraşma. Kendini görürsen başkasını görmezsin. Kendini bilirsen Allah'ı bilirsin. Hemen ibâdet ve tâat. Hemen ibâdet ve tâat. İbâdet tâatına dikkatli ol, fakat tâatınla kimseyi incitme. Kimsenin malını da çalma tâatınla. Sakın hâ öyle şey yapma. Yani hırsızlığına namazını âlet etme. Bazı ahmaklar var öyle, namaza geliyor, namazı uzatıyor, yevmiyeci, yevmiyesi dolsun diye. O vakit kıldığın namazın hiç faydasını görmezsin, yorgunluğu sana kâr kalır. Sevâbını sâhibine verirler namazın. 

Özün sözün doğru olsun. Dürüst insan ol. Ceddine lâyık ol. Kâinâta fâik ol, ceddine lâyık ol. Dilinden yalanı at, ya doğru konuş, ya tatlı konuş, ya hak konuş, ya sükût et. Allah kelâmı dinlemeyen kulağı taşıma, ona kurşun akıt, düşmanın senin. Hakk'ı görmeyen gözü de kör et. O da düşmanın senin. Başının üzerinde taşıma onu. Sadaka vermeyen el dost mu zannediyorsun kendine? Sadaka vermeyen, yardım etmeyen el, o da senin düşmanın, başın a belâ. Boşuna taşıyorsun üzerinde. Allah yoluna gitmeyen ayak senin dostun mu zannediyorsun? O da senin düşmanın. Dilin Allah'ı zikretsin, kalbin Allah'ı sevsin. İnsanlığa hâdim ol.

Bir domuz dahî susuz kalsa, domuz! domuz!, domuzun suyunu ver, etini yeme ama, Allah haram kılmış, suyunu ver, hayvanı aç susuz bırakma. Yemini koyuver sevâbdır. O da mahlûkât-ı ilâhiyye. Yaradanı mı beğenmedin, yaradılanı mı beğenmedin?! Yaradanı Hakk'dır. Etini yemeyiz, "yeme" demiş, "haram" demiş, peki yemeyiz. Yaradan Allah. Yaaa!
 
Kimseye fenâlık yapma! Âh alma! Zulmetme! Yarın yevm-i kıyâmetde işi en müşkil olanlar, zulmedenlerdir. Yevm-i kıyâmetde ellerini ısıranlar, zâlimlerdir. Saçını sakalını yolanlar, zâlimlerdir. Onların yardımcıları yokdur. Zâlimler, havz-ı nebîye vardığı vakitde, Peygamber onlara su verecek fakat melekler "Yâ Resûlallah, verme onlar su, onlar zâlimdir" diyecek. Oradan mahrûm olacaklardır. Sakın hâ! Hâkim olsan, düşmanın dahî karşına gelse, adl ile hükmeyle, hissiyatına kapılma sakın hâ! İnsan ol! İnsan olalım. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 11 Ocak 1985 (18 Rebîulâhir 1405) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön